ÖNSÖZ
Sözlerdi her zaman işi zorlaştıran. Neden bu kadar zordu ki cümle kurmak? Sadece hissetsek ve hissettiğimiz karşımızdakine de ulaşsa… Her şey ne kadar kolay olurdu… Ya da ne kadar karmaşık! Hissettiğimize inanmak isteriz bazen, ne hissettiğimizi bilmeden. Anlatmaya çalışırken, sözlerdir kalbimize asıl yön veren… O zaman sözcükler midir bizi kısıtlayan ya da inandırmaya zorlayan? Her hissimizin, her duygumuzun bir karşılığı var mı harf öbeklerinde…? Bu mümkün olabilir mi ki…? Ya peki…
Olmak zorunda mı ?
İnsanlar dünyada var olduğundan beri çeşitli iletişim yolları kullanılagelmiştir. Bunların içinde en alışılagelen elbette ki konuşmaktır, yani dil aracılığıyla olandır. Günümüzde konuşulan dil sayısının 2.500 ile 3.500 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bu kitapta ise dünyada en çok konuşulan dillerden bir tanesi olan İngilizceyi sizlere açık ve kolay bir şekilde anlatmaya çalıştım. İngilizce Konuşma, yazma, okuduğunu anlama-yorumlama gibi becerileniz için başucu kitaplarınızdan biri olması temennimle iyi okumalar.
Bir konuya açıklık getirme hissiyatımın da baskısıyla söz etmeden geçmeyeyim, nasıl ki Japonca ve İngilizce dillerinde her sözcüğün bir karşılığı bulunmuyorsa – örneğin ‘heart’ sözcüğü kalp olarak bilinse de; yürek ve gönül sözcükleri de ‘heart’ olarak çevrilir- duyguların da her sözcükte karşılığı yoktur. Bununla birlikte yazmış olduğum bu kitapta…
Son köşeyi de nefes nefese kalmış bir şekilde dönerken, iki yıl önce annesinin doğum gününde aldığı İngilizce Öğrenmenin Etkili Yolları kitabındaki önsözü hatırladı. O kitaptan hiçbir zaman haz almamıştı ama annesinin hatırına baştan sona kadar okumuştu birkaç defa. Sırf yabancı dili gelişsin diye almıştı annesi ona, ancak kitaptaki Türkçe metinler onun daha çok aklında kalmıştı. Bunlardan bir tanesi de kitabın önsözüydü. Yeni anlamıştı bu önsözü. Birkaç dakika öncesine kadar anlamsızdı onun için. Hâlbuki ne kadar da doğruymuş yazanlar. İçinden kendine küfürler yağdırırken aynı zamanda gitmemiş olması için de dua ediyordu istasyonun önüne geldiğinde.
Harajuku İstasyonu’nun kapısından geçerken aklındaki tüm düşünceleri kapının dışında bıraktı ve gözleriyle daha adını bile bilmediği o çocuğu aramaya başladı. Çok fazla insan olmamasına rağmen bir türlü bulamıyordu. Hızlı ama sakin adımlarla ilerlerken geçtiği yerlerdeki tüm insanların yüzüne bakıyordu. Gözünden kaçırmamak aynı zamanda da tren gelmeden önce onu bulmak için acele ediyordu. Bekleme alanının sonuna doğru yaklaşırken içindeki umut taneleri de bir bir kaybolmaya başlamıştı. Önce adımları yavaşladı. Sonra sadece insanlara göz gezdirerek aramaya başladı. “Yetişemedim.” diye söylendi kendi kendine. Son banka doğru ilerlerken artık adımları gitmiyordu. Son adımını attı ve durdu. “Geri dönmeliyim belki de dışardadır.” diye geçirdi aklından. Son banka baktı ve geriye doğru dönerken tekrar durdu. Biri vardı. Bankta biri vardı.
Hızlıca son bankın olduğu tarafa döndü ve koştu karşısında başı eğik kitap okuyan gence doğru. Omuzlarından tuttu onu ve bakakaldı karşısındaki yüze. Yaklaşık bir dakika sonra birbirine bakan iki genç de geri çekildi ve Chikara, “Özür dilerim.” dedi. Artık gözlerinde hiç görülmemiş bir acı vardı.
“Özür dilerim, sizi başkasıyla karıştırdım.”
“Önemli değil.” dedi şaşkınlıkla ona bakan genç ve kitabını okumaya devam etti. Oradan hemen ayrılması gerektiğini düşünen Chikara, ayaklarına söz geçiremediğini fark etti. Genci rahatsız etmemek için geldiği yöne doğru biraz ilerledikten sonra tekrar durdu. Bayılacak gibi hissediyordu. Birkaç adım uzaktaki kolonun önündeki boş banka güçlükle yürüdü. Kafasını toparlaması gerekiyordu, ancak hiçbir şey düşünemiyordu. Tekrar gözyaşlarının ıslattığı yanaklarını eliyle silerken, “Neden böyle oldu? Neden böyle oldum ve neden bir şey yapamıyorum?! Neden ağlıyorum?!!” derken hem kendine sinirlenmiş hem de kafası gerçekten karışmaya başlamıştı. Yarım saat kadar oturdu, gözlerinin sakinleşmesini beklerken kalbi hala dolup taşıyordu. Ama neyle dolup taşıyordu, bilmiyordu. Kızgınlık? Hüzün? Pişmanlık? Cevap bulamadığı soruları bir kenara bırakırken istasyon ışıklarının aniden yanmasıyla etrafın aslında karanlık olduğunu fark etmişti. Karanlık… Akşam olmuştu yani.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerime Bak!
Teen FictionOtobüste karşılaştığımız birini bir daha nerede görebiliriz ? Peki sokağın karşısındaki çocukla hiç tanışabilecek miyiz? Geçmişteki acılarımızı bir gün birisiyle paylaşabilecek miyiz? Bir gün anlatabilecek miyiz? Peki anlaşılabilecek miyiz? Sadece...