on bir | yalan

112 30 189
                                    

"Bana bir şey söyle." dedi ağlamaktan çatallaşmış sesiyle. Göz kapakları şişmiş, yanakları kızarmıştı ama sokağı sersem bir ağırlıkla adımlarken bana bakmıyordu. Başını geriye atmış, gökyüzünü seyrediyordu.

"Neyle ilgili?" diye sordum. Aramızda iki adımlık mesafe vardı. Arabamı olduğu yerde bırakıp eve yürümeye karar verdiğimizde, elimi tutmaya yeltenmişti ancak sözsüz bir geri çekilişle reddetmiştim onu. Yorum yapmasa bile aramıza ördüğüm mesafeye içerlediğini görebiliyordum, her zamankinden daha uzakta duruyordu.

"Gökyüzüyle ilgili mesela. Aklına gelen ilk şeyi söyle."

Ben düşünürken sabırla beni bekledi. O kadar unutmuştum ki birileriyle öylesine sohbet etmeyi, kişiliğim de sesimle birlikte silinmiş gibi hissediyordum. Sanki geçmişim yoktu, sanki bundan bir önceki günü hiç yaşamamıştım. Aynı günü tekrar ve tekrar yaşadığım, bitkin düşene kadar kabuslarımla cebelleştiğim sonsuz bir döngüye hapsolduğumu hissediyordum.

Zihnimin en tozlu köşesinden unutmaya yüz tuttuğum bir anımı çekip çıkardım. Artık ben de yukarı bakıyor, gözlerimle yıldızları takip ediyordum. "Dünyanın içinde yaşadığımızı sanırdım küçükken. Gökyüzünün balon gibi bizi içine hapsettiğini ve yıldızların da bu balondaki deliklerden gelen ışıklar olduğunu düşünürdüm."

Geniş, içten bir gülümsemeyle gerildi dudakları. Üzerinden tamamıyla atamadığı mahzunluk ayrı bir samimiyet katmıştı ifadesine. "Seni küçükken hayal etmeye çalıştım da," Başını iki yana salladı. "Sanki hep böyle ciddiymişsin gibi geliyor. Hiç küçük olmamışsın gibi." Demek ki hatırlamıyordu.

"Bana da öyle geliyor."

"Ben de saymayı ilk öğrendiğim zamanlar yıldızları saymaya çalışmıştım." dedi çocuksu bir gülümsemeyle. "Her gece biraz daha sayarsam eninde sonunda kaç tane olduklarını bulacağıma inanıyordum. Ama çok geçmeden her gün gökyüzünün değiştiğini, bazı geceler yıldızların hiç görünmediğini öğrendim."

"İlk defa saymayı öğrenen bir çocuk için fazla bilgeymişsin."

Takılmama göz devirmek yerine usulca kıkırdadı. Dudaklarının iki ucuna yerleşen gizemli tebessümden aklında başka bir hatıranın canlandığı belli oluyordu. "Aramızda kalsın ama ben küçükken çok aptaldım." O fısıldayarak konuşuyor, ben de sanki duyduğum en büyük sır buymuşçasına, dikkatle dinliyordum onu. "Birinci sınıfın yarısına kadar saymayı öğrenemedim neredeyse. Babam o kadar çok uğraşmıştı ki bana öğretmek için, rüyasında bile abaküs boncuklarını sayıyordu o sıralar. Hayalci, aklı bir karış havada bir kızdım."

Derin bir uykuya teslim olmadan saniyeler öncesinde bulabileceğiniz dinginlikle küçüklüğünü anlatırken, o hayalci kıza dair geriye kalanları da gün yüzüne çıkarıyordu Çağla. Bu dalgın gülümsemesini henüz keşfediyordum. Gariptir ki onu tanımak yeni biriyle tanışmak gibi değildi. Neredeyse samimi bir dostla tekrar karşılaşmak kadar tanıdık ve sıcak bir histi.

"Sen?" diye sordu, o üstelemeden konuşmayacağımı fark ettiğinde. "Sen nasıldın küçükken?"

"Yaramaz." Gözlerini ağzıma indirdi. Benim yüzümün de onunkine benzeyen bir gülümsemeyle gerildiğini o anda ayrımsamıştım. Bu beklenmedik tebessüme sanki kendim de inanamazmış gibi gizlice elimi kaldırmış, parmaklarımın uçlarıyla dudaklarımı yoklamıştım hatta. Suçluluğun gelip yüzümü bir kere daha keskin bir ifadesizliğe bürümesini bekledim ama olmadı. Beni her zaman daha derinlere çeken karanlığımın sesi, o geceye mahsus kısılmıştı.

maviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin