Tüm Anadolu gibi İzmir de şehirlerin şehri İstanbul'dan gelen havadis ile yankılanıyordu. Misak-ı Milli kabul edilmiş, mebuslar sonunda hakkın yolu için el kaldırmış; payitahtın aksine ellerinin kollarının kolayca bağlanamayacağını, bu milletin kanında hürriyet aktığını işgalcilere göstermişlerdi. Varsın onlar yok saysınlar, varsın tehditle kararların iptalini istesinlerdi. Anadolu'nun direnişi İstanbul'un da çığlığı olmuştu artık.
"Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür diyen Mustafa Kemal Paşa'ya selam olsun!"
Hürriyetine hasret kalmış ve bu hasretle yanan toprağın direnişiydi bu. Sanki bundan önce kardeş değil miydi iki kıyının toprağı da, böyle husumet içine düşmüştü? Kardeş kıyı, batmayan güneşin tesirinde ateşe pervane olmuştu bir kere. Halbuki toprak ananın şefkati iki kıyıyı da kucaklardı, kuşları alırdı kanatlarının altına her iki maviyi de. Yeter ki barış çağlasındı ırmaklar, hürriyet taşısındı dalgalar.
"Bu milletin kurtuluşu kadınlarının suretindedir. Onların analığında, onların şefkatinde, dirayetindedir. Selam olsun silahını kuşananlara da, evlatlarına siper olanlara da!
O kadınlar ki acıyı tayın bilmiştir. O kadınlar ki fedayı bir miğfer gibi kuşanmıştır. Selam olsun analarımıza, Fatma'ya, Zübeyde'ye, Emir Ayşe'ye, Gördesli Makbule'ye selam olsun!
Ey Vatan! Ey Memleket! Bundan böyle andımız da, gayemiz de birdir. Bu birliği bozmaya cüret edenlerin ise nihayeti yakındır. Bırakınız Londra'da toplanan emperyalistler bu kararımızı tanımasın. Mebuslarımızı tanımasın. Toprak bizim, zafer bizim, istikbal bizimdir!"
Bu kutlu haber bir an önce Halit İkbal yazısıyla İzmir'de yankılanmalıydı. Çıkıp her yerde duyurmalılardı anaların kuşandığı fedayı, direnişin bitmediğini, asıl şimdi başladığını.
Hilal bu heyecanla matbaaya sabahın ilk ışıklarıyla birlikte girdiğinden beri oradan oraya koşuşturup duruyor, bir yandan da yazısını kaleme alıyordu. Leon hapisten kaçtığından beri matbaada kalıyordu ve Hilal'in tutkusunu herkesten çok daha iyi bilse de bu heyecanına ilk kez tanık oluyordu.
Hilal'in içindeki coşkun dinginlik Leon'un içindeki bulutları dağıtıyordu adeta. Onu yazarken, coşkuyla koşuştururken izlemek Leon'u bir kez daha hayallere sürüklemiş, bir an için her şeyi unutturmuştu. Öyle ki, barış olduğunda da Hilal ile gözlerini doğan güne aralamak ve böylesine bir tutkuyu paylaşmak hayalinde kayboldu gitti. Halbuki şimdi savaş her zamankinden daha sıcaktı. Üstüne saçma sapan bir casusluk meselesiyle uğraşmak zorunda kalmıştı. Babası ne zaman böyle gaddar olmuştu da kendi oğlunun canını oğlunun sevdiği kadının canı ile sınayabilecek olmuştu? Hem de genç bir kızın. Babası ne zaman böyle merhametsiz olmuştu da katliam çığırtkanlığına soyunmuştu? Leon bunları kafasında oturtamıyordu. Onun için babası hep askerdi, hep vazifesini babalıktan öte tutardı, ama tüm sertliğine rağmen babasının sevgiyi bildiğini, sadece gösteremediğini düşünmüştü. Smyrna'ye geldiğinden beri inandığı her şey teker teker ellerinden kayıp gidiyordu Leon'un. Sanki artık hiçbir gerçekliği yoktu, Hilal'den başka. Bu düşünceler Leon'un içindeki bulutları geri getirdi gözlerine.
Hilal: Leon? Leon, sen beni dinliyor musun?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karaboranda Bir Nefes Gibi
FanfictionKaraboranda Bir Nefes Gibi; Vatanım Sensin'den Hilal ve Leon'un yani nam-ı diğer HiLeon'un 25. ve sonrasındaki bölümlerdeki durumlarını ve diğer olayları alarak alternatif bir yaklaşım getirmeye çalıştığım birkaç günlük bir hikaye. Yani birbirlerin...