dokuz | ilham

124 32 268
                                    

Elime kalem almayalı tam altı gün olmuştu. Altı gündür tek bir resim çizmemiş, tek bir duvarı renklendirememiştim. Kapalı bir kutu gibi hissediyordum. Her geçen gün biraz daha doluyor, patlamaya yaklaşıyordum. Eskiden biraz olsun zihnimdeki yükü hafifleten bu alışkanlığımdan da mahrum kalmak, zaman zaman delirecekmişim gibi hissetmeme neden oluyordu.

Defterime çizim yaparken bir defa daha yakalanabilme ihtimalim, ister istemez daha ihtiyatlı davranmama neden olmuştu. Ancak kendime karşı dürüst olmam gerekirse, resim çizemememin tek nedeni Çağla'nın merakı değildi. Çünkü gittikçe daha da koyu bir renge bürünen sıkıntımdan kurtulmam için, onun defterimi görmesi gibi bir bedel ödemem gerekiyorsa, razı olurdum. Rezil olmayı göze alacak raddeye gelmiştim.

İşin aslı, basit bir tedirginlikten daha derindi. Hayatımın sıkıcı monotonluğu ardından gelen bu düzensizlik, beni ruhumun önceden özgür bırakabildiğim bir parçasını kilit altına almak zorunda bırakmıştı. Dikkatli olmak zorundaydım. Ve artık sadece dışarıda değil, evde de kontrollü davranmam gerekiyordu. Kabus görüp Çağla'yı uyandırmamak için uyuyamıyordum. Kafama estiği gibi sabaha doğru evden çıkamıyordum. Sırf canım öyle istediği için başımı belaya sokamıyordum.

Sürekli kendimi zapt etmeye çalışıyordum ancak bana sorarsanız özümde nasıl bir insan olduğumu kendim de unutmuştum.

Uzun, sevimsiz apartmanların arasında kalan renksiz sokakları ezbere yürümeye devam ettim. Tek omzumdan sarkan sırt çantam her adımımda çalkalanıp kulağıma sprey boyalarımın gürültüsünü taşıyor, resim çizmeyi ne kadar özlediğimi bir kere daha bana hatırlatıyordu. Çağla'yı önceden söz verdiğim gibi Gülizar'ın yanına bırakmıştım ve o gün parmaklarımdaki mührü çözmeye kararlıydım. Yalnızlığımda esin kaynağımı tekrar bulacağıma inanıyordum.

Gökyüzünde gittikçe daha da yoğun bir turuncuya boyanan bulutlar asılıydı. Akşama has, nemli bir esinti yüzümü okşadı. Hâlâ mahalle köşelerinde oyun oynayan çocukların kahkahalarını işitebiliyordum. İstop oynayan bir grup renkleri bulmak için dağıldığında, dudaklarıma buruk bir tebessümün yerleştiğini hissettim. Her insanın bir zamanlar bu kadar masum olduğunu düşünmek bir an için güç gelmişti. Babam mesela, bir zamanlar o bile günahsızdı.

Sahi, hangi noktadan sonra çocuk olmayı bırakıyorduk? Ne zaman iyi ya da kötü insanlar olmaya başlıyorduk? Ya da her insanı değerli kılan şey, hepimizin bir zamanlar çocuk olması mıydı? Başımı iki yana sallayıp zihnime üşüşen soruları def ettim. Zira cevapları bulsam bile o esnada bir işime yarayacağını sanmıyordum.

"Kaan?" Hırıltılı bir ses, çocuklardan gelen gürültüyü aşıp kulaklarıma dolunca, derin bir nefes verip arkamı döndüm. Seslenen Ömer Ağabeydi. "Ben de seni arıyordum. Nerelerdeydin?" diye sordu hızlı adımlarla yanıma gelirken. Yüzündeki samimi gülümsemenin hatırına, memnuniyetsizliğimi belli etmemek için çaba gösterdim.

"Duymuşsundur mutlaka."

Bunun üstüne kahkaha attı. Muhtemelen yıllarca sigara içtiği için gırtlaktan gelen bir sesi vardı ancak onu tanıdığımdan beri böyleydi. Kafası kel olmadan ya da elinde sigarası olmadan hayal edemiyordum. "Duydum ama düşündüğümden daha mutsuzsun sen."

İlhamını tanıdıktan sonra yeteneğini kaybeden tek sanatçıydım belki de.

"Merkeze doğru yürüyelim mi?" diye sordu sigarasını ateşlerken. Tek gözünü kısmış tepkimi ölçüyordu.

"Bu gece çizecektim."

"Aslında konu onunla ilgili. Birlikte gidelim, anlatırım sana da. Ama yavaş yürü, yetişemiyorum sonra." Cevabımı beklemeden yola koyuldu. Ben de gönülsüzce onu takip ettim.

maviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin