Gün 11 - Fırtına
Hayatımdaki en kaotik gündü dostlarım. Neler olmadı ki? Şimdi her birini size nasıl anlatacağım...
Fırtınalar kesilmedi dostlarım. Şu sizden hiçbir farkı olmayan kardeşinizin bahçesi, her duyguyu yaşadı o gün. Kâh gökkuşağı düştü çimenlerin üzerine, kâh kara bulutlar. Bazı çimenler - ki onları çoğu zaman kendimden bile fazla seviyorum artık - yalnızca özgür hissettikleri için öldürüldüler. Neler olmadı ki dostlarım...
Şimdi sıkı durun, tüm günü anlatacağım size.
11'inci gün, 12 ay boyunca hiç uyumadım ben. Sabah olana dek, her şeyi izledim. Bizim mahallemiz pek de güzel değildir dostlarım. Bahçeler hep kötü kokar, kırmızı kırmızı boyalar vardır üzerinde. Nar mı, yasak elma mı yoksa kan mı hiç çözemedim. Ya da belki de hepsi aynı şeydir dostlarım, olamaz mı? İşte bizim bahçemiz, bu berbat mahalledeki en güzel bahçedir. Ama mahallemizin iklimi çorak olduğundan mı yoksa başka bir şeyden mi pek bilemeyeceğim; yalnızca bir gül vardır bahçemizde. O da artık Dünya'nın en güzel gülüdür gözümde.Gün aydığında, kahvemi elime alıp bir sigara yaktım kendime. Oturdum pencere önüne, canavar Kurabiye ve üç zayıf eniği izlemeye koyuldum. Gün ortasını biraz geçtiğinde bir anda Kurabiye'nin hareketlendiğini gördüm. Daha önce balkon olarak kullandığı tümseğe çıktı ve arkadaşlarına döndü:
KURABİYE: Kardeşlerim, annemin daha rahat yaşayabilmesi için bahçedeki bu gülü yok etmemiz gerekiyor. Annem dün gece siz uyurken bana, bu gül koparılmazsa iyileşemeyeceğini söyledi. O yüzden bu gülü yiyeceğim. Bilmenizi isterim...
O an bana bir şeyler oldu ve gördüklerimi halüsinasyon zannettim. Altı, annesi için her şeye katlanan Kurt ve hiç sesi çıkmayan Güneş bir anda ayağa kalktılar ve gülün önüne geçtiler. Her biri dimdik duruyordu. Omuz omuza vermişlerdi. Kurt ve Güneş'i ilk kez böylesine kardeşçe görüyordum. Benim hayata dair bir tezim var dostlarım: iki kişi bir kez kardeş olmuşsa, yeniden olabilir. Neyse: bu noktayı onların vicdanlarına bırakmak gerek.
Omuz omuza üç enik, kendilerinin üç katı olan Kurabiye'nin karşısına dikildiler. İnanır mısınız dostlar, Dünya'nın en güzel korosunun, en güzel şarkısıydı dinlediğim. Altı, Kurt ve Güneş her biri aynı ağızdan şöyle söylediler:ALFA / KURT / GÜNEŞ: Hayır Kurabiye, sütümüzü sana emanet ettik fakat bu gülü sana yedirmeyeceğiz. Biz bu bahçede olduğumuz sürece bu gülü yiyemeyeceksin.
...
Sonra ne mi oldu dostlarım? Çimler fili ezdi!
İlk anda Kurabiye gülümsedi, küçük gördü üç eniği. Sonra anladı ki bu bir savaş. Fakat Kurabiye'nin bildiği savaş ölmekti, öldürmekti. Ona açılan savaşsa çok daha eğlenceliydi. Üç enik Kurabiye'yi yere yatırıp canı acıyana kadar gıdıkladılar onu. Öldürme şansları varken öldürmediler. Çünkü ne Altı'nın, ne Kurt'un, ne de Güneş'in meselesiydi öldürmek. Onu uyardılar. Kurabiye'nin alnına bir ünlem koydular. Buraya kadar dediler. Yettin dediler. Güldüler. Kurabiye dediler.
İşte tam o an bahçeme bir Gökkuşağı düştü dostlarım. Şimdi siz yine diyeceksiniz: "Ulan gökkuşağı düşer miymiş? Saçmalığa bak!".
Haklısınız dostlarım, düşmezler. Fakat ben hayatımda bunca farklı ve düşman rengi, birbirlerine aşıkken ve bir arada, gökkuşağında gördüm. Kurt ve Güneş bile el elelerdi dostlarım, el elelerdi işte! ... Bu durum pek uzun sürmedi. Kurabiye gıdıklandıkça daha da saldırganlaşıyordu. Salyaları hep diğerlerinin üzerine damlıyordu. Bir kez de benim penceremin demirine geldi. Acı kokuyordu bu salya dostlarım, tıpkı biber gibiydi! Hatta Altı,
Kurt ve Güneş bu biber gibi salyaya şöyle bir türkü yaktılar ki hayatımda duyduğum en güzel türküydü bu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUTLAKA GELECEK
Mystery / ThrillerBi şarkıyı bıkana kadar dinler, sonra da aylarca dinlemem. aylar sonra onu bulunca da çok sevinir, yine bıkana kadar dinlerim.