Karşı konulması en güç silah; korkudur.
Korku, insanın zayıf yanlarıyla hareket etmesine sebep olur. Paniğe sürükler, mantığı ele geçirir ve mantığın iktidarı ruhta son bulur.
Mantığını kaybeden insanın hali okyanusta dümensiz ilerleyen bir şilepten farksızdır. Artık rüzgar ve akıntı hangi yöne yüzmeyi emrederse, şilep o yöne ilerleyecektir. İnsanlarla nesneler arasında basit benzerlikler vardır, insanı anlamak için nesneyle insanı içselleştirmek gereklidir. İnsan nesneye kendi hayal gücünü yansıtır. İnsanoğlunun hayal gücü ise doğanın tılsımının yansımasıdır.
Korku, hayvani bir üç güdüdür. Avından korkan bir aslan aç kalır, avcısına karşı koyan bir keklik hayatta kalır. İnsanın hayatta kalabilmesi ve hayatını sürdürebilmesi için hayvani içgüdülerini kontrol etmesi gerekir. Ego tarafından maskelenmemiş bir id, hiçbir zaman kendini tatmin edemez.
Sabahın ilk ışıkları nilüferin üzerine çarpıyordu. Jaluzinin arasından keskin geometrik birbirine paralel doğrular halinde odaya giren güneş ışığı, iç bükey aynalara çarpıyor ve doksan dereceli açılarla birbirini dik kesen gölgeler meydana getiriyordu.
Yatağın kenarında, düzen ve oturmuşluğun belirtesi gibi kalorifer peteğinin üzerinde duran özenle katlanmış kot pantolonun haşin kumaş kokusu odayı sarmıştı. Nilüfer alarmın sesine uyandı. Telefonunun alarmını daima yedi elliye kurardı. On dakika erken uyanır, asla çıplak yatmaz, üzerini odadan muhakkak çıkarak değişirdi.
Caddeyi saran acı siren seslerine kulak veren Sıtkı'ya boş gözlerle baktı. Sıtkı telaşlı telaşlı jaluzinin ipini çekiştirmeye başladı. Caddeden geçen iki cankurtaranı gözden kaybolana kadar izledi. Başını sola doğru eğip, çenesini buruşturdu. "Hayırdır" nilüfer cevap vermedi. İki eliyle yüzünü okşadı. Gözlerini ovuşturdu.
Otobüse yetişebilecekti, güzel bir haberdi bu. Kredi kartındaki son limitle benzin almak zorunda kalmayacaktı. Kredi kartı ağzına kadar dolmuştu, bu keyfini yerine getirmeye yetmedi. Ay sonuna daha iki hafta vardı, ay ortasıydı, nilüferin ise banka kartındaki bakiye dahi eksiye geçmişti. Sıtkı'dan para istemeyi kendine yediremiyordu. Kadının bir erkekten para alması en onuruna dokunan unsurdu.
Sıtkı'nın hızlı adımlarla ve çıplak ayaklarla ebeveyn banyosuna doğru yürüyüşünü izleyen Nilüfer başını pencereye çevirdi. "Obsesif herif" diye sesli düşündü. Sıtkı sahiden de obsesyonlarla boğuşan, günde on kez, on iki kez hatta yirmi kez el yıkayan, temizlik hastası biriydi. Her daim ceketi buram buram yumuşatıcı kokardı. Nilüfer'in evde sigara içmesine kızıyordu ve Nilüferin, Sıtkı'nın bu kadar hassas olması başlarda komedi filmini andırsa da artık çekilmez bir hal almıştı.
"neredeyim ben? Kim bu insanlar, gerçekten yüzlerine bakmak zorunda mıyım?" nilüfer derin bir iç çekti. Soluğunun gırtlağını kestiğini hissetti. Gırtlağına yapışan ağdalı bir düğüm ciğerlerine kadar soluk borusunu sarmıştı sanki, nefes almasına izin vermiyordu. Avuçlarının içinin terlediğini fark etti. Gün içinde ne zaman sıkılsa ve duvarların üzerine geldiğini hissetse bu olurdu. Avuçları terler, tırnaklarını kemirmeye başlar ve sağ işaret parmağındaki ufak nasırı ısırırdı.
"kaçmak istiyorum, bu insanlara tahammül edemiyorum" sıkıca tuttu elindeki kalemi. Not defterine bilgisayarında açık olan maildeki numarayı yazdı. Araması gerekiyordu. Yine Bayraklı'da ki hastane inşaatının şantiyesine gidecekti. Sevmiyordu fakat yapmak zorundaydı ve bu zulüm gibi geliyordu.
Akşam olduğunda nilüfer hızlı hızlı otobüse doğru yürümek için hazırdı. Çantasını sıkıca kavradı, Halkapınar'da metrodan inip koşar adım merdivenleri çıkmaya başladı. Telefonu çaldı, şimdi telefona bakmanın sırası mıydı? Değildi, koşarak Narlıdere'ye gidecek otobüse yetişmeliydi. Eğer yetişemezse bir sonra ki otobüs 30 dakika sonraydı. Aslında Konak'a kadar gidip oradan da bir otobüsle körfezin öbür ucundaki apartman dairesinde bekleyen nişanlısı Sıtkı'ya yetişebilirdi. Fakat birkaç durak daha metro ile seyahat ederse çığlıklar içinde metronun camlarını yumruklamaktan korkuyordu. Klostrofobisi olan biri için metroda Bornova'dan Halkapınar'a kadar seyahat etmek dahi felaket bir histi. Bu hissi her gün yaşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEŞİMDE
Mystery / Thriller"Kimse kendi kendine hastalanmıyordu, akıl hastanelerindeki insanları hasta eden mikroplar toplumda saklıydı." Akıl hastanesinden geçmişe kadar uzanan bir sırrın perde arkası!