APTALCA BİR ŞEY

337 16 5
                                    

"Rüyamda seni gördüm"

Ertesi gün M'nin bu mesajıyla uyandım. Geceden kapatmayı unuttuğum televizyonda favori çizgi filmlerimden biri oynuyordu. Sırf odamda televizyon olmasını istediğimden, evin oturma odasını işgal etmiş ve kendime göre dekore ettirmiştim. Gardırobum hala öteki odadaydı fakat geceleri televizyon karşısında uyumak bu ufak zorluğa değerdi. 

Yataktan kalktım ve henüz birkaç ay önce yaptırdığım özel tasarım çalışma masamın başına geçtim. Çoğunlukla nota düzenlemelerini bu masada yapardım. Evden çalıştığım günlerim bu masanın başında geçerdi. Bazen bazı eşyalara özel anlamlar yüklersiniz. Bu masa da benim için o özel eşyalardan biriydi. Alt üstü bir masa diyeceksiniz belki, ama hayallerime giden yol boyunca bu masa bana hergün eşlik ediyordu.

M'nin mesajını üçüncü kez okudum. Görünürde masum bir mesaj olmasına rağmen, ardından gelebilecek klişelerden korkuyordum. Ama ardından bir klişe gelmedi. Zar zor anlayabildiğim o mükemmel ingilizcesiyle, sırt çantalarımızla dünyayı dolaştığımız rüyasını anlattı. Daha sonra;

"Seninle dünyayı dolaşmak isterdim." dedi.

Çoğu ülkeyi zaten görmüştü aslında. İngiltere'de beş, Amerika'da bilmem kaç yıl öğretmenlik yapmıştı. Daha bir sürü ülke saymıştı fakat hatırımda kalmamış. Benim için hayal gibi gelen bütün o ülkelerde bizzat yaşamış olması beni etkiliyordu. Onda alışagelmişin dışında şeyler var gibiydi. Sadece filmlerde gördüğüm bazı şeyler onunla vücut bulacak sanıyordum. Ama ben dünyayı dolaşmak istemiyordum. Hayalini kurduğum dünya bu haliyle çok güzeldi. Hayal kırıklığına uğramaktan, aradığımı bulamamaktan korkuyordum. Kapının arkasında ne olduğunu merak ederken kurduğum hayalleri seviyordum. Eğer kapıyı açarsam dünya gözümde masumiyetini kaybedecekti, biliyordum. M'yi tanımaya çalışırken kapıyı araladığımın farkında bile değildim.

O gün, gün boyu şirkette sarhoş gibi dolandım. Yeni bir ihaleye giriyorduk. Patronum Ahmet Bey'in yanında M'yi düşünmemek ve bütün o ölçülere odaklanmak hayli zor oluyordu. Gelen mesajlara cevap verecek vakit bulamamam da cabasıydı.

Orta ölçekli bir inşaat firmasında çalışıyordum. Aşırı zeki ve işkolik bir patronumuz vardı. Aslında beni şirkette tutan şey patronumuz Ahmet Bey'in yaşam enerjisiydi. Bazı insanlar, etraflarına farklı bir atmosfer yayarlar. O atmosferin içinde güvende hissedersiniz, tam olarak olmanız gereken yerdeymişsiniz gibi. İşte ben de şirkette fırtına esmediği zamanlarda tam olarak böyle hissediyordum. Patronumuzu kendime hayat koçu seçmiştim. Çok az bir maaş alıyor olmama rağmen orada çok şey öğrendiğimi düşünüyor ve sabırlı olmaya gayret ediyordum. Aldığım maaşın yarısı yola ve ihtiyaçlara gidiyordu. Bu yüzden ek iş olarak haftanın iki gecesi evimin yakınlarında bir barda gitar çalıp şarkı söylüyordum. Tabi ki tam olarak hayalimdeki hayatı yaşıyor sayılmazdım. Ama bir gün büyük bir müzisyen olacağım inancıma sıkıca tutunuyordum, hala tutunuyorum...

Akşam üzeri işten çıkar çıkmaz en yakın arkadaşım Meriç'le, M ile buluştuğumuz AVM'ye yemek yemeye gittik. İş yerime en yakın olan yer orasıydı ve Meriç oraya iki vasıtayla geldiği için buluşmanın ilk yarım saati bana trip attı. Fakat AVM'nin bahçesindeki cafede limonatalarımızı yudumlarken ona M'den bahsettiğimde bütün yorgunluğunu unuttu. 

Nasıl anlaşmıştık? Türkçe biliyor muydu? Nereliydi? Ondan hoşlanmış mıydım? 

Ondan hoşlanmış mıydım...

Belli bir yaşa geldiğinizde, en yakın arkadaşınıza yaşadığınız her bir detayı anlatma dürtünüz kayboluyor. Yerini daha özet anlatımlar ve bazı detayları kendinize saklama dürtüsü alıyor. Yine de, sizi uzun zamandır tanıyan o en yakın arkadaşınız sizin o atladığınız tüm detayları, tüm hislerinizi bir bakışınızla anlayıveriyor. Bu yüzden karşılıklı limonatalarımızı yudumlarken benim o saklamaya çalıştığım bütün heyecanımı Meriç benim yerime fazlasıyla sergiliyordu.

Meriç beni soru yağmuruna tutarken, bakışlarım üç ay önce yaptırdığım ve kimsenin anlamını çözemediği o minik dövmeme kaydı. Sol el işaret parmağımın orta parmağıma dönük kısmında ilk bakışta ne olduğu çok anlaşılmayan iç içe geçmiş iki adet çarpı sembolü vardı. Bir an için gözümün önüne bundan tam bir yıl iki ay önce; cebelleştiğim bütün o rahatsızlıklardan sonra anneme sarılıp yaşamak istemediğimi söylediğim an geldi.

"Sana söylüyorum A. Beni dinliyor musun? Sınav için acilen bir kurs bulmamız lazım."

                                                                                           ***

"Meric'e ne anlattın? Benim için ne söyledi? Sonra sen ona ne söyledin? Hadi anlat! Hadi, hadi, hadi..."

M, Meriç'e ancak Meric diyebiliyordu. Benim adımı söylemekte daha çok zorlandığını düşünürsek aramızda bir harfin lafı olmazdı, öyle değil mi? Ertesi gün ona Meriç'le buluştuğumuzu söylediğim an bu ses kaydını atmıştı. O tatlı ingilizcesiyle tabi... Mesajlaşmayla ilgili düşüncelerimden dolayı ona Meriç'le ne konuştuğumuzu yüz yüzeyken anlatacağımı söyledim. 

"O halde hemen yarın buluş benimle." dedi. "Ve Meric'i de çağır, etrafındaki herkesi tanımak istiyorum."

Gerçekten arkadaşlarımla, ailemle tanışmak mı istiyordu? Bu kadar kısa zamanda mı? Nasıl bir erkekti böyle... Elim eline dokunmuş olmasa gerçekliğini aklım almayacaktı! Acaba birlikte olduğu bütün kız arkadaşlarına böyle mi davranmıştı? Eğer öyleyse bütün bu olanlar göründüğü kadar romantik değildi belki... 

Meriç'i davet ettiği ses kaydını dinler dinlemez haberi hemen canım arkadaşıma yetiştirdim. Bu olayda onu endişelendiren tek şey, ingilizce konuşacak olmamız olmuştu. Benden iyi ingilizce biliyor olmasına rağmen ve ona ısrarla M'nin öğrencilerinden dolayı yarım yamalak ingilizcelere alışkın olduğuna emin olduğumu söylememe rağmen tam olarak ikna olmadı. Benden daha çok heyecanlanmıştı. Bizim yanımızda sap oturup romantizmi bölmek istemediğini söyleyip duruyordu.

"Meriç! Anlamıyorsun, tam da bu yüzden gelmelisin. Aramızda öyle bir elektrik var ki onunla biraz daha baş başa kalırsam yanıp kül olmaktan korkuyorum."

Bu lafımın üzerine lise yıllarımızdaki gibi manalı manalı gülüştük ve telefonu kapattık. Ben de bara gitmek üzere hazırlanmaya koyuldum. M'nin yanında kendimi biraz çocuk gibi hissettiğimden beri giyim tarzımda ufak değişiklikler yapmaya başlamıştım. Onu görmeyeceğimi bildiğim zamanlarda bile her an tedbirli olmam gerekiyormuş gibi hissediyor ve her yere özenli gidiyordum. 

Gündüzden kalma makyajım fena durmuyordu. Eve gelir gelmez pijama moduna girmek en büyük hobilerimden olduğu için üstümü değiştirmem gerekiyordu. Gitar çalacağımı hesaba katarak altıma siyah bir jean, üstüme de gümüş grisi kısa kollu bir bluz çekip evden çıktım. Bugün ablamın arabası olmadığından ağır gitarım ve ben otobüse mecbur kalmıştık. On dakikalık yolculuk sırasında M'nin gündüz atmış olduğu şarkıları dinledim. Müzik zevklerimiz çok uyuşuyordu. Müzisyenlik hayalimi hesaba katarsanız bunun benim için ne kadar önemli bir ayrıntı olduğunu anlarsınız eminim. Şarkılardan bir tanesi ötekilerden rahatlıkla ayrılmıştı. Gönderdiği versiyon Frank Sinatra'nın kızıyla söylediği ve benim en sevdiğim versiyondu.

"Doğru zaman, parfümün başımı döndürüyor
Yıldızlar kızarıyor ve gece masmavi     ve sonra ben      
seni seviyorum gibi aptalca bir şey söyleyip
her şeyi mahvediyorum "

Şarkı bitince kulaklıklarımı çıkarttım ve gülümsememe engel olamadan otobüsten indim. Artık neredeyse rüyada olduğuma emindim. O gece barda her zamankinden daha çok alkış aldım.

                                                                                        ****

AŞK ASLINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin