-Bilişsel Psikoloji 5. Ders-
Gündelik işleri ve akla gelebilecek her konuyu kafasına takan ve ufak tefek durumları saatlerce düşünen bir çırak varmış. Kasabadaki ihtiyar bilgenin çırağı… Bu duruma bir nokta koymak isteyen ihtiyar bilge, bir gün çırağına der ki “ Bir tatlı kaşığı tuz ve bir bardak su al, yanıma gel.” Çırak, bilgenin ondan istemiş olduğu şeyleri hazırlarken, kafasına takılan bin bir düşünce ve baskıyla beraber bilgenin yanına gider. Bilge, ona: “Şimdi bu kaşıktaki tuzu bardağın içine dök ve tuzlu suyu iyice karıştır. Sonra da iç.” Ondan istenileni yapan çırak, zar zor suyu da içtikten sonra bilgeye döner ve onun şu sorusuyla karşılaşır:
+Suyun tadı nasıldı?
-Midemin kaldıramayacağı kadar kötüydü.
+Peki, o zaman tuzu da yanına al ve beni takip et.
Ona denileni yapan çırak tuzla birlikte bilgeyi takip etti ve büyük bir havuzun olduğu bir yere ulaştıkları zaman, bilge ondan şunu istedi:
+Şimdi bir tatlı kaşığı tuzu al ve havuzun içine dök. İyice karıştırdığına emin olduktan sonra havuzdaki suyu iç. Bakalım bu sefer tadı nasıl olacak?
Elbette ki size bunu biyolojik açıdan değerlendirmeniz için anlatmadım. Bilgenin sorusuna sanırım herkes aynı cevabı verecektir. Peki, sizce biz bu hikâyeden ne çıkartabiliriz?
Stres, beynin alarm durumunda iken vücuttaki önemli organları korumak ve savunmak için Tanrı’nın yaratmış olduğu bir mekanizmadır. Bu tanıma bakarak stresin sadece olumsuz durumlarda değil; olumlu, yani iyi ve güzel, durumlarda da ortaya çıktığı söylenilebilir. Ancak çırağın stresi durumların niteliğine karşı değildi. Durumları algılayış biçimine bağlı olarak değişiyordu, bilgenin ondan malzeme isterken olduğu gibi yani. Demek ki stresin temel kaynağı; olayları, durumları hatta insanları bile ele alırken onları nasıl tanımladığımız. 35 katlı bir binanın çatısından atladığımızda korku duygusuyla stres mekanizması çalışmaya başlarken; 600 metre yükseklikteki Mariana Çukurundan bampi jumping yaparken atladığımızda heyecan duygusuyla stres mekanizmamız çalışmaya başlar. Tabii stres olaydan önce gerçekleşmeye başlayıp olay bittikten sonra da devam eder. Yani ondan kurtulmak mümkün olmasa bile; ne şartlarda ve hangi türde ortaya çıkacağına biz karar verebiliriz.
Kısacası algınız ve tanımlama biçiminiz; stresinizi ve stresinizin kaynağını belirler. Bunu unutmayın.
Sanırım profesör haklı, diye düşünürken kendini oturma odasındaki uzun kanepeye bıraktı. Sırt üstü yatarken kollarını başının arkasında birleştirdi ve gözlerini tavana dikti. Böylece düşüncelerinde boğulmaya devam etti. Aklına gelen beyin fırtınalarına odaklanırken kaşlarını istemsizce çatmaya başlamıştı. Sırayla aklına gelenler şunlardan oluşuyordu:
1. Ririchi-kız arkadaş-sevgilisi var-karşılıksız duygularım-özel bağımız yok-depresyon sebebi-özel birini daha kaybediş-hayata küsme
2. 17 cevapsız arama-endişeli anne ve baba-öfke ve merak duygusu-aileyle kavga sebebi-evden kaçma-başlamadan biten bir hayat
3. Telaşla telefonunu elimden aldı- sakladığı bir şey var- güvenmeme duygusu-arkadaşı bile olamam- neden benle konuştu o zaman?
…….
Yaptığı her beyin fırtınasında mantığa uymayan bir pürüz çıkıyordu, o yüzden hiçbirini kabul edemiyordu. “Profesör haklı sanırım. Algılarımı değiştirmeliyim ancak ne olursa olsun görmemi istemediği bir şey var. Buna eminim.” diye içinden geçirirken derin bir iç çekmekten kendini alamadı. Bunu duyan annesi Amerikan tarzı mutfağından: “Sanırım birileri aşık olmuş.” derken sesindeki neşe öne çıkıyordu. Kanepenin üzerinde dönüp annesine doğru “Her iç çeken aşık mı oluyormuş?” dedi merakla ve biraz da dalga geçerek. “Genelde iç çekmek iki ifadeye özgüdür: biri maddi sıkıntı –ki o sende yok diye biliyorum, olsa söylerdin- ikincisi de aşk sorunları.” derken annesi ona kendinden aşırı emin bir ifadeyle bakmıştı. Bu ifade karşısında Chikara gözlerinin devirerek tekrar kanepeye yattı. Birkaç dakika sonra “Sanırım haklısın.” dedi mırıldanarak. Net bir şekilde duyamasa da annesi kısa bir şok yaşadı ve “Nasıl yani? Gerçekten aşık mı oldun? Kime?” diye sorarken artık mutfakta değil, Chikara’nın tam karşısındaydı. Annesine karşı yalan söyleme düşüncesini kafasından atarken, kararsız bir ifadeyle: “Sanırım… Ben…emin değilim aslında. Sadece ilk defa farklı bir duygu besliyorum birine. Ve nedensiz bir şekilde önemsiyorum. Sence bu… aşk mı?” Suratına dolan gözlerle bakan annesi birkaç saniye sessiz kaldı. Chikara ve aşk… Ne ara birbirinizi buldunuz? diye düşündü. Sonra beklemekten yorulmuş gözlerle ona bakan oğluna “Bunu sadece sen bilebilirsin. Çünkü herkesin kendine göre bir aşk tanımı vardır.” dedi. Gülümsedi. Ve annesinin bu bakışıyla gözlerinden kısa bir film geçti Chikara’nın. Önce otobüste şans eseri karşılaşmaları, derste misafir olması, numarasını vermesi, mesajlaşmaları; sonra da dün gece… Bu sabaha kadar yaşananlara baktığında sorusunun cevabı apaçık belliydi. Ama bu sabah…
-Bu sabah-
Telefonunu aldığı gibi yattığı yerden fırlayan çocuğun üzerinde artık uyku sersemliğine dair hiçbir şey kalmamıştı. Ayakta dikilmiş telefonu ile uğraşırken onun yüz ifadelerinden önce endişelendiğini sonra da telaşlandığını anladı. Bu süre boyunca onu izliyordu. Çocuğun bir mesaj gönderdiğini fark etti, gelen ileti mesajının sesiyle. Vakit kaybetmemeye çalışan çocuk, aceleyle dün çıkarmış olduğu ayakkabılarını giymeye başladı. Ona bir açıklama yapar diye ummuştu Chikara. Varlığını hissettirebilmek için yattığı yerden kalktı ve hafif bir şekilde öksürüp “Her şey yolunda mı? Ailen mi merak etmiş?” diye sordu. İrkilen çocuk, görünüşe göre gerçekten Chikara’nın orda olduğunu unutmuştu. Ayakkabılarını giyme işlemini tamamladıktan sonra yüzünü Chikara’ya çevirdi. Gözlerinin içine baktı ve başını salladı. Telefonunu gösterdi ve “Gitmem gerekiyor.” gibisinden bir hareket yaptı elleriyle. Acelesi olduğu barizdi. Ne diyeceğini bilemeyen Chikara, onu daha fazla zor durumda bırakmak istemediği için başını “Tamam.” dercesine salladı ve “Peki.” demek zorunda kaldı. Bunu duyan çocuk hızlı ve seri bir şekilde oldukları yerden ilerledi. Chikara ise çocuk gözden kayboluncaya kadar onu izledi, kafasında dolaşan milyon tane soru işaretiyle birlikte.
Yine aynı şeyi düşünüp dalmışken gelen mesaj sesiyle irkildi. İsteksizce sehpanın üstündeki telefonuna uzandı. Ekrandaki ismi gördüğünde damarlarındaki adrenalin patlaması yüzünden telefonunu düşürmekten son anda kurtardı. Gelen mesaj ondandı. Hızla açtı ve okudu.
-Bu sabah tek kelime etmeden gittiğim için üzgünüm. Ama konuşamadığım için zaten tek kelime etmem mümkün değil ehehe :)
Nasıl bir mesajdı bu?
Pişman olmuş gibi bir hali yoktu. Endişeli de değildi aynı şekilde.
Derin bir ohh çekti içinden Chikara. “En azından kendisiyle alay edecek kadar iyi.” Ne yazacağını düşünürken nasıl yazacağı da bir sorun olmuştu şimdi. Sabahtan beri merak ettiği çocuk ona yarı esprili yarı ciddi bir özür mesajı atmıştı. Hiç sorun olmamış gibi davranamazdı.
+Ne oldu peki? Önemli bir şey miydi?
-Aslına bakarsan evet. Bu sabah bir randevum vardı ve bana ulaşamayınca merak etmişler. Kısmen önemli diyelim :)
+Önemli biriyle miydi randevun? Ririchi’ydi sanırım?
Bu mesajı atıp atmamakta çok kararsız kalmıştı, ancak net bir şekilde öğrenmek istiyordu: kız arkadaşı mıydı değil miydi? Hem kısmen önemli de demişti. Yani onun için önemli bir kız. Normalden daha uzun bir süre beklediğini fark etti. Merakı ve stresi artarken, gözlerini yumdu. Elinde telefon, titreşimi hissetmeyi bekledi.
-Evet, Ririchi. Hayatımdaki en önemli insan.
Gelen şok kalbini tekletti.
Telefonu elinden düşürdü.
Oturduğu kanepeye yığılırken beyni devre dışı kaldı.
Akmayan gözlerine “Şu anda olmaz. Daha değil.” dedi. Ama cesur bir damla ona karşı geldi. Ve aktı yavaşça yanağından süzülerek.
Telefonunun melodi sesini duydu. Mesaj geldiğini haber veren melodiydi bu…
Diğer cesur gözyaşlarına karşı koymaya çalışarak yerdeki telefonu eline aldı ve mesajı açmadan derin bir şekilde nefes aldı. Sonra açtı.
-Onunla tanışmak ister misin? Haftaya bugün…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerime Bak!
Fiksi RemajaOtobüste karşılaştığımız birini bir daha nerede görebiliriz ? Peki sokağın karşısındaki çocukla hiç tanışabilecek miyiz? Geçmişteki acılarımızı bir gün birisiyle paylaşabilecek miyiz? Bir gün anlatabilecek miyiz? Peki anlaşılabilecek miyiz? Sadece...