"Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır."
Rum Suresi, 21. Ayet
Neden kaybedince anlar insan birşeylerin kıymetini?
Kaybetmek, kıymet bilmenin ederi mi?
İnsan kaybetmeden göremez mi birşeyleri?
Mesela; nefes alamama durumunu yaşamadan, neden şükretmeyiz aldığımız her nefese? Neden değer vermeyiz oksijene? Neden hor görürüz, hor çekeriz içimize? Muhtaç olduğumuz havaya bile değer vermeyen, nazik davranmayan bizler, neyin değeri ve nezaketinden dem vururuz?
Nedir çağdaşlık mesela? Hangi çağ bu? Neyin çağı? Kimin çağı? Hangi açılan çığırlar sonucu oluşmuş? Neleri çağırır?
Bilmem kaçıncı yüzyıl, teknoloji çağ atladı dendi durdu... Gelen bu felaketleri de, atladığı çağdan mı getirdi dersiniz? Her gidenin bir getirdiği vardır. Değil mi? Atlayınca, üzerinden atladıklarımızın bizden alacakları?
Çağ atladık mı bilinmez ama birşeyleri atladığımız kesin.
Ve atladıklarımızın bize sel, deprem, dolu, fırtına, küresel ısınma olarak geri döndüğü...
Sonu olan bir dünya da, neden sonsuzluğun peşinde insanoğlu? Birgün katlanıp dürülecekse tüm bu evren, yutacaksa içindekileri ve en son kendini, ölümsüzlük ne işine yarayacak insanın?
Yere göğe sığdıramadıkları teknoloji kurtaracak mı kendilerini?
Teknolojiyi geliştiren aklı dahi Yaratan'ın gazabından?
Belki de kendi ütopyalarında, böyle bir uçakla kurtuluruz diye düşünüyorlardır, diye geçirdi içinden Erva.
Allah'ı bilmediklerinden, O'ndan kurtulabilme hayalleri içindedirler.
Sonunda uçak inmişti topraklarına, ve bugün anlamıştı ki; insanın memleketi yaşadığı yermiş.
Şuanda kendini daha güvende ve daha huzurlu hissediyordu.
Evindeydi, evi bu şehirdeydi.
Aidiyet arıyor insan yolcusu olduğu dünyada, konaklayacağı han arıyor. Yolculuğu da göçebe geçer ve ait olamazsa bir yerlere, yabancılaşıyor. En son kendi dahi, kendini tanıyamıyor.
Şimdi daha kendiydi Erva, daha kendindeydi. Sakinleşmiş, dinginleşmişti. Hatta normalden daha garip bir sakinlik vardı üzerinde.
Mehmet Bey arabayla onları almaya gelmişti havaalanına, Handan'ı evine bırakıp direk eve doğru yola koyulmuşlardı. Handan inmeden Erva'ya daha sakin bir zamanında konuşmaları gerektiğini söylemişti. Erva ise, kafasıyla onaylamıştı sadece, konuşmak gelmiyordu hala içinden. Çocuklar dahi konuşmamıştı hala ve bu garipti onlar için.
Eve vardıklarında Esma ve Naciye Hanım karşıladı onları. Olanlardan 'dönüyoruz' mesajı hariç ellerine telefon alamadıklarından, haberdar değillerdi hiç birşeyden. Ve dolayısıyla merak ediyorlardı.
Erva direk kendini odasına attı. Çocuklarla Esma ilgilenirdi, büyüklere anlatma görevini de Ahmet üstlenirdi. O ise, sadece namaz kılıp yatmalıydı biraz. Kurtulmalıydı, kötü bir rüyanın içindeymiş gibi hissetmekten.