Bora kardeşini kendi binasına götürmeden evvel kısaca Boyerlerin yerleşim düzeninden bahsetmeyi de ihmal etmedi:
-Burası Deniz ablanın evi gibi çarşıda değil öncelikle. Eğer şehre gitmek istersen ya bana ulaşacaksın ya da Polat abiye. Songül ablanın kocasına. Şimdi, dedi ve susup kız kardeşinin arkasına geçti. Genç kızın sopasını tutan sağ elini kendi sağ avcunun içine alıp omuz hizasına kaldırdı. Tarif ettiği yönleri işaret etmeye başladı.
-Arkamızda Büyük ev var. Önünde de arabayla geldiğimiz yol ve arabaların konduğu garaj var. Ama bahçeden baya uzakta çıkış kapısı. Sonra gezersin zaten. Sağ tarafta ,büyük evin sağ önü, sera var. Arkasında Uraz'ın kaldığı ev var.
Sonra kızın sağ elini yavaşça indirip sol elini havaya kaldırdı.
-Soldaki ilk bina benim kaldığım yer. Büyük evle aynı hizada. İkisi arasında gidip gelmen çok rahat olur. Zaten yürüş yolları taşlı fark etmişsindir. Benim evin arkasında bir bina daha var. Büyük evin arkasında da Polat abilerin ve Leyla ablanın kaldığı ev var. Tabi büyük evin arka bahçesinden sonra. Şimdi geniş hatlarıyla anladıysan devam edebiliriz.İki kardeş onları büyük evdeki camlardan gözetleyen gözlerden habersiz yeni hayatlarına yola çıktılar.
Büyük evdeyse akılları ve dilleri meşgul edecek bir konu bulunmuştu. Başta Leyla ve Songül olmak üzere işlerine geri dönmüş onca insan Ahla'yı merak içinde hayatlarına devam ettiler. Ama Leyle çok da fazla dayanamadı bulaşıkları makinaya yerleştirirken bir yandan da:
-Pek de güzelmiş zavallı.
-Neden zavallı dedin ki kıza. Pek memnundu halinden.
-Ölen kişi nesiymiş biliyor musun?
-Bedia hanım söylemişti Bora gibi o da evlatlıkmış.
-Ne iyi kadınmış o zaman.
-Evet, evet.Burcu hanım da konuşmak istiyordu ama Salman'nın yanında ağzını açmamaya kararlıydı. İyi hoş biri olsa da Burcu hanım öylesine kıskançtı ki neredeyse kocasını kendi gözünden kıskanacaktı. Aklından türlü türlü şeyler geçindirirken evin giriş katında çocukların sesi çınlamaya başlamıştı bile.
Eylül yeni gelen ablasını çok sevmişti. Gabra'ysa Eylül'ü Ahla'dan uzak tutmanın yollarını düşünüyordu. Eylül onun en yakın arkadaşıydı, ya okuldaki geçen yıl yaşadığı gibi biri gelip de en yakın arkadaşını ondan koparırsa. Düşünmek bile istemedi Eylül'ün peşinden koşarken. Bu iki yumurcağın ardında da Bedia hanım bahçeye fırladı.
-Dikkat edin kuzucuklarım.
-Bedia teyzeciğim, biz dikkat ediyoruz.
Bahçedeki salıncaklara kurulup sallanmaya başladılar.
-Beni sallar mısın?
-Kızım sen zaten çok hızlısın. Daha nasıl sallayayım.
-Ablama baksana!
-Gabra sen de yavaşlar mısın kardeşine nasıl örnek oluyorsun.Karan bey ikinci kattaki odalarının balkonundan aşağıdaki her zamanki curcunayı izliyordu. Karan bey fazlasıyla dengesiz bir kişiliğe sahipti. En azından Bedia hanım öyle düşünüyordu. Ama Salmana babasına sorsalardı daha farklı cevaplardı. Babası olması gereken zamanda olması gerektiği gibi davranırdı. Bedia hanıma göreyse Karan beyin işte bu hali tamamen dengesizliğinden kaynaklanıyordu. Aynı soruyu Uraz'a sorsalar bambaşka bir cevap alacakları kesindi. Babam otoriteyi sağlamak için her zaman sert görünmek istiyor derdi kısaca. Karan beyin çoğu zaman ters tarafına denk geldiği için.
Uraz da babasını düşünüyordu bu arada kendi kendine mırıldandı bomboş evinde:
-Karan bey de ne acayip, kimi görse eve topluyor. Tabi Bora beyin kardeşi olunca mesele ya da daha doğrusu Bora bey olunca mesele akan sular duruyor.Uraz boş kuruntulara kapılıyordu. Karan bey için öncelik kendi öz oğullarındaydı her zaman. Ama bunu Bora'ya hissettirmemek için Bora'nın üzerine düşerdi. Kendi oğullarına daha ters davranırdı çoğu zaman. Çünkü asıl Boyer onlardı ve Boyer gibi davranmalıydılar. Karan bey babasından böyle görmüştü. Oğullarına da böyle öğretecekti. Ama yanlış bir düşünceye de kapılınmamalıydı Karan bey hakkında çünkü Bora'da bir Boyer'di. En güzel şöyle anlatılırdı Karan beyin hisleri.
Evde yangın çıksa üç oğlu içeride kalsa ilk Salman'ı mı Uraz'ı mı kurtaracağına karar veremezdi. Belki de ikisini de birer yanından kavrayıp baba gücüyle çıkartırdı. Bora'ya karşı olan sevgisiniyse boğulacak gibi öksürürken belki girdiğinde tekrar çıkacağı ihtimalinin mini minnacık olduğu bir anda bile olsa o eve tekrar girerek gösterirdi. Ya Bora'yla çıkardı ya da ikisinin bedenlerini başka biri çıkartırdı. Önemli olan çocuklardı.
Küçük kızlarla büyük adamları Karan bey açısından mukayese etmek çok yanlış bir davranış olurdu. Karan bey bunu aklından bile geçirmek istemezdi. Tercih yapmak zorunda bırakılmaktansa ölmeyi bile yeğlerdi.Uraz kendi kendini yemeyi bir kenera bırakıp gelen kızı düşünmeye başladı.
-Artık bizimle kalacak demek. Çok sık karşılaşır mıyız? Ne yapacak bu yerde?
Aklı kızın günlerini nasıl geçirdiğine takıldı bir süre.
-Çok sıkılıyor mudur ki? Belki de bizimkilerle tanıştırmalıyım. Saçmalama Uraz.
Çalan telefonuna gitti eli:
-Uraz Ceydalardayız gelmeyecek misin?
-Bensiz devam edin.
-Ne oldu oğlum, bu ses ne? Hem sen kaç gündür neredesin?
-Yorgunum, cenazemiz vardı.
-Kimin, diye bağırdı bir anda Alp.
-Sakin ol oğlum. Bora'nın kardeşine bakan kadın ölmüş.
-O kız çok küçük değil miydi ne olacak şimdi?
-O kadar da küçük değilmiş abisinin yanına geldi. Aramızda kalsın Alp, Uraz yorgun dersin oradakilere.
-Uraz sesin iyi gelmiyor, sen yine de eğer istersen ara beni, hemen gelirim tamam mı?
-İyiyim.
Kızdan bahsetmek Uraz'a pek de doğru gelmemişti. Alp, Uraz'a Salmandan bile yakındı ama Ahla denen o kız evden biriydi ve evin dışına taşmamalıymış gibi hissetti. Bu hissini kızın görmeyen gözlerine karşı hissettiği acıma duygusuna verdi. Dışarısı tehlikeliydi onun için. Yabancılar da.Uraz'ın 20'lik arkadaşları Ceydaların evinde eğlenirken Bora ve Ahla ,Deniz ablanın evinden gelen birkaç eşyayı yerleştirmeye başladılar.
Uraz yan odasını Ahla için boşaltmıştı. Hatta sadece Ahlanın odası değil evin çoğu yerini sadeleştirmeye çalışmıştı kardeşi için. Kardeşi de bunu hissetmişti elbette.
İki kardeş el ele verip eşyaların çoğunu yerleştirdikten sonra tek sorun Deniz abladan gelen piyanoyu koyacak yerdi:
-Ahla, bu Deniz ablanın evinde mi kalsaydı, hem ona ait değil miydi, dedi.
Bu düşüncesi için haklı sevepleri vardı Bora'nın. Deniz hanımın evine gittiği birkaç seferde dikkatini çekmişti ama soramamıştı kimin çaldığını. Ama kardeşinin böyle bir uğraşının olduğunu aklına bile getirmemişti sadece Deniz hanımın Ahla için birkaç bir şey çaldığını düşünmüştü.
-Abi o benim. Ben çalıyorum.
-Nasıl?
-Aslında Deniz ablanın çok yardımı oldu. Kolay bir şey değil hatta normal birinin bir ayda öğreneceği şeyi ben bir yılda öğreniyorum ama önemli değil. Çünkü o bir ayda çalanın notalara ve arada da olsa tuşlara bakması gerekiyor bense sadece çalıyorum.
Ahla o anda görmeye başlasaydı 'gurur duyma' durumunun nasıl bir yüz ifadesi olabileceğine şahit olurdu. Abisi genç kıza hem hayran olmuştu hem de gurur duymuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Renkleri Anlat
ChickLitRenkleri Görmeden Hisseden Genç Bir Kızın Öyküsü Ahla 18 yaşında güzel bir kızdı. Fazlasıyla da zekiydi. İnsanlar ilk bakışta ona baktıklarında pek de büyük bir kusur görmezlerdi. Ama biraz zaman geçirdiklerinde çok geçmeden durumu fark ederlerdi...