“Bugün ne oldu biliyor musunuz? İşe giderken bir pizzacının önünden geçiyordum ve cam kenarında oturan iki kişiyi tanıdığımı düşündüm. Biraz daha yaklaşıp emin olmaya çalıştım. Camın diğer yanında dakikalarca durmama rağmen bu iki kişi öyle koyu bir sohbete dalmıştı ki beni fark etmediler bile.”
Yiğit tepelerinde dikiliyor, Bahar önünde sadece bir dilimi yenmiş koca bir pizzayla şok olmuş bir şekilde ona bakıyordu. Cihan ise o kadar rahattı ki rahatlığını kelimelere dökmek bile zordu.
“Benim hatam.” dedi rahat tavrını hiç bozmadan. “Bahar bana mesaj atmış ama ben senin bu sabah ofiste olmadığını tamamen unutmuşum. Öyle olunca öğle yemeğini beraber yemeye karar verdik.”
Bahar şaşkınlık ve hayranlık arası bir ifadeyle Cihan’a bakıyordu. Kendi suçunu üstüne almıştı ve bunu yaparken çok cool’du. Yiğit bile bu açıklamadan sonra biraz bozulmuş gibi görünüyordu.
“Anladım.” dedi cümlesini toparlamaya çalışırken. “Artık burada olduğuma göre şirkete geçebiliriz değil mi? Sizin için bir sorun olur mu?” Son cümlesi tabiki son derece iğneleme yüklüydü. Bahar çantasını toparlayıp ayağa kalkmaya çalışırken eliyle onu durdurdu.
“Sen bana bir pizza alıp öyle gel. Nasıl olacağını hatırlıyorsun değil mi?”
“Ah, evet tabi. Acılı, mısırsız ve yanmamış olacaktı değil mi?”
Yiğit’in yine afalladığını fark etti. Amacı onu şaşırtmak değildi aslında. Anlaşılana göre Yiğit bugün pek formunda değildi.
“Evet,” dedi parmağı havada sallanırken “Hadi Cihan.” deyip çıkışa yöneldi.
Bahar geldiğinde ikisi de odanın ortasındaki deri koltuklara oturmuş sohbet ediyorlardı. Cihan’ın önünde bir kahve kupası vardı. İçeri girdiğinde ona gülümseyince yine gözleri kısıldı.
Bahar elindeki paketi Yiğit’in önüne bırakıp geri çekildi.
“Dosyalar masanızın üzerinde. Bir sorun olduğunu sanmıyorum ama isterseniz bir kontrol edip üstünden geçin. Saat 16.30’da babanız yanına uğramanızı istedi.”
Yiğit kafasını sallayarak paketi açmaya başladı. İşte bu kafasını karıştırıyordu. Bu adam, dün akşam onunla beraber kahve içen adam değildi sanki. Odadan çıktıktan sonra adını duyunca tekrar kapıya yaklaştı. Kimse onu çağırmamıştı ama içerde ondan bahsediyorlardı. Kimse olup olmadığını görmek için etrafına bakınıp kapının yan tarafına geçti. Kapı cam olduğu için önünde duramıyordu.
“Demek sekreterimle yemeğe gittiniz ha.”
“Abartılacak bir şey değil bu Yiğit. Sadece küçük bir öğle yemeği. Ayrıca Bahar gayet sıcakkanlı biri bence.”
Yiğit’in gülmeye çalıştığı ama ağzı dolu olduğu için bunu yapamadığı gelen seslerden bile belli oluyordu.
“O da diğerleri gibi işte. Sadece işini yapıyor ve arasını şirketteki herkesle iyi tutmaya çalışıyor.”
Bahar biraz daha kapıya yaklaştı. ‘Arasını herkesle iyi mi tutmaya çalışıyordu? Dünkü olaydan sonra bunu mu diyebiliyordu yani. O sapık Selim’e sövüp saymadığı için arasını iyi tutuyormuş gibi mi görünmüştü?’
“Bence haksızlık yapıyorsun.” dedi Cihan’ın sesi. “Bu arada sen niye geç geldin bugün? Gece dışarda mıydın yine?”
“Hımm, dolandım biraz.”
“Yine çok içmişsin. Gözlerinden bile belli oluyor.”
“Tamam anne, bir daha içmem.”
Cihan’ın kahkahasından sonra sesi yaklaştı.
“Sadece senin iyiliğini düşünüyorum tamam mı? Bu arada akşama hazırlık yapmak için mutfağa inmem gerekiyor.” Bahar masasına geçip eline gelen ilk dosyayla ilgileniyormuş gibi yapmaya başladı.
Birkaç saniye sonra Cihan kapıdan çıktığında ise hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi gülümsemesini takınıp onu uğurladı. Sonra Yiğit’in arkasından söyledikleri aklına geldi. Sadece bir saat önce Cihan’ın anlattıklarını dinlerken Yiğit’i gerçekten anlamıştı. Sadece kısacık bir an için onu anlayıp kendini onun yerine koyabilmişti. Peki o niye kendisinden nefret ettirmek için bu kadar çaba harcıyordu ki?
**
Nihayet bu akşam Ceren’i çağırabilmişti. Kucaklarında birer kase patlamış mısırla film izliyorlardı. Ah, hayır. Kucaklarında birer kase patlamış mısır eşliğinde konusundan bile haberdar olmadıkları bir film neredeyse yarısına gelmişken sohbet ediyorlardı.
“Peki sapık adamı tekrar gördün mü?”
Ceren mısırları ikişer ikişer ağzına atarken heyecanla Bahar’ı sorguluyordu.
“Hayır, tüm gün görmedim.” Kolasından koca bir yudum aldı. Sonra ağlayacak gibi bir ifadeye büründü. “Kilo vermem gerekiyor. Karın bölgemdeki yağlanmayı görüyor musun?”
“Göbek diyoruz biz ona. Reklamlardaki gibi konuşmaya başlama beni korkutuyorsun. Ayrıca evet, bence biraz dikkat etmen gerekiyor.”
“Hepsi senin yüzünden biliyorsun değil mi? Eve getirdiğin tüm abur cuburları birlikte yiyoruz. Ama nasılsa sende bir gram bile fark olmazken ben evrene doğru genişliyorum.”
“Lütfen tatlım, yiyip yiyip kilo almamam benim suçum değil. Doğuştan gelen süper yeteneğim sadece.”
“Senden nefret ediyorum.”
“Hala tam olarak anlatmadın. Yiğit’le bugün konuştunuz mu o sapık hakkında?”
“Ceren nasıl tam olarak anlatmadım? Aynı hikayenin üstünden üçüncü kez geçiyoruz şu an. Hayır, dedim. Konuşmadık, dedim. Yiğit bugün tam bir hödüktü, dedim. Başka söylemediğim bir şey kaldı mı?”
“Bir de Yiğit’in şizofren olduğundan şüpheleniyordun sanırım.”
Evet, bu da Bahar’ın sinirle Yiğit’e saydırdıklarından biriydi.
“Evet, o da vardı. Ama sana Antalya olayını anlattım mı?”
Bu cümleyi durunca Ceren elindekileri ağzına atmadan önce donup kaldı. Bu sırada film hala devam ediyordu. Kadının biri ağlayarak adamın birine tokadı basarken Ceren’in sesi kesik kesik çıktı.
“Antal- Ne Antaly- Anlatmadın! Nasıl anlatmazsın?”
Bahar bitirdiği kola bardağını sehpanın üzerine bırakıp doğruldu.
“Cidden ben nasıl anlatmadım bunu sana?”
“Çatlatma Bahar! Ne Antalya’sı?”
“Bugün Yiğit babasıyla görüşüp geldi. Babası otelin Antalya şubesine gidip denetlememizi istemiş. Yani Yiğit’in denetlemesini istemiş. Çalışanlarla ve mutfakla ilgili şikayetler geliyormuş son zamanlarda. Pazartesi günü Antalya’ya gidiyoruz yani.”
“Ve sen hala patlamış mısır yiyorsun?” dedi Bahar’ın elindeki kaseyi hızla alırken “Senin kadar sorumsuz birini görmedim! Acilen kilo vermen gerek.”
Bahar tekrar kasesini aldı onun elinden. “İş için gidiyorum Ceren. İncecik bedenimi sergilemek için bikini giyecek zamanım olmayacak. İki ya da üç gün kalacağız zaten.”
“Bir hafta falan kalmak için ikna edemez misin acaba?”
“Oradaki konumumun sadece sekreterlik olduğunu biliyorsun değil mi?”
“Tabiki, benim sana bulduğum bu sekreterlik işi sayesinde gidip Antalya’yı görebilme fırsatı yakaladığını da biliyorum.”
“Evet, üç gün içinde Antalya’nın içinde bir oteli teftiş etme şansını yakaladığım için çok şanslıyım. Bu fırsat için sana ne kadar teşekkür etsem az.”
“Senin sorunun ne biliyor musun Bahar?” Ceren ağzına biraz daha mısır attı. “Küçük şeylerden memnun olmayı bilmiyorsun. Bu gerçekten çok kötü.”
Bahar ona alaycı bir bakış atıp gözlerini kasesine indirdi. Birden patlamış mısır fazla yağlı göründü gözüne. Pazartesiye kadar iki günü vardı. İki günde kilo veremezdi heralde. Mısırını yemeye devam etti.