7.Bölüm

92 50 52
                                    

***
Uzun zamandır görmediğim bu evi görmek, bende tarifi olmayan duygular uyandırmıştı. Dış boyası bakımsızlıktan soyulmaya başlamış, budanmayan çimler neredeyse diz boyuna gelmişti.

Evden çok içinde yaşayanlar benim için önemliydi. Uzun yıllar dost kalmıştık. Üniversitenin sonuna kadar da  irtibatımızı koparmamıştık. Ama sonra hayat bize iyi yüzünü göstermemişti.

O günü hatırlamak istemedim. Bir daha kafamda yaşamak istemedim. Ve kafamın en derin, en karanlık yerine gömdüm onu.

Çimlerin arasındaki taş yoldan geçerek kapının önüne geldiğimde çalıp çalmamak arasında kaldım. Belki de bana çok kızmışlardı. Beni yanlarında istemeyeceklerdi. Ama şansımı denedim.

Kapıyı çaldım.

"Kim o?" Sesi aynıydı. Değişmemişti.

"Benim, Doğa."

Kapının bir heyecanla açıldığını orada bulunan herkes anlayabilirdi. Bir anda üstüme atladı. Saçları hep kestirdiği gibiydi. Gözlüğünü değiştirmişti ama. O çok sevdiğim mavi gözlükleri artık yoktu.

"Melodi, kim gelmiş?"

Evin içinden Abigail'ın sesini duyunca gözümden bir damla yaş düşmesine engel olamadım. Çok özlemiştim onları. Abigail beni görünce gözleri büyüdü, ve koşarak üzerime atladı. İkiz olmaları bazı davranışlarına yansımıştı. Ya da normal insanlar uzun süre birisini görmediklerinde üzerine atlıyorlardı.

"Hangi rüzgar attı seni buraya?"

Melodi'nin hiç sorgulamadan konuya girmesi gerçek arkadaş olduğunun kanıtıydı. Onlara ne olduğunu anlatamamıştım. Ama bugün her şey çözülmeliydi.

"Doğa, iyi misin?" dedi Abigail.

"İyiyim, iyiyim. Konuşmaya geldim. Artık birisine anlatmam gerek. Yoksa bildiklerim beni bitirecek."

"Sakin ol. Gel içeri geçelim. Abigail, hiç dikkat etmedim ama çimlerimiz de baya uzamış. Budamamız gerek."

Anneleri İngiltereliydi. Babalarıyla da İngiltere'de tanışmışlardı. Hem babası hem de annesinin milletinin yaşatılabilmesi için isimlerinden biri yabancı, diğeri türk ismiydi.

Salon güzel dizayn edilmişti. Kırık beyaz duvarlar ve bej koltuklar, kahverengi televizyon sehbasıyla uyumluydu. Evin geri kalanı ise bambaşkaydı, yani yıllar önce öyleydi.

Koltuklara oturduk. Ve anlatmaya başladım. O sabahı anlattım ilk önce. Ve bugüne kadar olan her şeyi. Sözlerim bitince ikisi de havaya zıplayarak çığlık atmaya başladılar.

"Biliyordum. Açıklanamayan şeyler vardı. Hep dedim. Sonunda!"

"Falım doğru çıktı. Gerçek bir falcı olduğumu biliyordum!"

"Bir saniye arkadaşlar. Abigail, falcı mısın? Hala mı? Yani o oda hala duruyor?"

Abigail lise ve üniversitede de fal bakardı. Tabii ki çoğu kişi ona inanmazdı ama o hep devam etmişti. İnsanların ne dediği, onun için çok anlam ifade etmiyordu.

"Tabii ki! Gel istersen seninkine de bakayım."

Olayları gerçekten yaşamadıkları için korkmadıklarını anlayabiliyordum. Normaldi. Bana da birisi anlatsa bunları bu tepkiyi verirdim.

Koridorun sonunda, kapısı diğer kapıların aksine siyah olan bir odaya geldik. Abigail kolyesinin içinden anahtarını çıkarttı. O da benim gibiydi. Hafifçe gülümsedim.

Odada çok az eşya vardı. Bir tane masanın etrafında üç sandalye, masanın üstünde morumsu bir küre vardı. Pencere, koyu mor perdeyle kapatılmıştı. Işıklandırma bilerek soluk tutulmuştu.

Sır: Varolmayan Kız(Düzenlenecek) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin