|| 2.

192 13 10
                                    


Türkiye'nin belkide en güzel şehri olan İzmir'de doğmuştum.

Öz annem Koreliymiş. Babam ise Türkmüş. Üniversiteleri bittiği zaman evleniceklermiş. Fakat bir gece ikisininde zil zurna sarhoş olması ile birlikte olmuşlar. Ve annem o gün bana hamile kalmış.

Bunu öğrenen babam bizi terketmiş.Annem beni ne olursa olsun doğurmuş. Büyütmeye çalışmış. Ama hayat onun karşısınada bir sürü zorluklar çıkarmış. Anne ve babası evlatlıktan reddetmiş ve evden atmışlar.

Annemde son çağre en yakın arkadaşı olan Canan, yani üvey annemin yanında kalmaya başlamış.

Bir gün üvey annem evde yokken asmış kendini annem. Daha fazla dayanamamış ve hayatına son vermiş.

Bu olaydan sonra Canan artık bana bakmak zorunda kalmıştı. Üvey babam ile tanışıp evlendikten sonra beni tam çocukları gibi benimsemiş, büyütmüşlerdi. Her şey güzeldi. Mutluyduk.

Ta ki Sıla, üvey kardeşim, doğana kadar. Bütün ilgi ona gitmişti bir anda. Bütün sevgi, bütün gözler. Unutulmuş gibiydim. Bu beni her ne kadar üzsede kendi kendimi teselli ediyordum.

O daha yeni doğdu için ilgiye ihtiyacı var. Hem ben onların ilk çocuklarıyım. Tarzında şeyler söyleyip duruyordum kendime.

Sıla'yla iyi anlaşırdık. Eğlenirdik birlikte oynarken. Bir gün kahvaltı için mutfağa merdivenlerden inerken 'Eğer burdan 5 merdiven atlayıp inersem bana çikolatalı ekmeğini ver olur mu? Ama eğer sende atlayabılırsen ben sana hem benim çikolatalı ekmeğimi vericem hemde yanında sana bir çikolata daha vericem.' Diye bir fikir atıp 5 merdiven bırakarap yere sağsalim basmıştım.

12 yaşındaydım. Boyum yaşıtlarıma göre uzundu bu yüzden rahatlıkla atlayabilmiştim. Fakat Sıla daha 5 yaşındayı, küçüktü. Merdivenden atlarken bir anda ayakları birbirine dolaştı ve yuvarlanmaya başladı.

Gürültüyü duyan üvey annem ve babam hemen yanımıza gelmişlerdi. Sıla'yı yerde başından akan kanla yatarken gördüler. Ben göz yaşlarım içinde olayı anlatırken hızla arabaya binip hastaneye gittik.

Ama her şey için çok geçti. Ölmüştü. Beyin kanamasından. Benim yüzümden.

Bu yaşanan olaylardan üvey annem ve babam hep beni sorumlu tutmuşlardı. Benim yüzümden ölmüştü Sıla.

Sıla'nın ölümü ile bana kötü davranmaya başlamışlardı. Her gece odamdaki pencereden gökyüzüne bakıp ağlardım.

Bir kitapta okumuştum. Ölen insanların, gece gökyüzüne çıkan yıldızlara dönüştüğünü okumuştum. Bu yüzden, ayın odamı aydınlattığı geceler, Sıla'dan defalarca kez özür diliyordum.

Bir gün, bana aslında evlatlık olduğumu ve beni öz annemin başka bir arkadaşının yanına yollayacaklarını söyledi üvey annem.

Bana en başından yaşanan bütün olayları anlatmıştı. Ben daha evlatlık olduğum gerçeğini sindiremezken bir anda kendimi Kore'de, öz annemin diğer bi en yakın arkadaşı olan Pınar ablanın yanında bulmuştum.

Kore'de ki ilk yıllarım zordu benim için. Dillerini öğrenmek için çok büyük çaba sarf etmiştim. O sırada yeni bir okula yazılmıştım. Fakat pek arkadaşım yoktu. Normalde de soğuk olan ben Sıla'nın ölümü ile kendimi insanlara kapatmıştım adeta. Bir yandan eğitimimi görürken Pınar abla "Her zaman yanında olamam. Bu yüzden kendini korumayı öğrenmelisin." Diyerek beni bir dövüş kursuna yazdırmıştı.

15 yaşıma basmam ile Big Hit'e başvurmuştum. Kabul edilmiştimde. Hemde birincilikle.

Üzerinden yıllar geçmesine rağmen üvey ailem ile hala konuşmuyorduk. Sadece bir ara benim ünlü bir olduğumu ve çok para kazandığımı görüp beni aramışlar ve geri gelmemi istemişlerdi.

Headliner || MYGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin