'Nick's Place'

5.3K 384 27
                                    

Merhaba !! Uzun zamandan sonra yeni bir bölüm ile karşınızdayım! Ve önceki bölümü yayınladığımdan bu yana hikayenin başlığına yeni bir şey ekledim. "SLOW UPDATES"(YAVAŞ GÜNCELLEMELER) yani bu demek oluyor ki bölüm geciktiğinde bana kızamazsınız :) Yani elbette kızabilirisiniz de, ben oraya savunmamı yazdım. Yani açık açık ve koskocaman "YAVAŞ GÜNCELLEMELER" yazıyor. Neyse konuyu uzatmadan devam edeceğim. Öncelikle ben bu hikayeyi yazmaya başlarken hep çok ünlü bir hikaye olsun yani en azından 100 bin okunma sayısı olsun işte her bölüme 200-300 oy gelsin gibi hayaller kuruyordum. Fakat giriş ve ilk bölüme gelen ilgi bu beklediklerime yetecek kadar ilgi görmemişti ve benim bu hayalim suya düşmüştü. En azından ben öyle sanıyordum. Lakin, son bölüme yani 'first movement' adlı bölüme baktığınızda çok fazla oy ve yorum gelmiş -ben şuan 93 oy ve 61 yorum görüyorum-. Ki bu üçüncü bölümünde olan bir hikayeye göre -bence- çok fazla. O yüzden oy veren, yorum atan, okuyan herkese çok teşekkür ederim. Size minnettarım. Sanırım bu hayalim gerçek olacak. En azından öyle olmasını istiyorum. Ve ayriyetten umuyorum ki hep böyle devam eder. Yani artmalar olabilir ama umarım düşüşler olmaz. Ayrıca -bu alttaki paragraftan önceki son şey- bölümü aslında daha geç yazacaktım çünkü babamın laptopu getirmesini bekliyordum word'den yazabilmek için. Fakat çok uzadığını düşündüğüm için şimdi yazdım. Bu da benden size bir kıyak ;)
Bölümün ne kadar iyi ne kadar kötü olduğu hakkında pek bir şey söyleyemeyeceğim bu siizn takdirinize kalmış fakat biraz sıkıcı oldu gibi. Lütfen beni mazur görün biliyorsunuzdur ki ilk bölümler hep böyle olur. İyi dileklerimden önceki son şey olarak ise hemen yayınlamak istediğim için kontrol edemedim, yazım yanlışı varsa çok çok çok özür dilerim! Neyse daha fazla uzatmak istemiyorum ki zaten uzatacağım kadar uzatmışım, ımm iyi okumalar diliyorum, oy ve yorumları unutmayın! İyi akşamlar, sizi seviyorummmm, sevgiyle kalın <3 :3

küçücük bir not: multimedia'da 'nick'in yeri' var yani aynısı değil ama hayal ettiğime benziyor :)

-Nilü xx

   Maggie boş odanın aynasında kendine son bir kez baktı ve memnuniyet içeren bir gülümsemeyle çantasını alıp odadan çıktı.

   Cuma günü olduğundan çoğu kişi öğlen treniyle şehir merkezine gitmişti bile. Okul sessizdi. Mariel’de öğlenleyin okulun biraz ilerisinden kalkan otobüsle ailesinin yanına; Liverpool'a gitmişti. Muhtemelen geceleyin oraya varırdı.

   Maggie birkaç kişi gibi kendisininde okulda kalmak zorunda olduğu için üzüntüyle iç çekerek, okul binasından çıktı. Bahar mevsiminin güzellikleri yeni yeni açıyordu. Okul bahçesinde duran akçaağaçları yeni yeni kışın etkisinden çıkmış, baharın neşeli havasına alışmaya çalışıyorlardı.

   Mag iki gündür yaşlı dostu Jonathan’ı görememişti ve şimdi onunla ‘Nick'in yerinde’ akşam yemeği yemeğe gittiği aklına gelince yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. Tüm sorunlara rağmen.

   Sonunda okulun büyük bahçesinden çıktığında yaklaşık 100 metre ilerideki tabelaya kocaman neon ışıklarla yazılmış olan ‘NICK’IN YERİ 7/24’ yazısını gördüğünde içinde bir heyecan duygusu oluştu. Uzun zamandır oraya gitmiyordu ve bu yüzden oradaki minik dostu Elza'yı göremiyordu.

   Sabahleyin yağmur yağdığı için bozuk yolun çukurlarını dolduran sulara basmamaya çalışarak yürümeye devam etti, Maggie.

   Mekana yaklaştıkça büyüyen gülümsemesi artık son demlerine kadar büyümüştü. Çünkü Mag'in önünde sadece birkaç adımlık mesafe kalmıştı ki, o da bitti.

   Kapıyı açmadan bile duyulan fasulye kokusunu dahi özlemişti. Yüzündeki büyük gülümseme ile birlikte mekanın kapısını ittirdi ve büyük cam kapı çanıyla birlikte açıldı. Hemen kapının yanında duran Elza, küçük yatağından hızla kalktı ve etrafı koklayarak Mag'e doğru yaklaştı.

   Maggie gülümsemesini hiç bozmadan eğildi ve köpeğin sırtını okşadı. Köpek sessizce hırıldarken kalabalık yüzünden sesi bile duyulmuyordu. “Seni özledim küçük dostum...” Maggie mırıldanırken Elza’nın başını avuçlarının arasına aldı ve başından öptü.

   Birkaç dakika Elza’yla oyalandıktan sonra ayağa kalktı ve Nick’e selam verip üst kata, Bilge’nin her zamanki masasına doğru çıktı.

   Arkası dönük olan Jonathan’ı görünce; fark etmeden yok olan gülümsemesini tekrar orataya çıkardı ve ona yaklaşıp elini omzuna koydu. Yaşlı adam yine piposuyla uğraşıyordu.

   “Ahh, hoş geldin küçük dost!” Bilge ayağa kalktı ve Maggie’ye sarıldı. Özlemişti küçük dostunu. Maggie sarılmasına karşılık verdi ve birbirlerinin sırtını sıvazladılar. “Geç,” yaşlı adam sarıldıktan sonra konuştu “karşımdaki sandalyen seni bekliyordu.” yaşlı adam kısaca güldü.

   Bilge küçük dostuna hayatının nasıl gittiği ile ilgili sorular sorarken ikisi de eğleniyordu. Konudan konuya geçiyorlar ve sıkılmadan önlerindeki yemekleri soğuta soğuta yiyorlardı.

  Böyle geçen iki-üç saatin ardından Maggie ayrılma anlarına geldiklerini anlamıştı. İkisi de sessizleşti, zaten ortamda çok az insan kalmıştı. Saat gece ikiye geliyordu.

   “Sanırım gitme zamanı, ha?” yaşlı adam sakalları gibi beyaz olan dişlerini göstererek gülümsedi. Mag tebessüm etti ve içini çekerken başıyla yaşlı dostunu onayladı. “Yine de güzel bir gündü Maggie. Uzun zamandır böyle keyifli konuşmamıştım kimseyle.”

   Maggie'nin içini bir mutluluk sardı. Birine yararı dokunma fikrini sevmişti hep. İkiside yavaşça sandalyelerinden kalktı ve eski sandalyedeki eşyalarını toplayıp aşağı kata indiler. Geldiklerindeki kalabalıktan iz yoktu. Ve Mag bu kasabanın bu büyüsüne bayılıyordu. Gece yarısından sonra sokaklarda neredeyse hiç kimseyi göremezdiniz. Çok masum bir kasabaydı, Mag için.

   “Ben hesabı ödeyeceğim,” yaşlı adam kasaya yaklaşırken Maggie'ye seslendi “bu sırada sende biraz Elza'yla ilgilenebilirsin.” Maggie de itiraz etti her zamanki gibi “Hep sen ödüyorsun, bırak bu sefer de ben ödeyeyim.” Yaşlı adam gülümseyerek başını salladı. “Merak etme, babanın senin için gönderdiği parayla kendi paramı birleştirerek ödeyeceğim.” diye yalan söyledi yine. Öyle bir para yoktu. Hiç olmamıştı ki. Maggie yine ses çıkartmadı. Öyle bir para olmadığını kendisi de biliyordu.

   Jonathan hesapla uğraşırken Maggie kapının önünde duran Elza ile oynadı biraz. Fakat çok geçmeden dikkati yanından geçen genç gruba kaydı. Ayağa kalktı ve bir kız, iki erkek yürüyen gruba baktı. Erkeklerden birinin başında bere vardı. Diğerinin ise kahverengi bukleleri. Kızında kumral rengi saçları vardı. En azından karanlıkta bu kadar görebilmişti.

   Yavaşça yürüyen gruba kulak kabarttı. Erkeklerden birinin sesi dikkatini iyice vermesini sağladı. Sesi bir yerden tanıyordu. Büyük camdan içeri Jonathan’a baktı; yaşlı adam tezgahtar ile koyu bir sohbete dalmış görüyordu.

   Kendisi de yavaş ve sessizce grubun arkasından gitti. Burnuna dolan koku; erkek sesinin kime ait olduğunu anlamaya yetmişti. Bu Harry Styles’tı. Ve konuştuğu şeylere bakılırsa okuldan kaçmıştı ve birkaç arkadaşıyla içmeye gidiyordu. Maggie biraz geride durdu ve yerde gördüğü konserve kutusunu eline aldı.

   “Artık elimde bir koz var Styles. Ayrıca bu konserveyi kafana yediğinde olacakları merak ediyorum.”

   Maggie içinden geçirdi. Ardından biraz daha beklemeden bir duvara siper aldı ve teneke kutusunu Harry Styles'a fırlattı. Teneke kutu karanlık caddede pek gözükmese de Harry Styles'ın ensesine geldiği tepkisinden belli oluyordu.

   Genç çocuk hızla arkasını döndü ve etrafa baktı.

   Görünürde bir şey yoktu.

   Arkadaşları ona ne olduğunu sorduklarında onları geçiştirdi ve önüne dönmeden önce duvarın arkasındaki kızılları gördü. Sinirle burnundan soluyup önüne döndü ve sohbetine devam etti.

   İşte şimdi yanmıştı Harry.

Boarding School | h.s. // ASKIDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin