Havalar ısınmış olurdu. Hem Da Eun'un okulu da o zaman tatile girecekti. Gelinliğimi prenses model alacaktım. Hep öyle bir gelinlik giymeyi hayal etmiştim. Saçlarımı emanet edebileceğim iyi bir kuaför bulmam gerekiyordu. Evi hastaneyle BigHit arasında bir yerde tutardık ki ikimiz de işe rahat gidebilelim. Kızımızın adı Da Hyeon'la, oğlumuzun adı Jimin'le kafiyeli olurdu.
"Hey!" dedi kafası karışık şekilde bana bakarken. Başını yana eğmiş elini dengesizce yüzümün önünde sallıyordu.
"Karizmamla kızlara çok çığlık attırdım ama daha önce komaya giren olmamıştı."
"Kusura bakma," dedim sarhoşluğundan ve bana verdiği izinden yararlanıp onunla rahat konuşarak. "Dalmışım. Artık pansumanını bitirsem iyi olacak."
Ancak dudağının kenarındaki yaraya geldiğimde bütün profesyonelliğim uçup gitmişti. Dudakları dolgun, güzel ve yumuşaktı. Karşımda bir erkek güzeli vardı ve tek yapabildiğim pansuman yapmak için dudağına dokunabilmekti. Yüzüm kızarmaya başladığında aklımı dağıtmak için konuşmaya başladım.
"Seni almaya gelmesi için birini aramalıyız."
Bana cevap vermek için ağzını açmıştı ki telefonu çalmaya başlamıştı. Dudağının kenarına küçük bir bant yapıştırıp ondan uzaklaştığımda o da telefonunu açtı.
"Hyung," dedi saçma bir sarhoş gülüşü çıkararak. "Bil bakalım neredeyim?"
Eldivenlerimi çöpe atıp ellerimi yıkarken şirinliğinden ölmemek için zor dayanıyordum.
"Ya neden sinirleniyorsun ki? Oyun oynuyoruz burada." Sesini çocuk gibi yapıyor, karşısındakini sinir edecek cevaplar veriyordu. Ellerimi ceplerime sokmuş onu izlerken bu haline eğleniyordum. Ancak karşı tarafı dinledikten sonra beni şok edecek şeyler söyledi.
"Yanımda kız var abi kavga ettim ya benimle ilgilenmesi gerekiyor. İşimiz var. Sonra konuşuruz," dedi.
Sözleri nereye çeksen oraya gidecek cinstendi. Üstelik telefonu her kimse onun suratına kapatacaktı. Böyle bir yanlış anlaşılmaya izin verecek değildim, ayrıca birinin onu buradan götürmesi gerekiyordu. Bu yüzden o kapatmadan telefonu elinden kaptım.
"Merhaba," dedim aldığım bütün iletişim derslerini düşünürken. "Ben Doktor Shin Da Hyeon. Kiminle görüşüyorum acaba?"
"Ben Kim Namjoon. Jimin'in nesi var? Nerede?"
Rap Monster. Şu an telefonda Rap Monster'la konuşuyordum. Bu geceyi Da Eun'a anlatmak için sabırsızlanıyordum.
"Bay Park iyi. Kendisi küçük bir kavgaya karışmış ve alkollü ancak ciddi bir şeyi yok. Gereken pansumanı yaptım, taburcu olabilir. Ama gelip onu almanız iyi olacak." Ardından ona hastanenin adını söyledim.
"Teşekkür ederim," dedi bunun üzerine telefonu kapatmak için yüzümden uzaklaştırdım. Ancak birden bana seslendiğini duyunca telefonu kulağıma geri götürdüm.
"Evet?"
Bir süre durakladı. "Jimin, yani onu televizyonda eminim ki görmüşsünüzdür. O..."
Ne demeye çalıştığını anlamıştım. Bunun bir skandala dönüşmesini istemiyordu.
"Bay Park'ı hastane içinde kimse görmedi. Mahremiyeti açısından onu özel bir odaya aldım. Onu benden başkası görmedi. Bu konuda bir problem olmadığına emin olabilirsiniz."
Bu açıklamanın onu rahatlattığına emindim
"Teşekkür ederim," dedi yeniden. Bu kez telefonu gerçekten kapatıp Jimin'e uzattım. Ancak o çoktan üzerinde oturduğu sedyeye kıvrılmış, sızmıştı. Telefonu sedyeye, yanına bıraktım ve kenardaki sandalyeye oturdum.
Resmen hayatımın en garip gecesini yaşıyordum. Daha önce ünlü birini görmemişken şimdi bir idol tamamen benim insafıma kalmış bir şekilde yanımda uyuyordu. Üstelik başka biri de yoldaydı. Bu benim en şanslı gecem olabilirdi.
Jimin, televizyonda göründüğünden çok daha iyiydi. Şirin yüzündeki yaralar ona biraz olsun sert bir görünüş vermişti ve dağılmış saçları, tozlanmış kıyafetleriyle tatlı bir serseriye dönüşmüştü. Da Eun bana onları anlatırken elbette ki iyi görünüşlerini takdir etmiştim ama gerçekten karşımda durduğunda da bu kadar etkileyici olacağını düşünmemiştim. Üstelik böylesine kötü bir halde.
Orada dalmış öylece onu izliyordum. Bizim zorluklarla dolu hayatımız karşısında onların güzel hayatını düşünüyordum. Onlar çabalarının sonunda kazanmayı başarmışlardı. Bizse hala dibe batmamak için çırpınıyordun. Hayatta uğraştığın şeylerin mükafatını almak güzel bir şey olmalıydı, bir gün bunu biz de yaşayacaktık.
"Saçların çok güzel!" dedi Jimin birden yattığı yerden doğrularak. Her şey o kadar ani olmuştu ki oturduğum yerde sıçramadan edemedim.
Saçlarımın çenemin hizasındaydı ve şu an hiç olmadığı kadar dağınık olmalıydı. Ama onları güzel bir mora boyuyordum, bana farklı bir hava katıyordu.
"Teşekkürler," dedim. "Seninkiler de çok güzel." Saçları sarıya yakın bir griydi. Biraz akmış olmalıydı ama çok güzel duruyordu. Beyaz teni ve gri saçı, kaşındaki ve dudağındaki yaralar. Tanrım, mükemmeldi.
"Biliyorum." Kocaman gülümsedi ve ellerini saçlarına götürüp karıştırdı. "Tamamen sarıya çevirecekler ama. Öyle olmalıymış, öyle dediler." Neşesi birden düştü. "Hep bir şeyler derler." Artık benimle değil, kendi kendiyle konuşur gibiydi. Sesi kısılmış, bakışları boşluğa takılmıştı.
"Nasıl yani?" Elimdeki fırsatları değerlendirmeliydim.
"Bizim işte. Öyle oluyor yani. Söylüyorlar. Ne yapman gerektiğini." Artık parça parça konuşuyordu. Aklını toplayamıyor gibiydi ama ben ne demek istediğini anlamıştım.
"Doktorsun diye anlatıyorum herhalde bunları sana," dedi yeniden sırıtarak. Alkol yüzünden ruh hali çok sık değişiyordu. "Yoksa güzel gözlerinle hiçbir alakası yok."
İltifatı karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Sadece kızarıyor, bir yandan da soğuk terler döküyordum. En zor ve en güzel hastamdı.
Birden telefonu çaldığında aramızdaki bakışma kesildi. Telefonu elinin tersiyle bana itti.
"Namjoon arıyor. Sen aç."
Çabucak telefonu elime alıp ona olduğumuz yeri tarif ettim, çok geçmeden kapı çaldı. Kilidi açtığımda karşımda gecenin 3'üne ve kapalı mekana karşın güneş gözlüğüyle Kim Namjoon, bildiğimiz şekliyle Rapmon belirdi.
Çabucak içeri girdi ve kapıyı ardından kapattı. Gözlüklerini çıkarıp sinirli bakışlarını Jimin'e diktiğinde kendini zor sakinleştirdiğini görebiliyordum.
"Kalk," dedi sadece. Jimin'in yüzünde mahcup ama hınzır bir gülüş vardı.
"Hyung," dedi iyice sırıtarak. "İlk kavgamı ettim ben." Sonrasında kafasına yediği şaplak çok hızlıydı. Öyle ki kahkahamı çok zor zapt ettim.
"Kusura bakmayın doktor hanım," dedi ardından bana dönüp. "Kendime hakim olamadım."
Hafif bir gülümsemeyle kafamı sallayarak sorun olmadığını gösterdim. Jimin'i kolundan tutup ayağa diktiğinde kapüşonunu takmasına yardım etti.
"Size nasıl teşekkür etsem az. Bizi çok büyük bir sorundan kurtardınız.
"Bu benim işim. Hastalarımın hiçbirinin zor duruma düşmesini istemem."
"Leylak," dedi Jimin birden şevkle. "Hayatımı kurtardın. Dile benden ne dilersen."
Bana taktığı lakap öylesine hoşuma gitmişti ki söylediği başka şeylere dikkat edememiştim. Orada öylece ona ve ağzından çıkan güzel söze takılı kalmıştım. Ama Namjoon beni o andan çekip aldı.
"Evet," dedi. "Yardımcı olabileceğimiz herhangi bir şey olursa kesinlikle söyleyebilirsiniz."
Onları reddetmek için hazırlandım. İmzalı birkaç fotoğraf dışında istediğim başka bir şey olamazdı. Ama sonra bir anda aklıma Da Eun geldi.
"Aslında," dedim. "Yardım edebileceğiniz bir şey olabilir."
Karşılaşmayı dilediğim melek bana dayak yemiş halde ayaklarıyla gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lilac | Jimin
Fanfiction"Sana bunları neden anlatıyorum bilmiyorum, Leylak. Ama güzel gözlerinle bir alakası olabilir."