onbir

374 59 61
                                    

"Sence ne demeliyim?" Geçirdiği en son krizin -aynı zamanda en beteri ardından geldiğimiz hastane odasının boğucu havası ve tepede vızırdayıp duran floresan lamba tarafından uyuşturulmuş olacaktım ki, annemin sesiyle irkildim.

"Ne?"

"Biliyorsun, ünlü son sözler. Kendime iyi bir tane arayışındayım, ne dersin?" Dedi, sanki akşam için ne yapması gerektiğini sorarcasına.

"Anne, yapma..." Pusuda yatmakta olan gözyaşları, anında hücum etmekten çekinmemişlerdi.

"Hayır, sen yapma Frank. Bunu kabullenmeyi öğrenmelisin, kaçınılmaz olandan kaçamazsın. Sonun yaklaştığını her ikimiz de biliyoruz," Titremesini önlemeye çalıştığım, birbirine bastırılmış olan dudaklarım ve dolu gözlerimi görmüş olmalıydı ki ortamı yumuşatmaya çalışıp ekledi,  "hatta artık resmi bir belgemiz bile var."

Doktorun yazmış olduğu, annemin en fazla bir ay ömrü kaldığı hakkında zırvalıklar bulunan kağıdın cebimde ağırlaştığını hissettim.

Bunlar gerçek olmamalıydı.
Cebimdeki bu kağıt gerçek olmamalıydı.
Annem bana son sözünün ne olması gerektiği hakkında danışmamalıydı.

Ama olmuştu ve gerçeklik her kaçışımda beni yeni ve bir öncekinden çok daha ağır bir cezayla durdurmaktan kaçınmıyordu.

Bir de tanrıya inanmamı bekliyorlardı, eh, her geçen gün annesinin ölüme biraz daha yaklaştığı korkusuyla yaşayan onlar değildi, değil mi? Daha çok beklerlerdi.

Kirpiklerimi kırpıştırdım.
Tavana baktım ve terliklerime, ancak hiçbir şey gözümdeki yaşları giderecek gibi durmuyordu.

"Resmi belgeler umurumda değil, tamam mı? Gitmene... izin vermeyeceğim. Elimde kalan tek şeyin de alınmasına izin vermeyeceğim, anladın mı anne?" Ayağa kalkmış ve çoktan ağlamaya başlamıştım, sesim o kadar tiz ve inişli çıkışlıydı ki, annem dışında beni herhangi birinin anlayacağından emin değildim.

"Gel buraya, tatlım." Hastane yatağında, göz altı morlukları ve çöküntüleri, kayan gözleri ve kuruyan dudakları, soluk teniyle titremekte olan elini uzattı. Bileğini tutsam kırılacak gibi görünüyordu. Kaç kilo kalmıştı? Otuz mu? "Haydi, haydi Frank, buraya gel."

Elini tuttum.
Bu elleri sonsuza kadar tutmak istiyordum.
Bu ellerin beni asla bırakmamasını istiyordum.
Bu eller ihtiyacım olan tek şeydi, bu eller sahip olduğum tek şeydi.

Yataktaki küçük belini kavradım, tamamen kemiği belli olan ve bir kokusu varsa, tam da kanser gibi kokan boynuna kafamı gömdüm.

Tanrım, nasıl da zayıflamıştı!
Gerard ile olan olaydan beri kendi kederimde boğulmuş, neredeyse bir aydır onunla ilgilenememiştim.
Benim hatamdı, bana en çok ihtiyacı olan zamanda onu yüzüstü bırakmıştım, şimdi ondan nasıl gitmemesini istiyebilirdim?
İğrenç biriydim.

Ölmesi... gitmesi gereken biri varsa o da bendim, ona ne oluyordu ki?

"Son birkaç gündür erkek arkadaşın ziyaretime geliyor, biliyor muydun? Oldukça tatlı bir çocukmuş, bana ondan bahsetmeliydin"

Ah
Bekle
Ne?
Ondan bahsediyor olamazdı, değil mi?
Gerard annemi ziyarete geliyor olamazdı.

"Bekle... kimden bahsediyorsun?" Dedim geri çekilirken.

"Biliyorsun Frank, hafızam pek iyi değildir, iş adları hatırlamaya gelince çok daha zorlaşıyor ancak saçlarının kırmızı olduğunu hatırlıyorum, eh, bir de dip boyasının geldiğini."

Aman tanrım.

"Gerard,"

"Ah, evet, Gerard!" dedi annem heyecanla. Ardından bu küçük hareket bile onu yormuş gibi arkasına yaslandı.

"Ne...neden gelmiş? Ve sana kendini erkek arkadaşım olarak mı tanıttı?" Bu iyi mi kötü bir şey mi bilmiyordum, ancak kalbim deli gibi atıyordu.

"Evimizin adresini bulabilseymiş daha erken gelirmiş ancak ona söylemediğin için kendi çabalarıyla bulup beni ziyarete gelmiş, odunun tekisin Frank. Ve evet, sevgili olduğunuzu onayladı. Yani teknik olarak o söylememiş olabilir ancak senden bahsettiğimde gözlerinde parıldayan tarif edilemez ışığı gördüm ve ona sormadan da emin oldum. "

O ışığın aşk değil, saf nefret olduğunu anneme söylemedim.

"Bunu bana neden anlatmadığını anlayamadım Frank, birbirimizden sır saklamadığımızı sanıyordum." Şimdi de kırgın gibiydi, bu tatlı oyuncu halleri fazla sevimliydi.

"Hayır, hayır saklamıyoruz. Ben... Sadece korktum anne, tepkinden." Dedim çabukça.

"Birini seviyor olmanın neresine kötü bir tepki verebilirim Frank? Sevgi sevgidir."

Ben utangaçca saçlarımı karıştırırken annem yine munzur suratını takınarak konuşmaya devam etti.
"Oldukça yakışıklı bir çocuk, turnayı gözünden vurmuşsun. Ve sana nasıl da abayı yaktığı açık. Her ismini andığımda karnında oluşan kelebekler gözle görülecek cinstendi. "

"Ah, anne aslında biz..." Hayır, ona söyleyemezdim. Bunu kaldıramazdı. "Evet, biz birbirimizi çok seviyoruz ve eh, evlenmeyi düşünüyorduk, biliyor musun?"

Siktir, ben az önce ne demiştim?
Evlenmeyi düşündüğümüzü söylemiştim, tanrım neler diyordum ben böyle?

"Üzgünüm tatlım ancak bunu söyleyen ilk kişi değilsin, bu konu üzerine onunla çoktan konuştuk."

Ne,
Cidden, ne?

"N-nasıl yani?" Dedim telaşla.

"Ona evliliği düşünüp düşünmediğinizi sordum, o da kendisinin buna yanıp tutuştuğunu söyledi. Tamam, belki tam olarak öyle söylememiş olabilir ama bunun gibi bir şeylerdi işte."

Yaşadığım onca şeyin ardından bin beter olaylar düşünmüştüm ancak, bu aklımın ucundan bile geçmemişti.
Şoktaydım ve uzun süre de çıkamayacağım kesindi.

"Ziyaretçi kabul eder misiniz?"
Ardımdan gelen sesin sahibinin kim olduğunu anlamak için arkama dönmeme gerek yoktu.
Bu sesi her zaman tanırdım.


Gözlerinin Ardındaki Işık ~FrerardHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin