VIII/özlemek+kur yapmak

3.4K 399 58
                                    

Gözlerinden gireceğim,
İçinde yer edeceğim.
Sana oradan sesleneceğim;
Ellerini ver, ver ellerini..
Seni öldüreceğim.

4 Ağustos 2015
Daegu

Tae Hyung iki gündür kafeye uğramıyordu. İşlerinin olduğunu söylüyor, akşamları çok yorgun olduğunu bildiren mesajlar atıp gelemediği için üzgün olduğunu belirtiyordu. Tae Hyung, ilk tanışmadığımız zamanlarda bile davranmadığı gibi davranıyordu. Umursamaz diyemezdim onun için, sevmiyor da diyemezdim. Sadece bazı şeyler yolunda değildi ve benimle paylaşmıyordu. Evde, ailesiyle bir sorunu olduğunu düşünüyordum. Arkadaşlarıyla görüşüp görüşmediğini bile bilmiyordum. Onlarla çok fazla samimi değildim zaten. Sadece arada Ji Min mesaj atar halimi hatırımı sorardı, hepsi buydu.

Fakat Tae Hyung, sadece iki gündür değil bir haftadır bunu tekrarlıyordu. Son zamanlarda daha da artan içine kapanıklığı sebepsizce beni korkutuyordu. Sebepsizce yüreğim ağzıma geliyordu ve kendimi huzursuz hissediyordum.

"Yun Hee!" İrkilerek elimdeki tepsiyi düşürdüm. Neyse ki boş oluşu işime gelmişti. Kafamı kaldırarak bana bağırarak seslenen Chang Wook'a baktım.

"Ha?" Bilinçsizce verdiğim cevapla kaşlarını daha da çattı.

"Kaç kere seslendim sana biliyor musun? Aklın nerede acaba?" Ellerimi etrafa savuşturarak yere eğildim ve tepsiyi aldım.

"Yorgunum biraz ondandır."

"Bugün erken çıkmak ister misin?" Anlayışla bakan yüzüne karşı sessizce bakakaldım.

"Sana çok iş kalmayacak mı?" Kafasını iki yana salladı ve kuruladığı bardağı bir kenara bıraktı.

"Kimse yok zaten baksana. Yarım saat sonra kapatacağız, bir sorun yok. Hem seni böyle yanımda tutarsam kaç bardak kırarsın, biliyor musun?" Gülümsemeye çalışarak dudaklarımı büktüm. Fakat bu bile hayal kırıklığı doluydu.

"Tamam öyleyse, çıkıyorum." Kafasını sallayarak dudaklarını birleştirdi ve gülümsedi.

"Teşekkür ederim, Chang Wook." Omuzlarını silkti ve göz kırparak işine döndü. Ben ise üzerimdeki önlüğü çözerek lavaboya doğru ilerledim.

*

Kafeden çıktığımda yer yer esen rüzgarın varlığıyla sakince yürüyordum kaldırımda. Bulutlu bir geceydi. Yağmurun geldiğini hissediyordum. Omzumdan kayan çantayı düzelterek daha önce yalnızca bir kere geldiğim evin önünde durdum. Doğru bulduğuma emin olduktan sonra derin bir nefes aldım ve binanın dış kapısına ilerledim. Daha önce sipariş getirdiğim için bildiğim kat numarasına basacaktım ki, kapının açık olduğunu gördüm. Bu beni daha da telaşlandırırken geri dönmekle içeriye girmek arasında bir ikilemde kaldım. Fakat onunla konuşmam gerekiyordu. Derdinin ne olduğunu anlamam gerekiyordu. Kafamdaki sorulardan cesaret alarak elimle kapıyı iterek içeriye girdim. Binanın otomatına bağlı lambası yanarken çıkmam gereken merdivenlere kısa bir bakış yolladım ve derin bir nefes alarak sağ ayağımı uzattım.

Nefes nefese kalarak kapısına ulaştığımda kapının önünde hiçbir şey göremeyişim evde kimsenin olmadığını düşündürse de şansımı denemek istediğim için sol elimi yumruk haline getirdim ve titriyor oluşuna rağmen üç kere kapıya vurdum. Önce hiçbir şey olmadı fakat daha sonra birileri ayaklarını sürüyerek yaklaşmaya başladı. Nefesimi tutarak çantamın sapına sıkı sıkıya tutundum. Kapı açıldı, bakışlarımı yerden çekerek yukarı kaldırdım.

"Yun Hee?" Çekingence gülümsedim.

"Selam." Şaşkınca kafasını kaşıdı ve afallayan yüz ifadesiyle uzun süre bana baktı.

"Şey, seni beklemiyordum."

"Aslında gelmeyi beklemiyordum ama seni günlerdir göremeyince merak ettim." Yüzüne ufak bir gülümseme yerleşir gibi oldu ama saniyeler sonra silinerek yerini yeniden düz ifadeye bıraktı.

"Tamam öyleyse, içeri girmek ister misin?" Tedirginlikle dudağımı ısırdım. Kafamdaki soruyu tahmin edebilmiş gibi kafasını yana eğdi.

"Evde kimse yok, merak etme." Kafamı rahatlamış bir ifadeyle sallayarak geriye çekilmesini izledim. İçeri geçip yanından gidecekken durakladım ve çantamı yere bırakmadan önce yanağına ufak bir öpücük kondurdum.

"Seni özledim."

Onu geçip gittiğimde yerlerde gezinen cam kırıklarına basmamak için çabaladığım esnada şaşkınlığım hat safhadaydı.

5 Kasım 2017
Seul

"Karnın iyice büyüdü yalnız, farkında mısın?" Sırıtarak bir elimle karnımı okşadım öteki elimle ılık ballı sütümü yudumladım.

"Evet, çok tatlı bir şey olmadım mı sence de?" Kıkırtım kulaklarına ulaşır ulaşmaz yalan bir ifadeyle yüzünü ekşitti.

"Tatlı mı? Cadı gibi bir şey oldun be. Tatlı diyor bir de." Kupamı önümdeki sehpaya bırakırken gözlerimi devirdim.

"Sana dokunamadığım için çıldırıyorum demiyor da..." Gözlerini kocaman açarak koltukta doğruldu.

"Geçen gün üzerime düşüyordun neredeyse?" Kafasını öne uzatarak 'hadi buna da cevap ver' diyerek sallandı. Fakat ben tabiki de bunun altında kalmazdım. Ayaklarımı sarkıtarak kanepeden indim.

"Neden öyle diyorsun ki şimdi aşkım?" Yanına doğru usulca adımladım ve oturduğu kısma gelince bir bacağımı bacağının yanına attım. Ne yapmaya çalıştığımı anlamakla vaktini harcadığından bana cevap verememişti. Öteki bacağımda diğer yanını bulduğunda yükseldim ve yavaşça kucağına yerleştim. Baldırlarının üzerinde dinlendirdiğim kalçamdan sonra bir anda irkilerek silkelendi.

"Ne yani, şimdi üzerine düşmüş mü oluyorum mesela?" Kaşlarını çatmış, ağzını aralamış bir şeyler söylemeye çabalıyordu. Boşuna, dedim içimden. Ne söylemeye çalışırsan çalış, bana karşı kazanamazsın.

"Yun Hee..." Mırıldanan sesine karşı hımladım ve burnumu burnuna sürttüm. Dudaklarım, dudaklarına değiyordu şimdi.

"Yun Hee..." Diye tekrarladı yeniden. Kolları belimi sardı yavaşça. Beni kendisine yaklaştırdı iyice. Dip dibeydik şimdi. Kalp kalbe, ruh ruhaydık.

Dudaklarımı dudaklarının üzerine kapadığımda bir mırıltı döküldü dudaklarından. Ona duyduğum muhtaciyetle birlikte sokuldum kollarının arasına. Daha sert öptüm, daha yumuşak öptüm, daha, daha ve dahasıyla öptüm. Nefes nefese geri çekildim sonra. Ona baktım uzunca.

Baygın bakışlarını yüzümde gezdiren, nefes nefese soluklarını yüzüme çarpan ve belimi okşayan güzel ellerin sahibi sevgilime baktım. Kanım kaynıyordu, kanım beni buharlaştırmaya yemin etmiş gibi her saniye daha fazla ısınıyordu.

"Tae Hyung." Adını fısıldıyor oluşuma gözlerini kapadı. İstediğini biliyordum, benden daha çok istediğini biliyordum. Kulağına yaklaştım ve kucağından kalkmadan önce mırıldandım.

"Geçen gün neredeyse üzerine düşen sevgilinin, şu an neredeyse içine düşecek olman da çok tatlı oldu bence. Tıpkı benim gibi."

*

Son iki bölüm kaldı. Tahminleri, herhangi bir fikri olanları göreyim, bölümle ilgili düşünceleri göreyim bakalım?

Ayrıca,

YORUM YAPIN LÜTFEN, teşekkürler.

Bir sonraki bölüme kadar hoşçakalın.

lilac ¦ kim taehyungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin