Size biraz kendimden bahsedeyim.
Ben A. Boyum 1.70. Kilom ise en son baktığımda 53'tü. Boyuma oranla kendimi zayıf bulduğumdan tartılmayı pek sevmem. Bunu okurken bana kızanlarınız olacak biliyorum, ne dediğinizi duyar gibiyim. Ama yine de yemeğin salçalısı, kadının... Her neyse, beyaz tenliyim. Saçlarım koyu kumral fakat bu zamanlarda her kızın yaptığı gibi uçlarına ombre yaptırma gafletinde bulunduğumdan, kumral da diyebiliriz. Aslında kıvırcık olmasına rağmen saçlarımı hep düzleştiririm. Kıvırcık haliyle kendimi çok paspal hissediyorum çünkü.
Biraz fazla büyük gözlerim var. Seyrek kirpiklerim rimelsiz kendilerini belli etmezler saolsunlar. Ama rimel sürdüğümde kaşlarıma kadar uzarlar.
Şekilli bir burnum var. En azından yandan güzel görünüyor. Anlatılacak çok da bir şeyim yok aslında. Epey sıradan bir kızım. Biraz da tavşan dişliyimdir ama, bu durumdan da çok hoşlandığım söylenemez.Dış görünüşü anlatmak her zaman daha kolaydır. Ama konu aslında kim olduğunuza, nasıl biri olduğunuza gelince anlatması epey zorlaşır. Siz bile henüz çözememişken, başkasına kendinizi nasıl anlatabilirsiniz ki?
Size elimden geldiğince dürüst olacağım.
Birazcık şıpsevdiyim. En azından öyle sanıyorum. Her insanda sevecek bir şey bulabiliyorum. Bir insanı, o benim farkımda değilken izlemek çok hoşuma gidiyor. Kendilerinin bile farketmedikleri bir gülüşleri oluyor mesela. Yapmacık gülüşlerden bahsetmiyorum, hayır. Kalpten gelen o zamansız gülücükten bahsediyorum. Bir insan gerçekten güldüğünde, dünya harikası bir görüntü çıkar ortaya. Saf mutluluğu görür gibi olursunuz. Sanki karşınızdaki o ana kadar bir maske takıyormuş da, maskesini düşürmüş gibi hissedersiniz. Kendi maskenizi de çıkarmak istersiniz onu öyle görünce. Hatta elinizde olmadan siz de gülümsersiniz. Tanzanya'da yaşanmış meşhur gülme krizi vakasında da kanıtlandığı gibi, gülmek kesinlikle bulaşıcıdır.
Fazla zeki olduğumdan epey eminim. Bu bir övünme değil, aksine genelde beynimi dizginlemeyi ve aptalı oynamayı tercih ediyorum. Önsezilerimi, hislerimi göz ardı etmekte üstüme yoktur. Biriyle tanıştığımda onunla ilgili hayal kırıklığı yaşayacağımı sezmek hoşuma gitmiyor. Her seferinde yanılmak istiyor ve bu hislerimi derinlerde bir yerlere iterek aynı iple kuyuya inmeye devam ediyorum. O gün de böyle mi hissetmiştim? Hani ünlü bir düşünür der ya; sıradaki hatama benziyorsun, hah işte ben Bay M'yi ilk gördüğümde sanırım tam olarak bunu düşünmüştüm...
***
Arabaya bindiğimde bir süre öylece kalakaldım. Bilirsiniz yüz kaslarıma ve nefes sıklığıma engel olmaya çalışıyordum. Yaşarken idrak edemediğim olayların görüntüsü en masum haliyle beynime hücum etmeye başlıyordu. Sahi ne konuşmuştuk bunca saat?
Ben yemek yerken telefonu çalmıştı. M, telefonu açar açmaz ana dilinde konuşmaya başlamıştı. Ah, ne çok dil biliyordu! O karşımda oturmuş telefonla konuşurken ben o biçimli küçük burnuna, hafif seyrekleşmiş fakat güzelce şekillendirilmiş saçlarına, kızıl kahve sakallarına ve kaslı kollarındaki dövmelerin güzelliğine bakıyordum. Farklı bir dilde konuşmamızın etkisi miydi bilmiyorum ama, o an kendimi bir filmde gibi hissediyordum. O telefonla konuşurken ben yemeyi unuttuğum ve artık soğumuş olan hamburgeri sipariş eden ben değilmişim gibi davranıyordum. Sahi, bana kardeşlerinin fotoğrafını mı göstermişti? Ben çaktırmadan onu incelerken göz ucuyla gösterdiği fotoğraflara bakmıştım. İnanın şuan hiçbiri aklımda değil.
En çok, öğretmen olması ilgimi çekiyordu. Böyle bir öğretmenim hiç olmamıştı. 29 yaşında, yakışıklı, karizmatik, dövmeli... Eminim ki öğrencilerinin yarısı ona hayrandı. Bu düşünce beni biraz geriyordu. Kıskanıyor muydum? Yok canım, üç yıllık sevgilimi kıskanmamış olan ben...
İngilizcemin yetmediği yerlerde, yani neredeyse her beş dakikada bir, kolumdaki bir "English off" düğmesine basmışlar gibi tıkanıyor ve uzun bir süre iki kelimeyi bir araya getiremiyordum. O ise ben gerilmeyeyim diye hiç acelesi yokmuş gibi etrafına bakınıp, gülümsememeye çalışıyordu. Biraz Türkçe bildiğini anlamıştım. Ama Türkçe konuştuğumda ne kadarını anlıyordu hala emin değilim. Ama o, benim anlamayacağımdan emin olduğu bir şeyler söyleyip nasıl tatlı gülümsüyordu! Israrla ne söylediğini sorduğumda ise o şirin aksanıyla "Boşver it" diyordu. Bu lafı nereden öğrenmişti bilmiyorum ama, ona bunu her kim öğrettiyse sonuna "it" koymasına gerek olmadığını söylemeyi unutmuş.
Patikada yürürken ona, onun internette tanıştığım ikinci insan olduğunu anlattım. Neden bilmiyorum ama, gizlemek istemedim. Aslında şans verdiğim ilk e-erkekle de aynı AVM'de buluştuğumu gizledim ama her neyse... Fazla detaya girmedim diyelim, ne olmuş yani? Bu arada e-erkek kelimesine bir not düşmem gerek sanırım. İnternette tanıştığım erkeklere verdiğim isim. Ne yapayım yani, insan kod adına ihtiyaç duymuyor değil! Ona öteki çocuğun beynini kullanmayan bir model olduğunu ve benimle tensel olarak yakınlaşmaya çalıştığını sezdiğimden bahsettim. Benim adıma üzüldüğünü söyledi. Gerçekten üzülmüş müydü bilmiyorum.
Kaç dakika arabada öylece oturup bunları hafızamda tekrar yaşattım bilmiyorum. Ama dönüp dönüp, patikada yürürken bana bakabilmek için geri geri yürüyüşünü gözümün önünde canlandırıyordum. Bilirsiniz, insan o tarz bir bakışı hayatı boyunca pek sık göremiyor. Ha bir de bana bakarken birden utandığı, bakışlarını kaçırıp "aman tanrım" diyerek iç çektiği anlar vardı. Ne düşünüyordu da böyle güzel iç çekiyordu acaba...
Arabanın aynasını kendime çevirip şöyle alıcı bir gözle bakmaya çalıştım. Makyaj denen bir şey elbette ki kalmamıştı. Cildimde renk eşitsizliği mi vardı? Beni gerçekten güzel mi bulmuştu yani? Ne olur beni güzel bulmuş olsun... Ben bunları düşünürken, o çok sevdiğim fantastik filmin mekanik tınısıyla irkildim. Telefonuma mesaj gelmişti. Heyecandan neredeyse telefonu düşürecektim. Oydu! Mesajında, arabayı dikkatli sürmemi söylüyordu. Kolaydı sanki! Sarhoş gibiydim, henüz arabayı bile çalıştıramamıştım ki! Birden aklıma M'nin bir saat kadar önce ona ailemden bahsettiğimde ailemle tanışmak istediğini söyleyişi geldi. Ne gülmüştüm! Aslında bazı şeylerin imkansızlığını o an bile gayet iyi biliyordum. Sadece bir kere olsun yanılmak istiyordum... Bu sefer cahili oynamak istiyordum. Ama bilirsiniz:
"Cahillik, dertlerimiz için etkisiz bir ilaçtır. "
Biraz sonra aynı mekanik melodinin uzun versiyonuyla kendime geldim. Arayan babamdı. Saatime baktım. Çok geç kalmıştım! Babama gelmek üzere olduğumu söyleyerek telefonu kapattım ve arabayı çalıştırdım. Radyoda en çok dinlediğim müzik kanalını açtım. Sesi yükselttim ve eve doğru yola koyuldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK ASLINDA
ChickLit"Sonsuza kadar benimle olacağına söz ver" dedikten tam anlamıyla 20 dakika sonra: "Seninle ben, birlikte olamayız. Ben seni aldatırım." Aşkın çivisi çıkmış.