Nilüfer derin bir nefes aldı. Pencerenin ardında kalan geceyi aydınlatan dolunay odanın içine gizlice giriyordu. Nilüfer saate baktı. Duvarı dolunay aydınlatıyordu. Gözlerini kıstı. Gece yarısıydı, üçü yirmi geçiyordu. Belki de yirmi iki, seçemedi. Tekrar bakmak istemedi, Sıtkı'nın çıplak omzuna bir öpücük kondurdu.
Neden hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu? Sahiden artık bu şehir, bu cadde, bu ev... Hepsi anlamını yitirmiş miydi? Doğru yerde miydi? Kendine bu soruyu sordu. Bu sorunun cevabını vermek kolay değildi.
Ertesi sabah erkenden uyanacak, Narlıdere'den otobüse binecek ve Balçova trafiğinde, otobüste taciz edilmemek için en güvenli köşeye sığmaya çalışarak, işine gidecekti. Eğer geç kalırsa elden düşme Mazda'sına binecek, benzin almak için çevreyoluna çıkmadan önceki son benzin istasyonuna uğrayacak ve kredi kartının son limitini kullanacaktı.
"Neden hala bunları düşünüyorum?" kafasının içindeki sesleri susturmaya çalıştı. Sevdiği adamla az önce sevişmişti, mutlu olmalıydı. Huzurlu olmalıydı. Problemler huzurunu bozmamalıydı. Ama? Nereye kadar böyle gidecekti? Elini şakağına yaklaştırdı, ateşine baktı. Mevsim geçişlerinden dolayı hastalanmaya elverişli bir bünyesi vardı. Vücudu sıcak değildi, aksine olması gerekenden soğuktu. Yarı uykulu vaziyette kısık gözlerle kendisini izleyen Sıtkı'nın üzerindeki pikeyi üzerine doğru çekti. Üşümüş müydü? Hayır, bunu fark etmemişti. Çok derin düşünüyordu, çok fazla düşünüyordu, bu kadar düşünmemesi gerekiyordu. Kendi de biliyordu fakat kendine engel olmaya kalktıkça daha fazla yoruluyordu.
Karnının acıktığını hissetti. Yemek yemeli miydi? Yemek yerse uyuyamazdı ve sabah otobüsü kaçırırdı. Narlıdere'den Bornova sabah trafiğiyle en az bir buçuk saat sürerdi. Bu yüzden işe arabayla gitmek zorunda kalırdı ve kredi kartının son limitini iki üç saatlik karın tokluğu için harcayamazdı. Derin bir iç çekti. Peşi sıra Sıtkı'nın gözlerine baktı. Sıtkı uyumuştu yahut uyuduğu izlenimini veriyordu. Sık sık böyle yapardı. Tilki uykusuna dalar, en ufak çıta çevresine bakardı.
Bir ailesi olmalıydı, içindeki boşluğu ancak bu doldururdu. Artık yorulduğunu hissediyordu. Hayalindeki üniversite hayatını yaşamıştı. Hayal ettiği şehirde okumuştu, hayalleri vardı. Yıllar evvel İzmir'den, kendi tasviri ile "bu küçük Anadolu kasabasından" ayrılırken hayallerine çok yakın hissetmişti kendini. Peki şimdi? Neredeydi?
Hayali İstanbul'da okuyup, en popüler gece kulüplerinde geceye sabaha karıştırdıktan sonra başladığı yere dönmek değildi. Hem de hiç değildi. Yurt dışı programlarına katılacak, Avrupa'yı gezecekti. Avrupa'da bir şirkette çalışacak en iyi maaşı kazanacak, en güzel evde oturacak, istediği arabaya binecek, yılbaşında sosyal medyada dünyanın farklı yerlerinden pozlar paylaşacaktı. Keşke hayatı da hayallerinin izinden gitseydi.
İstanbul üniversitesinde okurken Staja başlamıştı. 2013 yılıydı ve 25 yaşındaki nilüfer artık gözlüklü, hafif kilolu, açık kahve küt saçlarıyla sırtında çantasıyla okula yetişmek için metro bekleyen bir öğrenci değil, çalıştığı şirketin arabasını vurmamak için gaza dikkatlice dokunan, maaşını biriktiren özgüveni yüksek bir kadındı. Tuttuğunu koparacaktı, inandıkları vardı. Her kadın gibi, o da güçlü olmalıydı. Yenilmemeliydi. Hırçın yapısı, onu feminist çizgiye yaklaştırmıştı.
Mesleğini eline almış sayılırdı. Evet, maddi imkansızlıklar peşini bırakmamış ve annesinin banka fazla havale parası almasın diye zarfla gönderdiği paralar yetmemiş, yurt dışında okuyamamıştı fakat şimdi mesleğinin eri, pahalı güneş gözlükleri takabilen, Nişantaşı'nın orta gelirliyi aşan giyim mağazalarından ayda bir kez ile sınırlı olmak üzere alışveriş yapabilen cesur bir iş kadını olma yolunda ilerliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEŞİMDE
Mystery / Thriller"Kimse kendi kendine hastalanmıyordu, akıl hastanelerindeki insanları hasta eden mikroplar toplumda saklıydı." Akıl hastanesinden geçmişe kadar uzanan bir sırrın perde arkası!