Hilal evdekilerin uyuduğunu kontrol edip, çok daha erkenden kendini sokağa atıverdi. Zaten annesi hastaneden çok geç gelmişti, erken uyanmazdı. Babaannesinin horultusu alt katı inletiyordu. Namaza bile kalkamayabilirdi. Ali Kemal desen daha eve uğramamıştı. Yıldız da Yıldızdı işte.
Sabaha yaklaşmıştı saatler ama zifir kalkmamıştı henüz üstlerinden. Sanki her geçen gün daha geç sabah oluyordu. Ama Hilal kuvvacıları aklayan yazıyı sabaha yetiştirmeyi aklına koymuştu bir kere. Kimse olmasa da yanında, o kendine yeterdi. Erkeklerin kafası neden silahtan başka bir şeye ermiyordu? Hem Lütfü bile onlara hak vermeye başlamıştı son zamanlarda; "Hani ellerimiz sadece kalem tutacaktı Lütfü?" diye kendi kendine söylendi.
Hilal matbaaya gelince içerideki ışığı görüp şaşırdı. Daha dün savaş çığırtkanlığı yapanların bu saatte orada olacağına hiç ihtimal vermiyordu. Usulca matbaanın kapısını açtı. Camın önünde dışarıya dalgın dalgın bakan Leon'u görünce şaşırdı.
Hilal: Leon? Ne işin var senin burada, neden kulübede değilsin?
Leon (ellerini cebine koydu ve şaşkınlığını üstünden atarak): B-ben... Asıl senin ne işin var burada küçük hanım? Bana gelince "ohi" demesini biliyorsun ama, demek gitmemi bekliyordun... (Leon yüzünde hafif bir gülümseme ile masaya doğru yaklaştı ve oradaki taburelerden birine oturdu.)
Hilal (Leon'un sözleriyle utanıp kızaran yüzüyle gözlerini devirdi ve gülümseyerek): Aynı şey olmadığını biliyorsun. B-ben yazımı basacağım, Leon. Ne derlerse desin kalemden güçlü bir silah olduğuna inanmıyorum ben. (Hilal usulca Leon'un yanına geldi, hali tavrı şüpheli gelse de Leon'un gözlerindeki hüznü fark edip tüm şüphelerini susturdu.) Kabus mu gördün yine? Yoksa buradaki rahata mı alışmıştın? (Hilal latife ederek Leon'u biraz neşelendireceğini düşündü.)
Leon hüzünlü gözlerle Hilal'e baktı ve gülümsedi, başka hiçbir şey diyemedi. Hilal, Leon'un içinde kopan fırtınaları anlamak istiyordu ama Leon'un ondan sakladıkları olduğunu hissediyordu. Her şeye rağmen daha mutlu olması gerekmez miydi? Hapisten, ölümden kurtulmuştu, beraberlerdi artık. Neden kabuslar görüyordu, neden hüzün kaplıyordu gözlerini Leon'un?
Halbuki Leon kabusları uyurken değil gözleri açık görüyordu artık. Babasının emrine uymak zorunda kalmış, üniforması olmadan da üniformasına hapsolmuştu yine. Hapisten hiç kurtulamamıştı sanki. Hilal'in yanında olması ne kadar büyük bir mutluluk verse de içinde bulundukları durum onu ölme isteğine yaklaştırıyordu, bunun başka bir yolu olmalıydı. Hilal'de kaybolmayı isterken, bir gün Hilal'in gözünde yitip gitme düşüncesi onu her şeyden çok öldürüyordu. Bir de o gözlerin bir daha bugün gibi ona bakıp onunla aynı hayalleri kurmaması, o hayalleri başkasıyla yaşaması. Cehennem oluyordu aldığı her nefes bunları düşündükçe. Tüm benlikleriyle birbirlerinin olacağı; savaşı, düşmanlığı, tüm bunları geride bırakacakları günler ne zaman gelecekti? Ne zaman gerçekten hür olabileceklerdi? Leon birden tüm bu düşünceleri bir kenara bıraktı.
Leon: Mehmet ile ne konuştunuz?
Hilal birden şaşırdı. Leon'dan böyle bir soruyu hiç beklemiyordu.
Hilal: N-ne zaman?
Leon: Bugün matbaadan çıkarken konuştuğunuzu gördüm, onu diyorum.
Hilal, Leon'un Mehmet'ten hazzetmediğini biliyordu, kendi de pek hazzetmiyordu zaten, vicdanını yitirmişti Mehmet Hilal'e göre, ama hâlâ böyle bir soruyu ve Leon'daki farklı tavrı tam anlamlandıramamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karaboranda Bir Nefes Gibi
Hayran KurguKaraboranda Bir Nefes Gibi; Vatanım Sensin'den Hilal ve Leon'un yani nam-ı diğer HiLeon'un 25. ve sonrasındaki bölümlerdeki durumlarını ve diğer olayları alarak alternatif bir yaklaşım getirmeye çalıştığım birkaç günlük bir hikaye. Yani birbirlerin...