1803...
Tıp eğitimim bitince bilmediğim yerlere bir faytonun içinde sürükleniyordum. Yola çıktığımda hava aydınlık olsa da şimdi arabanın feneri bile kardan, yağmurdan balçık olmuş yolları zor aydınlatıyordu. Sanki bilmediğin yolda değil denizlerde enginlerini göremediğim bir yerde ilerliyordum.
Arabanın sarsıntısı arada beni hafif uykumdan uyandırsa da tekrardan uykuya dalıyordum. Yine uykumun tatlı yerinde koltuktan savrularak uyanmıştım. Faytoncu arkasına dönmüş:
"Beyim, arka tekerlek çukura girdi," dediğinde uyku sersemliği ile kapıyı açıp dışarı çıktım.
"Yolun bitmesine daha var mı?"
"Hayır beyim, şu tepeyi de aşarsak ulaşacağız."
Cevap olarak sadece kafamı sallamakla yetinmiştim. Köye ilk adımımı atar atmaz uğradığım talihsizlik umarım devam etmezdi.
Yarım saat sonra arabacı işini halletmiş, ben de tekrardan arabaya binmiştim. Şubat ayının soğuk havası zihnimi yeterince açtığı için ıssız yolu izlerken bu sessizliği bozan tek şey tekerleklerin çamurları ezerken çıkan hışıltı sesiydi. Bir de atların boyna aynı tınıda çıkan toynak sesleri. En sonunda büyük bir malikane ufukta, ağaçların koyu gölgeleri arasında gözükmeye başlamıştı. Birkaç odasında yanan şöminenin ışığı pencerelerden perdeleri geçerek yansıyordu.
Bu sarı ışık şimdiden içimi ısıtmaya, gelecek konusunda heyecanlanmama neden olmuştu. En sonunda sahanlığa girdiğimizde arabacı bir çüş sesiyle arabayı kapının önünde durdurmuştu. Arabadan indiğimde yaşlı bir kadın, kapının girişinde gaz lambası tutuyordu.
"Merhaba beyim, siz yeni kiracı olmalısınız ben Rowena, ev işlerinize bakmak için efendi Fergus tarafından görevlendirildim."
"Merhaba ben de Dean, umarım yiyecek bir şeyler vardır."
"Ah elbette uzun bir yolculuktan geleceğinizi bildiğim için size içeride büyük bir sofra hazırlamıştım. Buyurun içeri geçelim." Elindeki gaz lambasını girişi aydınlatacak şekilde tutmuştu.
İçeri girdiğimde şapkamı, sırtımdaki paltoyu çıkardığımda uzanıp onları almıştı. Bu tür hizmetlere alışsam iyi olacaktı. İçerideki büyük salona geçtiğimizde gerçekten de lezzetli bir sofra hazırlandığını gördüm. Elimi yüzümü yıkayıp direk başına geçmeliydim.
Ev oldukça büyük ve genişti. Kullanılmayan odalarda mobilyaların üstüne eşyalar tozlanmasın diye beyaz çarşaflar gerilmişti. En sonunda banyoya girip işlerimi hallettim. Aşağı indiğimde de hala sıcak olan yemeklerin başına geçtim. İlk açlığım geçtikten sonra Rowena'nın şöminenin başında elinde işiyle oturduğunu görünce konuşma isteği duydum. Onu yanıma çağırıp bölgeyi, ev sahibimi atlatmasını istedim. O da yüzünde küçük bir tebessümle:
"Elbette nereden başlamamı istersiniz beyim."
"İlk başta çevreden eğer bilginiz varsa hastaların durumundan."
"Genellikle kışın sert geçer gördüğünüz üzere, yakın zamanda da karlar iyice bastırdığında yollar kapanır. İlkyazı serin, yazı da ılıktır. Sonbaharda bereketli yağışlar başlar bu yüzdendir hastalar genellikle üşütmeye bağlı öksürükleri, gripleri olur. Hatta bu yüzden beyefendi sizi en kısa zamanda görmek istiyordu. Onun da öksürük nöbetleri başladı. Bünyesi sağlam bir adam ama sizin doktor olduğunuzu duyunca 'görünmekten zarar gelmez,' dedi. Çetin cevizdir kendileri umarım anlaşırsınız."
"Demek beni görmek istiyor. O zaman yarın uğrarım hem de onunla tanışmış oluruz."
"Şimdiden kendilerinin pek konuşkan olmamasını bağışlamanızı isterim, biraz aksi adamdır ama bu bölgeninde en zenginlerindendir."
Yemekten kalktığımda ateşin karşısına geçip bir bardak içki içmeye başlamıştım. Ev sahibim hakkında içimde anlamlandıramadığım bir merak uyanmıştı; fakat gece daha fazla geçe de kalmadan yukarı çıkıp uyumayı düşündüm. Rowena'ya iyi geceler diyecektim ama çoktan uyumuştu.
Hal böyle olunca sessizce odama çıkıp yattım.
Ertesi sabah kalktığımda hafif yağmur damlaları pencereme vuruyordu. Gri ve sisli hava hem içime huzur verirken hem de yalnızlığımı hatırlatıyordu. Aşağı inip Rowena kalkmış mı diye bakındım. Ortalıkta kimse gözükmese de tekrardan sofra hazır bir şekilde sahibini bekliyordu. Mutfak tarafından soğuk bir esinti gelince kafamı o tarafa çevirmiştim. Çevirmem ile dışarı açılan mutfak kapısı kapanmış Rowena elinde süt tenekesi ile tencerenin yanına gidiyordu. Sütü harıl harıl yanan ateşin üstündeki tencereye dökünce kafasını benden tarafa döndürmüştü.
"Günaydın Beyefendi, birazdan sütte hazır olur lütfen siz yemeğinize geçiniz. Bugün sütçü çocuk geç geldi de kahvaltıya yetiştiremedim."
"Önemli değil, acelesi yok."
"Kahvaltıdan sonra efendiye gideceğinizi çocuğa söyledim büyük ihtimal sizi bugün beklerler."
Kafa sallayıp kahvaltıma başlamıştım. çabucak sofrayı silip süpürdükten sonra dinç bir şekilde arabacıya doğru yola çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz da zaten çoktan faytoncu hazır olduğunu gördüm. Galiba herkes beye gitmemi bekliyorlarmış.
Dağın başına doğru büyük rüzgarlar aldığından dolayı uğuldayan bu tepe, eski ama görkemli bir malikaneye ev sahipliği ediyordu. Araba kapının önünde durduğunda büyülenmiş vaziyette indim. Bahçe kapısına birkaç kez vurdum fakat açan olmamıştı. En sonunda kapı aralık halde açılmış yüzü gözü is, saçlarında da saman çöpleri olan bir çocuk:
"Buyur-un... B-beyefendiyi mi aramış-tınız?" demişti.
"Evet, ben yeni kiracısıyım."
Bu kekeleyen biraz yabani çocuk kapıyı ardına kadar açmıştı. İçeri girdiğimde burasının benim evimden de sessiz ve kimsesiz olduğunu görmüştüm. Kararmış ceviz merdivenlerden yukarı çıkarken önümde biraz önce beni içeri alan cılız genç yol gösteriyordu. Açık bir kapının önünde durup kapıyı tıklattı. Ben de açık olan salonu izliyordum. Şöminenin önünde arkası bize dönük koltukta oturan adam kaba sesiyle:
"Pis velet sana o kadar dedim beni rahatsız etme diye," Bir öksürük krizi tutmuştu.
"Efen-dim ben-"
"YETER! çık dışarı eminim daha samanlık temizlenmemiştir."
Yanımda duran çocuk ilk kez fark ettiğim mavi gözleriyle mahcup bir ifadeyle bana baktı. Ben de genzimi temizleyip:
"Merhaba beyefendi. Ben yeni kiracınız, hastalığınızı kontrol etmek için gelmiştim," dedim. Aynı zamanda da içeri doğru yol alıyordum. Ev sahibimin suratından hiçbir şeyden memnun olmayan aksi biri olduğu gözüküyordu.
"Demek sendin. Ben de bizim işe yaramaz sanmıştım. Her zaman beni olmadık anda rahatsız eder."
Bana yanda duran koltuğu gösterdi. Ben de oturduğumda şöminenin dibinde yanan ateşte iliklerimi ısıtmış oldum. Konuya çabuk geçmek için: "Ne zamandan beri öksürüğünüz var?" Diye sordum.
O beni duymamış gibi: "Pis velet çabuk gel, bize iki tane viski getir." Diye bağırdı.
Ben de lafımın bölünmesine aldırmamaya çalışarak çocuğun bize içki getirmesini sessiz bir şekilde bekledim. Viskilerimiz geldiğin çorapsız ayağındaki çarıkları gören adam sinirle bastonunu kaldırıp çocuğun bacaklarının arkasına vurmaya başladı. Her vuruşunda bir cümle söyledi: "Ben sana demedim mi içeri böyle girme diye!" Her vuruşunda, çocuk gözlerini daha fazla sıkmıştı. Adamın vurması bittiğinde çocuğun bacakları tutmaz halde içeriden çıktı.
"Bu hayvanı küçük yaşta çamurların içinden kurtarmıştım keşke kurtarmasaydım. Ziyandan başka bir şey değil. Adam akıllı konuşmasını da bilmez zaten. Bir başımdan atabilsem keşke!"
Ben, ne diyeceğimi bilmeden öylece kalakalmıştım. En sonunda ona birkaç şurup yazıp malikaneden ayrıldım.
Burası da benim için hayal kırıklığıydı. Konuşacak insan yoktu sanki bu dağlarda...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mr. Winchester -Destiel
FanfictionMr. Winchester tıp okulunu bitirdikten sonra bilmediği topraklara doktorluk mesleğini yapmaya gider. Kentten ayrılmadan önce annesinin zoruyla nişanlandığı Lisa ile ayrılmaktan memnun olsa da gittiği yerde, dağ ve tarladan başka bir şey olmaması da...