Gerard,
Mektup yazma olayını hangi yılda bıraktık bilmiyorum ancak bildiğim bir şey varsa o da aramalarıma ve mesajlarıma bakmadığındır. Yüzüne bakma cesatini de gösteremeyeceğime göre, elde kalan tek yol mektuptu ve ben şimdi hiç iyi olmadığım, şu kelimeleri düzgünce bir araya getirmek durumundayım ve bunda ne kadar başarılı olacağım oldukça açık.
Her neyse.
Umarım kağıdı buruşturup atmamışsındır ya da yırtmamış.
Çünkü açıklamam gerekenler var, ve bu gerçekleşmediği sürece, gözüme tek bir damla uyku girmeyeceği kesin.Nereden başlasam bilemiyorum aslında.
Belki de hiç başlamamalı.Biliyorsun ki Gerard, annen eskiden çalışırdı ve çalıştığı yerde kendine iyi bir arkadaş edinmişti. Bu arkadaşı gerçekten onu anlıyordu, bütün derdi kariyeri olup ondan başka hiçbir şeyi düşünmeyen kocası, yani babanın tam tersine. Onunla ilgileniyordu, güldürüyordu, değerli hissettiriyordu annene. Zamanla ikisinin arasında bir şeyler olacağını anlamak için alim olmaya gerek yoktu. Birbirlerine attıkları o kaçamak bakışlar, yine aynı gülücükler, göz kırpmalar, birbirine değdiğinde kıvılcımlar çıkaran tenler...
Elbette bunu baban da fark etmişti, hatta annenin ofisinde öpüşürlerken bizzat yakalamıştı onları. Fakat annenin de tahmin ettiği gibi, baban bir kocadan beklenecek o öfkeli tepkiyi vermemişti. Evet, bir tepki vermişti, ama o tepki, basının bu rezaleti görüp itibarına zarar gelmesine neden olabileceğinden başka bir şey için değildi. Bilhassa kendi de aldatıyordu karısını, her gün başkalarıyla hem de.
Zaten aralarındaki aşk evliliği olmamıştı hiç. Aile zorlamasıyla bir araya getirilen, birbirinden hoşlanmayan bir çiftti bu ikisi.
Baban basının ya da herhangi birinin görmemesi şartıyla annen ve sevdalısını gönüllerince eğlenmede serbest bıraktı.
Öyle de yaptılar.
Güldüler, eğlendiler, her şey o kadar güzeldi ki!
Ama bir gün geldi çattı, annen hamile olduğunu öğrendi. Üstelik iki aylıktı bu karnındaki, annen anlayamıyordu. Sevgilisiyle henüz bir aydır tanışıyordu.Annen babandan hamile olduğunu sevdiğine anlattı. Adam anneni öyle seviyordu ki, haberi duyduğunda havalara uçacaktı, annenden gelen her şey onun için bir nimetti. Çocuğun babandan olmasını hiç mi hiç umursamıyordu.
Beraber bir plan yaptılar; babana, bebeğin babasının bu adam olduğunu, ancak kimsenin bir şey çakmaması için nüfusta babası baban olarak gözükmesi gerektiğini söyleyecektiler. Böylece doğru olan yapılmış olacaktı. Her ikisi de plandan memnundu.Ve takır takır işledi, tıpkı hayal ettikleri gibi.
Zamanı geldiğinde, annen çocuğu doğurdu, bir kızları olmuştu.Bu sırada iki sevdalı da evliydi. Annen de, adam da.
Bekle
Adamdan bahsetmeyi unuttum, kusura bakma.
Adam da tıpkı annen gibi evli, ve karısı da bu ilişkiden haberdar. Karısı o kadar çok seviyormuş ki kocasını, onun mutluluğu için her şeye razıymış, ucunda onu başka bir kadına teslim etmek olsa bile.
Bu güzel yürekli kadın, kocasına çocuğunu göstermesini söylemiş, çocuğun kocasına ait olmadığından bihabermiş.
Öyle uygun gören adam da, annenle , bir de çocuklarıyla birlikte kadının yanına gitmiş. Çocuk o kadar güzelmiş ki, kadıncağızın bakarken gözleri doluyormuş.Bütün herkes çocuğun başındaymış, tek biri dışında.
Adam ve kadının siyah saçlı, ela gözlü çocukları. Aynı zamanda adamın son zamanlarda yeni doğan bebek yüzünden oldukça boşladığı çocuğu.Bu erkek çocuk, herkesin başına toplandığı, pembeler içindeki o küçük kızdan nefret etmiş. Sadece yedi yaşındayken, onu öldürmek istemiş.
Annen ve adam, sürekli kadının yanına gelmeye başlamışlar. Kadın, kocasının sevdiğini kendi sevdiği bilirmiş, bu yüzden çok iyi davranırmış annene. Birlikte sohbet eder, çay içer, kahkahalar atarlarmış. Her şey ne iyi, ne güzelmiş!
Ancak hikayedeki tek kötüyle, en masumu yalnız bırakmışlar bir gün. Ve bu kötü, ela gözlü çocuk, babasının kendisiyle hiç ilgilenmemesi ve artık ona şekerleme almamasının sebebinin karşısına, elinde oldukça uyumsuz duran, büyük, gümüş bir bıçakla çıkmış.
Hiç düşünmemiş ne olacağını, sadece babasını geri istiyormuş. Saplamış bıçağı daha ancak üç aylık olan, gülücükler saçan bebeğe.Düşürmüş bıçağı yere.
Kanlar sıçramış bütün odaya.
Annen girmiş ilk içeriye.
Atmış çığlıkları,
Sarsmış ela gözlü çocuğu,
Yaşamıyormuş bebeği.Önce annesi girmiş odaya, sonra babası. Hepsinin yüzünde aynı ifade: dehşet.
Ama ela gözlünün yüzünde tek bir ifade varmış: zafer.
Babasının bacaklarına atılmış, artık tamamen onunmuş babası.Ancak nereden bilebilirmiş babasının suçu üstlenip, hapse gireceğini ve bir daha onu göremeyeceğini? Ayrıca nerden bilebilirmiş babasının hapiste öleceğini ve annesinin üzüntüden kanser olacağını?
Bilemezmiş.
Olaylardan sonra adam içeri girmiş, kadın ve annen ise gerçeği bilenlerden olup, suçu adamın üstlenmesine itiraz etmemişler.Ancak annen bu konuda o kadar da emin değilmiş. Bu çocuğun diri diri yakılmasını istiyormuş, cezasını çekmeliymiş. Kaç yaşında olduğunu umursamıyormuş.
Hiç unutmamış onu annen, hep peşinde koşmuş. İntikam için yanıp tutuşuyormuş. Ancak ona hiç rastlamamış, izini hiç bulamamış.Ta ki eve arabanın anahtarlarını almak için gittiği o gün, oğluyla beraber gelen ela gözlü çocukla karşılaşana dek.
Sonunda bulmuş onu.
Ve diri diri yakmış cidden, çünkü çocuk aldığı her nefeste cehennem azabı çekiyormuş.Doğru bildin Gerard, o adam babam ve ben de ela gözlü çocuk, Kardeşinin katili. Dünya üzerindeki en iğrenç kişi.
Biliyor musun,
Ben hep bundan korktum.
Ben hep seni kirletmekten, canını acımasına sebep olmaktan korktum.
Ve korktuğum başıma geldi.Bana bir şiiri andırdığımı söylemiştin Gee, yanılıyordun, ben bir şiir değilim, ancak cinayet olduğum kesin.
Yazar notu:
:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerinin Ardındaki Işık ~Frerard
أدب الهواةBenden nefret mi ediyordu yoksa seviyor muydu, bana işkence çektirmeye mi yoksa iyi davranmaya mı çalışıyordu, bilemiyordum. Onun hakkındaki her şey en az kızıl saçları kadar karışıktı. ve ben bu karmaşayı çözecektim. Frerard fanfic