Bölüm 3 👼🏻

405 64 22
                                    

Castiel, soğuk havadan üşüyen elleriyle kapıyı araladı. 

Mümkün oldukça az ses yapmaya çalışsa da efendisi çoktan karanlıkta onun karşısına dikilmişti. İçtiği alkolün kokusunu bu uzaklıktan bile alabiliyordu.

Efendisinin gözleri karanlıkta kan bürümüş halde parladığını görünce maruz kalacağı şiddet yüzünden Castiel'ın biraz önceki mutluluk ifadesi silinmiş, hayatında ilk kez deneyimlediği anlar yok olmuştu. Direniş göstermeden kabul edecekti her darbeyi; yoksa herhangi bir direniş itaatsizlik olarak algılanabilirdi. Bugüne kadar olan deneyimlerinden bunu öğrenmişti.

Daha önce soğuk algınlığından dolayı pazar günü kiliseye gitmek istemediğinde efendisi çatı katına, onu sürükleyerek merdivenlerden çıkardı. Eski ve tozlu eşyalar arasında, kullanıldığından dolayı parlayan tek nesne olan kırbacı eline alıp Castiel'ın gömleğinin yakasından tuttuğu gibi sırtını açıkta bırakacak şekilde soyup cezası için hazırlamıştı.  

Şimdi ise biraz ötede duran efendisi ağır adımlarla, bastonun ahşap üzerinde çıkardığı tok sesle dibine kadar gelmesini bekledi. Castiel'ın gözleri yerde, bastonun ucunu korkuyla izliyor; her bir ses irkilmesine, oradan kaçıp gitme isteği uyandırmasına sebep oluyordu. En sonunda adımlar bitmiş cezası sırası gelmişti. Önce, sert darbeler dizlerinin üstüne sonra omuzlarına gelerek soğuk zemine çökmesini sağladı.

Yediği darbelerden artık sırtındaki gömlek kandan ıslanmaya başlamıştı; fakat en kötüsü bastonun ucuyla karnına gelen darbelerdi. Castiel karnına aldığı her darbede nefessiz kalıyor, boğazı hıçkırıklardan düğümlenip, ciğerleri nefes almak için çırpınıyordu. Kollarıyla hayati bölgeyi içgüdüsel olarak korumak istediğinde bileklerine inen vuruşlarla yine acısından kaçamamıştı. Bugün belki uzun zamandan sonra yediği en kötü dayaktı.

Hem de biraz önce doktor beyefendinin evinde yediği sıcak kurabiyelerin, gördüğü resimli kitapların ardından çok acıydı.

Küçüklüğünden beri içinde olduğu bu yaşamda bir kez olsun aile şefkati görmeyen Castiel böyle zamanlarda aklında canlandırmasa bile yine de içinde hep bunun eksikliğini hissediyordu.

Bilinci yerine geldiğinde, yerde cenin pozisyonun uyanmıştı. Hava daha alacakaranlıktı. Bir an önce efendisi uyanmadan günlük işleri yoluna koyması gerekiyordu eğer dünkü olayın tekrardan gerçekleşmesini istemiyorsa. İlk başta soğuk suya bastırdığı eski bir bezle, kırık ayna parçasına bakarak yaralarını temizlemeye çalıştı. İşi bittikten sonra süt sağma ve efendisine kahvaltı hazırlama faslı vardı. Bu işleri çok küçük yaşta başladığından tez elden yapabiliyordu. O zamanlar bu işlerin arasında oynayabildiği tek şey: Havaya ılık nefesini bırakıp kaybolması izlemekti. 

Hayatı hep tutamadığı şeylere bakarak hayal kurmak olmuştu.Tabi bu düne kadar geçerliydi..

Castiel en sonunda bu heves ve hayal kırıklığıyla dolu masum hayallerinden kopup, sofrayı hazırlamaya koyuldu. Mutfak genellikle akşamları onun takıldığı bölgeyken, sabahları efendisi onu mutfakta kahvaltı yaparken yanında olmasını istemezdi. Castiel, masaya taze kahvaltılıkları hazırladıktan sonra mutfaktan çıktı. 

Sofrayı kaldırmaya geldiğinde ise önce kalanla karnını doyururdu; bu şekilde öğretilmiş basit bir rutindi. Şimdi iş fazla olan sütü dağıtmaktı. Evin arka kapısından çıkıp ahıra geçti. Burada Castiel'ın dilsiz ama anlayışlı tüylü dostları vardı. Daha çok küçücükken bu hayvanların sorumluluğu omuzları üstüne yıkılmıştı. Ahırı tırmıklamak, hayvanların bakımı, samanların taşınması gibi işlerdi bunlar... 

İçeriden çekçekli el arabasına taze süt, yoğurt ve peynirleri doldurup bahçe kapısından çıktı. Her zamanki gidip geldiği patika yoldan tekerleklerin tıkırtısı içinde ilerliyordu. En yakındaki ev doktorların evi olduğu için iki saat sonra onların sahanlığından girip mutfak kapısına yöneldi. Evin hizmetlisi onu pencereden görüp kapıya çıktı. Castiel süt tenekelerini eline alıp içeri girmek için kapıya yöneldi. Rowena da arkasında, bir hafta önce ısmarladığı peynirleri kucağına almıştı. 

Castiel'ın kalbi kapıdan girer girmez daha hızlı atmaya başlamış, gözü odalardan geçebilecek herhangi bir hareketliliği yakalamak uğruna kaçamak bakışlarla etrafını geziyordu. Aslında görmese bile ona yiyecek getirmek ve bir de dünkü yaşadığı olayın hayali yeterdi. Elindekileri tezgaha bıraktıktan sonra oyalanmanın garip kaçacağını bildiğinden hızla kapıya yönelmişti ki aniden bileğinin tutulmasıyla kafasını çevirdi. 

"Hey Castiel bana selam vermeden mi gidecektin?" Dean'in gözlerinde ve dudaklarında hafif bir gülümseme geziyordu. 

Castiel ise ne diyeceğini bilemeden sadece kızarmasıyla kalmıştı. Dean, tuttuğu bilekte garip bir şey hissedince gömleğin altında belirgin olan mor şişkinliği gördü. Kaşları çatılmış, ciddi bir ifadeyle: "Bileğin incinmiş, bu nasıl oldu?" dedi.

Castiel diğer eliyle bileğini gizlemeye çalışarak: "Ah-h  h-hiç..." diyebilmişti.

Dean buna inanmayarak onu dirseğinden tuttuğu gibi odasına götürmek için çekiyordu. Castiel tam ne olduğundan habersiz yine de karşı koyarak gitmemekte direndi. En sonunda Dean'in çalışma odasına geldiklerinde Castiel'ı masasının orada bırakarak, gerekli ilaçları dolaplardan toplamaya gitti.

Castiel bilinçsizce bileğini avucunun içinde göğüs hizasında tutarken pembeleşmiş suratıyla bir duvar dolusu kitaplara, ceviz kaplama masa üstündeki kağıt, kalemlere baktı. Dean tekrardan Castiel'ın yanına geldiğinde bu masum yaratığın gayet sıradan olan eşyalarına büyük bir hayretle baktığını görmüştü.

Sessizliği bölerek "Gömleğini dirseğine kadar sıyır" dedi.

Castiel'ın bakışları doktorun elindeki ilaçları görünce ne olduğunu anlayıp bileğini daha sıkı tutarak: "G-gerek yok e-efendim" dedi.

Dean ısrarcı bir vaziyette tekrardan elini uzattığında Castiel'ın bakışlarının kahverengi cam şişe içindeki ilaçlara baktığını görünce herhalde canının acıyacağını düşündüğü sandı Dean.

"Merak etme canın acımayacak."

"Ol-olmaz... Ö-ödeyemem..."

Dean kendisine çevrilen hüzün dolu tertemiz mavi gözlerle buluşmuştu.

"Castiel senden para istemiyorum sadece yarana bakmama izin ver."

Castiel bu sözler karşısında şaşırmış, böyle bir şeyin mümkün olmayacağını düşünüyordu. Yine de karşısındaki ısrarcı gözlerden kaçamayarak bileğini teslim etmişti.

Dean gömleği sıyırdığında kalbi bir an duracakmış gibi olup, midesi burkuldu çünkü gerçekten çok kötü bir şişkinlik vardı. Bu düşmeyle bile olmayacak şişkinliğin nasıl oluştuğunu düşünmek istemiyordu. Beyaz ve ince bilekte böylesine tezatlık oluşturan bu morarmış şişkinlik için gerekli krem ve ağrı kesicileri Castiel'a sağlamıştı; fakat aklına korktuğu bir düşünceyle dilinin ucuna gelen şeyi söyledi: "Gömleğini çıkar Castiel." 

Bu kadar kesin bir şekilde gelen direktifi karşısında eli ayağına dolaşan Castiel beceriksiz ellerle denileni yaptı. Kendisine yardım eden bu adamın söylediğine karşı gelememişti.

Dean gördüğüyle tamamen afalladı. Eliyle şakaklarını ovarak bakışlarını bir saniye de olsa bu acı görüntüden gözlerini uzaklaştırmak istiyordu. Karşısındaki bu zayıf beden tam anlamıyla harita gibiydi: Çürüklerin çeşitli tonları, bazı yaraları kapanmış bazılarından hala kan sızıyor. 

Mr. Winchester -DestielHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin