Bedenime değen bakışlar eşliğinde saçlarımı boyuyordum. Neden değişik bakarsınız ki? Gayet tabii bir hâlde oturmuş saç boyuyorum. Bakışlarının sebebi bunu tuvalette yapıyor olmam olsa gerek. Ama şimdi, gezdiği ayakkabısıyla eve girenler var. En azından benim altımda muşamba var! Hem eve gittiğimde üzerimi değiştiriyorum! Ayrıca vücudumuzun mikroba da ihtiyacı var. Tamam, bu şekil bir mikrop olmayabilir ancak bu ihtiyaç duyduğu gerçeğini değiştirmez!
Bakışların altında kıvrılan dudakları hissedebiliyordum. Birazdan dışarı çıkıp alay edeceklerini hissedebiliyordum. Et yemeyi çok seviyorsanız, buyurun! "Ya canım, ben vejetaryenim, bunda et parçacığı var." diyerek yemekhanedeki abiye laf söyleyen kız bile birazdan etimi yiyecekti.
Saçlarımın boya işi bittiğinde önüme baktım. Saç parçalarım, boya kutusu. Ellerimin de her tarafı boyanmıştı. Muşambayı toplayıp getirdiğim çöp poşetine tıktım. Diğer boya kutusunu açtım ve tuvaletin duvarını boyamaya başladım.
Saatler sonunda işim bittiğinde duvardan uzaklaşıp geniş pencereye geçtim. Kesinlikle olmuştu! Onu çizmiştim ve altına da "insanlar, insanı öldürüyor" yazmıştım. Onun unutulmasına izin veremezdim. Ne kadar unutmak için uğraşsam da, yanlıştı. Onu en güzel hâlleriyle hatırlamalıydım. Ve bana emanet ettiği abisine sahip çıkmalıydım.
Dünkü defteri okuduğumda karar verdiğim buydu. Evet, özel eşyalar dokunulmazdır ancak üzerinde isminiz bulunan bir defteri okumadan nasıl durabilirsiniz?
Ben de, içimin yanacağını bildiğim hâlde okudum. Her bir gününü yazmıştı. İnsanların ona bakışları, kavgalarımız, farklı okuldan kaynaklı onu yalnız bırakmam, abisinin kendi işlerine odaklanması üzere onu terk ettiği yalnızlık, kendini kabul ettirme çabaları... Ve son sayfada bizden yardım istemesi, bizi birbirimize emanet ettikten sonra, yazdığı son cümle: "İnsanlar, beni öldürüyor."
O cümleden sonra uyuyana kadar ağladım. Sabah kalktığımda ise, listemi yenilemenin vakti gelmişti. Bu okula geçerken, onu öldüren insanlara rahatsızlık vermek istemiştim. Bunu yapmıştım da. Ancak başkalarına acı çektirirken görmezden geldiklerim kendime en büyük zararı veriyordu. İnsanları umursamazken bile onları umursarken, ona acı veriyordum.
Aynanın önünde durdum. Saçlarım omuzlarımda kalmıştı. Saçlarım beyaza dönmüştü. Bu yüzüme tebessüm dağıttı. Elimdeki kutudan aldığım lensleri gözlerime taktım. Tebessümüm daha da büyüdü. Yan duvardaki boy aynasından üzerime baktım. Beyaz gömleğimi ve beyaz eteğimi düzelttim. Çantamı alıp poşetimle dışarı çıktım.
Bahçenin ucundaki konteynere çöpü attım. Arkamı döndüğümde orada olması kaçınılmazdı. Elindeki papatyalara odaklanmıştım. Elini kaldırdı. Bir papatyalara bir bana bakıyordu.
"Ne kadar da benzemişsiniz." Yüzündeki tebessüm, uzun vakittir görmediğimdendi.
"Senin bantın nerede? Çok konuşacak gibi bir hâlin var." Yüzümü tebessüm kapladığını hissediyordum. Ağır adımlarla tam karşımda dikildi. Yani az önce de karşımdaydı ancak şimdi tam karşımdaydı. Anlıyorsunuz farkı.
Elindeki papatyaları tek tek saçıma geçirmeye başladı. Bu hareketi eskiden yaptığı taçları hatırlatsa da, şimdi taç yapmamıştı. Saçımın her yerine, asimetrik olarak papatyalar konduruyordu.
İşi bittiğinde biraz geri çekilip cebinden bantı çıkardı. Elinde tutup bana uzattı. Elimi uzatarak aldığım bantı hafifçe yere bıraktım. Susmasını istemiyordum.
"Susarak anlattım bütün gizliyi
Sakladım duygumu ben konuşarak"İçimden gelen gülme isteğiyle kıkırdadım. Akif İnan'a bayılırdım ve o şiirini bestelemişti. Sözlerine devam ederken elini bana uzattı.
"Bir acı tarlası sessiz yüzünde
Aşkı yürürlüğe koyma savaşı"Elimi eline bıraktım. Elim omzunda yer alırken, belimdeki elinin varlığı belli belirsizdi. Ve şu an dans ediyorduk. Bu hâlimiz içimde daha çok gülme isteği oluşturuyordu.
"İçimde bir düzen kaynaşmaktadır
Büyük ve çekingen bakışlarından"Boylarımızın hemen hemen aynı olması hoşuma gidiyordu. Ve bu şimdi daha da hoştu. Vücutlarımız arasında oldukça mesafe bulunması yüzünü net bir şekilde görmemi sağlıyordu.
"En iyi anlatış artık susmaktır
Anladım bunu ben seni bilinceGel denize yaslan yalnız denize
Sırrını denizler taşır insanın"Bir an durdu.
"Seni anlamıyorum, seni hissediyorum." Fısıltısını idrak ettiğimde, içimdeki sarılma hissine uydum. Eskisi gibiydi. Beni hissediyordu.
Şarkıya dönüştürdüğü şiiri mırıldanmaya devam etti.
"Zaman bir hızdir ve yıldızdır akan
Esneyen günler ve gece üstündenBir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni"Gözlerimi açtığım sırada etrafıma toplanan insanları görmemle kendimi geri çektim. O da yavaşça uzaklaşırken, yüzünde benim aksine sırıtış vardı.
Çevremizdeki sesler, ritmine katılırken eli yine cebine gitti. Hayır, o cepten daha neler çıkabilirdi?
Elinde beliren beyaz kutuyu görmemle gözlerim açıldı. Kutuyu usulca açtığında, içindeki yüzük hatıralarımdan çıkmış gibiydi. Yüzük parmağımda usulca yerini aldı. Tek taş değildi, tek taş almak için fazla güzel bir kalbe sahipti. Gözlerimin dolduğunu hissettim.
Şimdi, yanında durup bir denize bir de birkaç metre ötemizde duran aile cüzdanımıza bakıyordum. Kulağıma fısıltıları dolarken eli elimi kavradı. Bir günde iki kere dans fazlaydı bünyeme. Ancak bunu dinleyeceğini sanmıyordum.
"Şarkımı bitirmemiştim." Dedi muzip bir sesle.
"Akif İnan'ın şiirini demek istedin herhalde." Sesimin dahi güldüğünü hissettim. Şarkısına devam etti.
Gülüşlerimiz kulağımızı doldururken okuduğu şiirin, söylediği şarkının önemi yoktu. Beni anlamıyordu, beni hissediyordu. Ve bu, mühim olandı.