1.BÖLÜM
• UÇURUM •
❄
Fortene ülkesinde mevsim kıştı. Büyük bir zemheri, insanın içine kadar işliyor ve insanı tamamen kürk giymek istemesine itiyordu. Beyaz ve kusursuz karlar, beyaz bulutlar ile kaplanmış gökyüzünden teker teker düşüyor ve bu da insanın daha fazla üşümesine neden oluyordu.
Tüylerim ürperdi. Samur kürküme daha fazla sokuldum ve kendimi daha fazla ısınmaya zorladım. Kendimi, sarayın dış merdivenindeki tırabzanlara daha fazla yasladım ve neredeyse boş olan avluya gözlerimi diktim. Beyaz karlar avluya yuva kurmuştu ve soğuktan olsa gerek, kuşlar bile uçmuyordu soğuk gökyüzünde. Soğuk, bazen düşünceleri dondurup gayet yararlı olsa da, mutlu olduğum zamanlarda pek de iyi olmuyordu. Lakin şu sıralar mutluluk, zihnimin epey uzak olduğu bir kavramdı.
"Lydia Anderson."
Arkamı döndüm ve adımı çağıran kişinin kim olduğuna bakmak için koyu kahverengi gözlerimi etrafta gezdirdim. Üvey annem tam arkamda duruyordu. Yine o zümrüt taşlarıyla donatılmış tacını koyu sarı saçlarının üzerine takmış, güzel koyu mavi elbisesini giymişti ve bir kraliçeye yakışır bir biçimde buz tavrını koruyordu. O da bu hava gibiydi.
Ona nazikçe başımla selam verdim ve soru sorar gözlerle baktım.
"İçeriye geç, üşüteceksin."
Sertçe yutkunduktan sonra kafamı onaylarcasına salladım ve siyah rengindeki elbisemin eteklerini, zemine değdirmemek için hafifçe tutarak büyük salona doğru adımladım. Salona girdiğimde büyük bir sıcak beni karşıladı. Neredeyse buza dönüşecek olan bedenimin buzları eridi. Hizmetçiler, salondaki şöminelerin ateşini körüklüyordu ve oturan insanlara sıcak çay ile kahve dolduruyordu. Zaten bu soğukta bana iyi gelecek tek şey, sıcak içeceklerdi. Bu yüzden büyük ve uzun masalardan birine oturdum ve hizmetçilerin bana bir bardak sıcak çay doldurmasına izin verdim.
Çayımı içerken derin bir nefes aldım ve oturduğum sandalyede daha çok yayıldım. Ancak annemin benim yanıma oturmasıyla beraber kendimi biraz toparladım; omuzlarımı dikleştirdim.
"Lydia," dedi annem, derin bir nefesten sonra.
Anneme soru sorarcasına bakışlar attım. Çenemi kaldırdım. Bazen, çürük ve sakat ruhumu onun zarafetli ancak güçlü ellerinde hissediyordum. Beni kontrol ediyordu. Gücümü kontrol ediyordu. Aslında beni kontrol edip hayatımı yönlendirmekten başka bir şey yapmıyordu.
Düşüncelerim, onun yemyeşil gözleri yüzünden tökezledi. "Gel," dedi ve ayağa kalktı.
Bunun üzerine kaşlarımı çattım ve tıpkı onun gibi, çayımı boş vererek ayağa kalktım.
"Seninle konuşacağım."
Bu cümle, gerilmeme sebebiyet verdi. Bedenimi sıcaklık bastı. Annemin yürüdüğü gibi yürüdüm. Salondan çıktık ve beyaz karlarla donanmış zemine ayak bastık. Ayaklarımda kalın çizmelerim olsa da, bu, üşümeme engel olmamıştı.
"Nereye gidiyoruz, anne?" diye sordum, tereddütle.
Annem sorumu cevaplamadı. Gitmeye devam ettik.
Avlunun kapısından çıkarken, "Anne," dedim sert bir ses tonuyla. "Sana, nereye gidiyoruz dedim."
Annem beni yine yanıtlamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Geçmiş
Fantasía(Uzun bir süre devam etmeyecek.) Geçmişin çok daha ötesinden, geleceğe adım atan bir kız: Lydia Anderson. Ve karanlık bakışlarını ışığa buladığı anda gözleri önünde beliren genç adam: Pamir Aral. Lydia Anderson, bu yere nasıl düşmüştü, nasıl gelmiş...