Üzgünüm yazamadım çünkü taşınmıştık ve internet yoktu şimdi kuzenlerimin evindeyim😉
Kendinizi hiç umutsuz hissettiğiniz bir anınız oldu mu? Benim olmadı. Yani olmamıştı. Eda rüşvete bağladığım birisi değildi ve asla da olmamıştı. Ve ben kendimi umutsuz hissediyordum. Bu korku, hayal kırıklığı, endişe ve suçluluk duygusunu bastırmaya yetmişti.
Ela'yı ararken nefes nefese kalmıştım. Nerelerdeydi bu kız?
Bütün yalıyı, bahçesiyle birlikte, en az üç kez dolaştığımda Ela'nın nereye kaybolduğunu gerçekten merak etmeye başlamıştım. Acaba nerelere saklanmıştı kız kurusu??
"Biraz daha aramalıyım" dedim. Belki de yalının dışına çıkmıştı? Olabilirdi. Hatta belki Yiğit ile birlikteydi. Yada kaçmıştı. Beni görmemek için kaçmıştı. Benden uzağa kaçmıştı..
Düşüncesi bile ne kadar korkunçtu. Yoktu. Hiç bir yerde yoktu ve belkide beni görmemek için gitmişti. Başına bir şey gelirse sorumlusu bendim. Başına bir şey gelirse?! Ne olacaktı.
En başında buraya gelmemeliydik. Ne vardı ki o kadar merak edecek o küçük, karanlık odada? Ya ayna? Neden dokunduk ki ona? Yapmamalıydık. Eda'yı bulup en kısa zamanda buradan çıkmak için çalışmaya başlamalıydım.
Ama Eda yoktu. Neredeydi? Ne yapıyordu. Neden ve nasıl? Hiç bir şey bilmiyordum.
Koşarak dışarıya çıkarken gözümden dökülecek yaşlara engel olmaya çalıştım. Herkesin içinde ağlamayacaktım. Ağlamadım da.
*****
Sonunda bir nehir kenarına durdum. Asi, 21. Yüzyılda da Hatay'daydı. Bir dakika. Ben şimdi Hatay'da mıydım? Neyse konumuz bu değildi.
Asi bu yüzyılda da çok güzeldi. Çok kullanılmasada bir kız ismi olan Asi'nin kökeni bu nehirmiş. Bir dizide mi görmüştüm annem mi anlatmıştı hatırlamıyorum ama buralarda Dünya'ya gelen şirin bir kız çocuğunun adını ilk nehir gibi güzel olsun diye Asi koyuyorlardı. Hatırladığım kadarıyla. Kız da çok güzel oluyor, görenlerin yüreğini hoplatıyordu.
Asi'nin de çevresinde koşmaya başladım. Yorulunca durdum. Asi'nin dibine geldim. Ellerim ile ağzımın çevresini kapladım ve bağırdım; "EDAA!!!" Sesimin yankısı dışında herhangi bir titreşim olmadı. Tekrar bağırdım; "EDAAA!!!" Yine ses gelmedi. "NEREDESİİN!!!" Yoktu. Yoktu işte. Ya da bile bile cevap vermiyordu.
Ellerimi açtım ve ayaklarımı suya soktum. Belkide buradaki tek ayakkabımın ıslanıyor olması umurumda değildi. "EDA! ÖZÜR DİLERİM!! SEN HAKLIYDIN!! EĞER DUYUYORSAN LÜTFEN AFFET BENİ!!! LÜTFEEN!!!" Olmuyordu ses gelmiyordu.
Bir an 'Acaba kendimi suya atsam ne olur?' Diye düşündüm. Boğulur muydum? Ölebilmek ihtimalim var mıydı? Sonum 16. Yüzyılda, sefalet içinde, bir başkası için çalışırken ona ihanet edip iki taraflı oynamaya başlamışken, en yakın iki arkadaşımdan birisi ile 6 yüzyıl uzak diğeri ile de küs iken intihar edip nehirde boğulan bir kız olarak mı olacaktı? Bendeki bu şans ile en fazla felç olup hayatıma öyle devam etmek zorunda kalırdım herhalde. Çokta iyi bir şansım olduğu söylenemez sonuçta işkenceyi seviyor.
Tam kendimi suyun içine atmak için ilerliyordum ki bir ses duydum. Çalı hışırtısı ile zar zor anlayabildiğim ses "Ela, ne yapıyorsun?" Demişti. Sesin sahibine bakmak için arkamı döndüğümde gözlerimin bırak fal taşını, Jüpiter ile büyüklük konusunda yarışabileceğinden emindim.
"Saçmalama da gel şuraya!" Düşüncelerden sıyrılıp gerçek dünyaya döndüğümüzde nihayet geri dönmeyi akıl edebilmiştim.
(Can adındaki prens beni çağırdığında kollarına atladım ve hayatımı kurtardığı için ona teşekkür ederken beyaz atına binip kaçtık. Hadi ama. Biraz fazla klişe değil mi? Cidden benim böyle bir klişeden ibaret ilk yalnız karşılaşma senaryolayacağımı düşünmediniz herhalde😉 -artık ilk yalnız karşılaşma neyse..)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kovboy Kent ☀ Zaman Savaşları Serisi -1
Science FictionEla, aşırı zengin ve Türkiye'nin üst düzeyi ailelerinden birinin çocuğudur. Hayatı harika geçmektedir. Fakat babası ve annesi bir yıllığına iş için yurt dışına çıkarlar. O ise İstanbul'da kalır. Bir akşam en yakın arkadaşı Eda ile pijama partisi yap...