Yirmi Altı

5.7K 492 33
                                    

Günün yarısını uyuyarak geçirdiğim için Leon'un yanından ayrıldığımızda güneş çoktan alçalmaya başlamıştı. Gökyüzü daha kırmızıydı şimdi, başımın üstündeki görüntü hoşuma gitmişti. Hava rüzgarlıydı. Ceketimin yakalarını hafifçe kaldırırken elimin kulağıma değmemesine özen gösterdim. Acı hissetmiyordum ancak kulak kepçemde hafif bir yanma vardı. Esen rüzgar iyi hissettiriyordu.

Pek kalabalık olmayan bir semtteydik, Jimin yüzüne bir şey takmamayı tercih etmişti. Esen rüzgar saçlarını karıştırıyordu, alnındaki saçları havalandırıyordu. Onun bu görüntüsünü seviyordum. Tüm yüzünü görebildiğim zaman daha gerçek geliyordu. Daha gerçek ve daha güzel. Her geçen gün ona daha çok bağlanıyordum ve ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Bu duygular bana bile çok yeniyken ona açılıp kaçıracak değildim ama ondan bir şey beklememem gerektiğinin de farkındaydım. Telefonu çaldığında gözlerimi ondan çekip yola döndüm. O konuşurken ben de biraz daha düşüncelerde boğulabilirdim. Mesela görmezden gelmeye çalıştığım büyük anne problemim hakkında kafa yorabilirdim.

Ancak telefonunu açmak yerine sessize alıp yeniden cebine koydu ve bana döndü.

"Da Hyeon," dedi. Adımla hitap etmesi beni germişti. "Sana söylemem gereken bir şey var." Ses tonu, bana bakışı, seçtiği kelimeler, hepsi söyleyeceği şeyin canımı sıkacak ciddi bir şey olduğunu gösteriyordu.

"Söylediğin şey bana kendimi kötü hissettirecek sanırım." Buruk bir gülüş attım. "Daha fazla."

Sıkıntıyla ellerini saçlarına götürdü. Karıştırırken yüzünü buruşturup kafasını eğmişti. Zihninde bir şeyle savaştığını görebiliyordum.

"Bilmiyorum ama bunu sana bir an önce söylemem lazım. Leylak doğum gününde öyle tartışınca ben-"

"Dur. Duymak istemiyorum, kötü bir habere daha hazır değilim." Kötü bir şeyler geldiğini hissediyordum. Aslında konuşmanın gidişatından nereye varacağı hakkında içimde bir his vardı ama düşüncesi bile o kadar korkunçtu ki gerçekse bunu şu an duymaya hazır değildim. Bir gün yüzleşirdim, o gün bugün değildi.

"Ama-" Yine sözünü kestim, onu dinlemeyecektim.

"Bugün değil Jimin. Annemin mektubunu okuyacağım bugün." Sessizce mırıldandığım cümleler üzerine ısrarı hızla kesilmişti. Sıkıntıyla başını salladı.

"Yanında olacağım." Bugün ağzına yapışıp duran bu cümleyi duymazdan geldim ama karnımdaki ölü kelebekler benim kadar duyarsız olamamışlardı. Hafifçe kıpırdandılar. Ölüyü bile diriltirdi Park Jimin, ne mucize bir adamdı. Bu kez benim telefonum çaldığında onun gibi sessize atmak yerine açmıştım. Areum arıyordu.

"Canım benim nasılsın?" dedi telefonu açar açmaz. Varlığı bana güç veriyordu. Onun için sesimin güçlü çıkmasına uğraştım.

"İyiyim, merak etme," dedim sakince.

"Çok özür dilerim. Annemi biliyorsun. Jimin de seninle olunca çıktım mecburen." Sesi mahcuptu ancak ona kırgın değildim. Yalnız olsaydım gitmeyeceğini biliyordum. "Hem sizi de baş başa bırakmış oldum." Kafamı dağıtmak için yapıyordu. "Gerçi onun dengesiz davranışlarına güvenmediğimi biliyorsun ama sana kendini iyi hissettirdiği sürece izin verebilirim." Kıkırdadı. Gülüşü beni de eğlendirmişti, gülümsemeden edemedim.

"Delisin kızım sen." Sesim eğlenir çıkmıştı. Jimin'in bana dönen bakışlarını hissettim. Göz ucuyla gülümsediğini görebiliyordum.

"Jimin gideceği zaman haber ver, hemen gelirim yanına."

"Tamam canım."

"Öpüyorum seni, görüşürüz." Telefonu kapattığımızda onun tüm günün benimle geçirdiğini fark ettim. Yoğun insanlardı, bu şekilde savsaklayabileceği boş vakitleri yoktu. Telefonumu çantamın içine atarken ona dönmüştüm.

Lilac | JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin