Yoongi, parmaklarının kırıldığına emindi. Yine de yılmadı; sağ tarafındaki kedi maması kabını fark ettiğinde hiçbir düşünceye sahip olmadan, sadece refleksleri ile hareket ederek sağlam eliyle onu kavradı ve tüm acılarına rağmen kıvrak bir şekilde dönerek arkasındaki gencin suratına doğru, onu fırlattı.Jungkook, diğer tüm şeyler gibi, bunu da beklemiyordu, hazırsız yakalanmıştı.
Reflekslerini kullandığında bile çok geçti, burnuna isabet eden sert cisim, sıcak, metal kokulu sıvıyı hissetmesine sebep olmuştu. Bu olduğunda Yoongi, tüm gücünü sağlam eline vermiş ve kendisini içeriye atarak sürgülü kapıyı kapamıştı. Korkuyla geriye çekildi; bir kez daha elinin acısını, tüm iliklerinde hissetmişti. Gözleri dışardaki Jungkook'a takıldı; fazla sinirlenmişti. Burnundan akan kan, onu daha da korkutucu kılmıştı. Deli gibi gülüyor, arada bir de bağırıyordu.
Yoongi, öleceğini en çok o an hissetmişti. Korktu; ölümden değil de acı çekmekten, acı çekerek ölmekten...
Karşısındaki genç, onu öldürecekti zaten. Bu denli uğraşmasının, acı çekmesinin ne anlamı vardı ki?
Bitsin istedi.Yan tarafta duran boya kutusuna kaydı gözü. Hemen ardından sürünerek ona ulaştı ve kırmızı boyayı, zor bela parmağına sürdü. Cama yaklaştı ve yazdı;
"Yap gitsin."
Jungkook, onu fark edebilsin diye cama vurdu, vurdu ve vurdu. Jungkook, onu fark ettiğinde bile vurmaya devam etti. Onu alevlendirmeye çalışıyordu. Sinirliydi ve bundan bıkmıştı; bu ölüm oyunu, ruhundan çok bedeni için fazlaydı.
Jungkook cama doğru yaklaştı. Yazan şeyleri okuduktan sonra onunla göz göze geldi ve şeytanice gülümsedi. Açıkçası pes etmeyeceğini düşünmüştü. Yine de bu, sonucu her şekilde değiştirmezdi; onu öldürecekti.
"Bekle beni, senin için geliyorum."
Jungkook, arkasında bırakmış olduğu bıçağını almaya gitmeden önce, Yoongi, ona orta parmak çekmişti.
Sonra Yoongi, ani duygu değişimi yaşamış ve sıkça nefes alıp vermeye başlamıştı. Tekrar korkuyordu; acı çekmekten değil, ölmekten...
O an, yaşamak istediğinin farkına varmıştı. Kendisini merak eden kardeşi, gelecek kış tatilinde eve gelmesini bekleyen anne ve babası vardı. Üstelik ölürse, nasıl Hoseok ve Jimin rahatça sonsuz uykuda kalabilirdi? Onların yaslarını tutmalı, cenazelerine katılmalı ve güzelce gömüldüklerinden emin olmalıydı. Kendisi yaşayabilsin diye mücadele eden bu iki gencin, ormanlık bir alanda öylece bırakılmasına göz yumamaz, çabalarını boşa çıkaramazdı. Sonra yeni kitabını bekleyen hayranları vardı. Bir son bekleyen kitabına ne demeli?Yaşamalıydı.
Yaşam arzusunu, tüm hücrelerinde hisseetmişti; hatta korkusundan da ağır basmıştı.Ayağa kalktı ve sağlam ayağına güvenerek hızlıca hareket etti. Öncelikle bilgisayarına ulaştı. Boş bir sayfa açarak aklındakileri oraya döktü. Ölürse diye, Jungkook'u oraya betimledi. Ölürse, onu bulmalarını bu şekilde sağlayabileceğini düşünüyordu.
Daha sonra ayağa kalkmış, mutfağına yönelmiş ve mutfak dolabından ekmek bıçağı almış, daha sonra da banyosuna doğru ilerlemişti. En güvenli yer, şu an, orasıydı.Küvetin dibine oturarak bedenini kapıya çevirdi. Bıçağını da aynı yöne doğru tuttu. Jungkook için beklemedeydi. Geldiğinde ona karşılık verecekti. Ölürse de "mücadele ederek" ölmüş olacaktı.
Hızla inip kalkan göğsü, yavaşlamak istemeyen kalbine eşlik ederken hissetti ensesinde; ılık ve hafif bir üfleyiş gibiydi.
"Oyun bitti, sürtük."
Duyamasa da kelimelerin ardında bıraktığı izi, sıcak nefesi. Anlamıştı, tam arkasındaydı.
Usta bir çeviklikle bıçağını çevirdi ve sol tarafından dönerek bıçağını rastgele sapladı.