"Bak ne yapmalıyız, biliyor musun? Sana sarı lens almalıyız! Garipliğin eksik kalmamalı."
"Bak ne yapmalıyız, biliyor musun? Sana bir bant almalıyız! Ağzın açık kalmamalı."
Önümdeki sanat eserime bakarken, aynı tonlama ile karşılık verdim. Çizimime yüzümü yaklaştırıp eksik bir tonlamam olup olmadığıma bakıyordum.
Parmaklarımın arasından usulca çekilen kalem, ardında boşluk bıraktığında kafamı hızla kaldırdım. O ise kafasını eğmiş, evimin yanındaki ağacımın tonunu koyultuyordu.
"Sakın!" Eli silgiye gittiği an, durdurdum.
"Kağıtta dahi tonlamaları silmek iz bırakıyorken, plastik bir masada bırakmayacak mı sanıyorsun?"
Sesimin yüksek çıktığını silgiyi yerine bıraktığı anda fark etmiştim. Etrafıma bakmayı reddetsem de, reddi reddedilenlerdendim. Hafifçe kafamı kaldırıp sol tarafımı taradım. İyi ki köşede oturuyordum ki sağ tarafla uğraşmam gerekmiyordu.
Taramam sonucundaki bakışlar "bu kız yine n'apıyor?" şeklindeydi. Hadi ama hepiniz kantin masalarını sanat eserine çevirmemi seviyorsunuz! Şimdi ne bu bakışlar?
Folyonun sesini duymamla kafamı önüme çevirdim. Kalemim ve silgim, solumdaki sandalyedeydi. O ise masaya folyomu çekiyordu. Benim kadar düşüncelisini bulmak zordu! Kalemim dağılmasın diye kaplama bile yapıyordum! Tamam, şu an O yapıyordu ama bu benim fikrimdi. Eylemim ise çalınıyordu.
Kaplaması bitince kafasını kaldırdı. Kafamı çizimime indirdim. Taradığım çizimimde ağacığımın renginin koyulaşması dışında bir fark daha vardı. Kafamı göğe yaklaştırdığımda, yalnızca bir noktada kümelenmiş bulutları gördüm, çimenlerin üzerinde yatan iki kişinin üzerinde.
Sandalye sesiyle kafamı resimden az uzaklaştırırken gittiğini hissediyordum.