Kalabalığın sessizliği. Tek duyabildiği buydu. Büyük bir kalabalık, ve daha büyük bir sessizlik. Kalbi sıkışmış, adeta kulaklarını sağır etmişti. Tüm odağını tek bir insanın sesine, yüzüne yoğunlaştırmış, gözleriyle görebileceği en uzak noktalara bakınır olmuştu. Gökyüzünün kasvetli bulutları da akşamı erken getirmişti sokaklara. Öyle ki, Leon'un bulunduğu ara sokak şimdi karanlık bir oda gibiydi. Gizlendiği yerden her yeri görmesine zaten imkân yoktu, ama aniden bastıran kasvetli bulutlar ile tedirginliği iyice artmıştı. Dayanamadı. Bir anda, o sessizliği, o kalabalığı yardı ve etraftaki rutin devriyesinde bulunan tek tük üniformalı askerlerle, Albay'ın kendisi yahut onun konuşlandırdığı sivil giyimli askerlere yakalanma riskine rağmen, ahalinin içine karışıverdi. Şimdi gökyüzünün azizliğine uğramadan evlerine gitmek için uğraşan kalabalığın tam ortasında oradan oraya gitmeye çalışıyor, Hilal'in ara sokaklara girmiş olma ihtimalini düşünüyor ve kasketinin altından etrafına bakınıyordu. Hilal özellikle bugün hiç de fark edilmeyecek gibi değildi hem, o duvak gibi eşarbını uzakta da olsa karanlık da olsa görmemesi imkansızdı diye düşünüyordu.
...
Hilal'in gözleri, karşısında Albay'ı görmüş olmanın verdiği şaşkınlık ile açılmıştı. Pek mümkün görünmese de tutsak alındığı ellerin arasından kurtulmaya çalışıyordu. Üstünde hakimiyet kurmuş adamın bir eli bileklerini ve bir eli ağzını kapalı tuttuğundan, var gücüyle ittiriyor, başını sağa sola çeviriyor ancak çabası nafile kalıyordu. Üstelik Albay Stavros, pis sırıtışıyla dişlerinin arasından konuşmaya devam ediyordu.
Stavros: Size gözümün üzerinizde olduğunu, peşinizde olduğumu söylemiştim- despinada. Eğer bir açığınızı daha yakalarsam demiştim ki... tıpış tıpış kendi ayaklarınızla karşıma çıktınız. Gerçekten- ablanız, tam bir Helen. (Yüzüne doğru iyice yaklaşırken) Lakin, şimdi böyle yakınınızda bu güzelliğinizle Helen'i bile dize getirebileceğinizi fark ediyorum. Hele bu kokunuz... (içine çekerek) kesinlikle size daha çok yakışmış.
Stavros'un sırıtışı yüzünde yayıldıkça ve nefesi suratına, boynuna yakınlaştıkça Hilal gözlerini kaçırarak ondan yüzünü çekiyordu. Ellerini kelepçe gibi kavrayan adamdan kurtaramıyordu. Üstelik tüm gücüyle üstüne çullanan adam üst bedenini ve bacaklarını da kullanarak Hilal'in tüm hareketlerini kısıtlıyordu. Arkasındaki büyük tahta sandığın çıkmış olan çivileri sırtına batıp canını acıttığında, çabasının yeterli olmadığını görüp gücünü toparlamak için çırpınmayı bıraktı.
...
Öte yandan, kalabalık ve hayli karanlık sokaklarda Hilal'i arayan bir çift göz daha vardı. Sivil giyimli Yüzbaşı Yakup, Miralay Cevdet'ten aldığı talimata göre Albay'ı ve Hilal'i takibe almış, keskin gözleriyle etrafı tarıyordu. Cevdet, Yakup ile konuşmuş, karargahtaki gelişmelerden, Vasili'nin muhakkak karşı planı olduğundan ve malumatsız bırakıldığından; üstüne Stavros'un emirlerini doğrudan Kumandan'dan alıp muhakkak durdurulması gerektiğinden, kendi planından bahsetmiş ve hem Albay'ı hem de kızını takip etmesini, gözünün üzerlerinde olmasını istemişti. Elbette Teğmen'in de. Yakup, Cevdet'in planını sorgulasa ve Teğmen'e itimat edemeyeceklerini söylese de Cevdet'in, Teğmen'i bir piyon olarak kullanma düşüncesine ve kızına olan itimadına şaşırmamıştı. Ancak yine de, her zaman olduğu gibi ailesinin asıl vazifelerini engellediğini ve Vasili'yi durdurmaya planının yetmeyeceğini söylemekten geri kalmadı. Yakup mantığıyla hareket eden biri olarak Miralay'ın da mantığı ile hareket etmesini bekliyordu ve şimdi işin içine hissiyatını karıştırmasından da rahatsız olmuştu. Ya da belki Miralay aklındaki her şeyi anlatmamış olmalıydı; Teğmen'e nasıl itimat edebilirdi, üstelik telgrafı bozduktan sonra? Belli ki o da hâlâ Vasili'nin adamıydı, karşı çıkamıyordu. Mehmet ve Ali Kemal onun baskın ile alakası olduğuna da emindi. Ve gerçekten, öncelikle söz konusu olan sadece kızının hayatı değildi, öyle mi? Daha sağlam planlar gerekiyordu artık, hem de tüm malumat ağı çökmüşken! Kesin olan bir şey var ki o keskin zekaya sahip kumandanın sürekli ailesi nedeniyle vatan vazifesini aksatması hiç hoşuna gitmiyor ve bundan rahatsızlık duyuyordu. Çünkü vazife, önüne hiçbir engel koyulamayacak kadar kutsaldı. Şüphelerini dile getirse de öncelikle Albay'ın durdurulması gerektiğinde hemfikir kalmışlardı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karaboranda Bir Nefes Gibi
FanficKaraboranda Bir Nefes Gibi; Vatanım Sensin'den Hilal ve Leon'un yani nam-ı diğer HiLeon'un 25. ve sonrasındaki bölümlerdeki durumlarını ve diğer olayları alarak alternatif bir yaklaşım getirmeye çalıştığım birkaç günlük bir hikaye. Yani birbirlerin...