Sahnenin kırmızı perdesi yavaşça açıldığında ben yerdeydim. Öne uzanan bacağıma doğru esnerken henüz kafamı kaldırmamıştım. Evgeny Grinko- Valse müziği yavaşça başladı. İlk birkaç saniye şeklimi korudum. Daha sonra tek kolumu kaldırdım bu sırada kafam ellerimi izliyordu. Yere dayadığım kolumdan güç alıp ağır hareketlerle parande attım. Ve ayaktaydım. Müzik yavaşça hızlandığında kollarımı martı gibi kıvırıyordum. Pointlerimin sesi duyuluyordu. Kendimi geriye doğru bıraktığımda Aras karanlıktan gelip kollarımın altından tuttu. Yavaşça kaldırıp döndürdü. Ona bakıyordum. Rol icabı. Aşık gibi. Yere indiğimde yüzümde ruhumun acı çeken ifadesi hala duruyor olmalıydı. Acı çekiyordum çünkü. Müzik hızlandı ve ayaklarımla kollarımla müzikle kardeşliğini korumaya başladı. Sahneyi dönerek turluyordum. En son olduğum yerde daha hızlı dönüşler yapıp bitirdim. Seyirciye değil bana tutulan ışığın kaynağına bakıyordum. Gözlerimi dolduran kaynağa. Selam için kafamı indirdiğimde bir şey gördüm. Zehir yeşili bir şey. Perde kapanana kadar bana bakmaya devam eden zehir yeşili.. O da ordaydı. Korhan.
Kulise giderken hala aklımdaydı. Ama en son yaptığı şeyden sonra.. kulise girip kapıyı kitledim. Aynanın önüne gelip kendime baktığımda gözlerimin dolduğunu fark ettim. Öylesine hiçlikle dolmuştu ki içim ne hissettiğimi de anlamam zorlaşıyordu artık. Gözlerimi silip üstümü değiştirdim. Tütümü elime alıp çantamı sırtıma takarken kapı çaldı. Açtım. Hedef yine zehir yeşili gözler olunca içimde çığlıklar kopmak istedi adeta.çığlık. Hani şu acının ses hali. Ya da korkunun ya da hayal kırıklığının ya da... "Ne istiyorsun?" diyebildim sesimdeki kararlı tonu korurken. "Konuşalım." "Hayır." İçeri girdi. Zorla . " Derdin ne senin?! Uzak dur artık benden istemiyorum konuşmak anlamıyor musun?" dudaklarımı kapatıp hafifçe kapıya yasladığında muhtemelen yanaklarımın kızarmasına engel olamamışımdır. "Bak. Özür dilerim tamam mı? Bağırmak istemedim. Piçlik ettim ama artık abartma. Sana dokunduğumda kızaran yanaklarını görmezden gelmemi istiyorsan,beni gördüğünde o güzel suratını düzeltmeni istiyorum. Anlaştık?" Düz düz bakıyordum. Ama kalbim hiç de düz bakışlı falan değildi şuan. "Hm. Anlaşmışız evet. " elini yavaşça çekti. "Bana bulaşma embesil." Onu sertçe itip odadan hızlıca çıktım. Bir taksi çevirip oradan ayrılırken sesini aklımdan çıkarmaya çalışıyordum. Sesini,bakışını,yüzünü unutmak istiyordum. Gelmek istediğim yere geldiğimde taksiyi beklemesi için uyardım. Yavaşça mezarlığa doğru yürürken çevredeki eski yaşayanları süzüyordum. Ölü demek gelmiyordu içimden. Annemin mezarına yaklaştığımda adımlarımı yavaşlattım.Hala alışamamış gibiydim. Ona giden bu adımlar sanki kalbimin üstünde zıplamak,çiğnemek olarak dönüyordu bana geri. Mezarın yanına yavaşça oturduğumda toprağının kuruduğunu fark ettim. Toprağını ıslatıp kötü otlardan ayıklarken onu düşünüyordum. Annemi. Ben yıldızlara bakıp onun yüzünü görmeye çalışırdım küçükken. Toprağını avuçluyordum şimdi düşüncelerimi kendime satarken. Çenem titrek bir şarkı tutturmaya başlamıştı yine. "Yorgunum,anne. " sesim çatlamaya başlamıştı. "Bu nasıl bir yorgunluk biliyor musun? Bu dünyanın altında kalmak gibi bir yorgunluk. Bir yandan da o kadar yorulmadım ki diyorum. Tutunamadım hiçbir şeye ben. Öylesine hiç gibi varım ki,yokluk bile canlılık belirtisi bende." Artık ağlıyordum. Kafamı yavaşça toprağa koydum. Bir yandan da toprağı okşuyordum. "Eksik kaldım anne. Eksiltildim ben. " beni yavaşça birinin kaldırdığını hissettiğimde paniklemedim. Kokusundan o olduğunu anlamıştım. Beni kucakladığında ona bakmadım. "Üşümen umrunda değil mi?" dedi düz bir sesle. Ama kolları öyle güzel sarıyordu ki aslında ne demek istediğini anlamama yetti. Yüzümü yine boynuna gömdüğümde sanki kanım kesilmişti. Sanki çoktan ölmüş birini taşıyordu. Canlı dedikleri insanlar beni görseydi ölü dediği şu uykudakilerden daha ölü olduğumu görürdü.
Beni ölümle yaşam arasında tutan yalnızca bir nabız belirtisi mi?
A
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kafes
Teen FictionKızın uzun siyah saçları uçurumun kenarında rüzgarla eserken denize bakıyordu. İstemiyordu. Yaşamak istemiyordu. Bu olanlar nasıl olmuştu? Bu ana nasıl gelmişti? Yaşadığı her an onun ölümüydü. Yaşadıkları onu ölüme getirmişti. Arkasından bir ses duy...