Castiel ile Dean o gece şafak sökmeden at arabasına yükleyebildikleri kadar eşyayla malikaneden kimseye haber vermeden ayrılmışlardı.
Arabacıya bile gerek duymadan atıldıkları bu yolculuk Dean'in düşlerinde kurduğu ya da romanlarda okuduğu aşklardan çok daha yüce ve saftı. Kanları kaynar vaziyette gecenin ayazında küçük gülüşmeler eşliğinde yapılan bu hazırlık ve yolculuk, ayın artık gökyüzünden çekilip güneş doğuncaya kadar da devam etmişti.
Yolları üzerinde, güzel gözüken bir hana konaklamak için durmuşlardı.
Atlar da bu süre zarfında seyisler tarafından hanın ahırına çekilmiş, dinlenip tekrardan diğer yolculuk için besleniyordu. Çevre halkın ve posta arabalarındaki yolcuların da akın ettiği bu yerde çiçeği burnunda olan çift etraflarını büyük bir zevkle izliyorlardı. Özellikle Castiel hayatı boyunca hep aynı yerde yaşadığı, bulunduğu o dağların ötesine hiç geçmediği için bu mimari güzellik karşısında büyülenmişti. Yemek yemek için girdikleri salonda Castiel gördüğü açık büfeyle iştahı kabardı, ilk kez bu kadar yiyeceği aynı anda görüyordu.
"Ahh Castiel öyle bakmana gerek yok hepsini deneyebilirsin." Dean, Castiel'ın şaşkınlığını anlamış harekete geçmesini teşvik etmek adına da sırtına koyduğu eliyle öne doğru hafifçe ittirmişti.
Tıka basa doldurdukları tabaklarıyla bir masaya geçip oturdular. Castiel büyük iştahla bir tatlıdan deniyor, bir de çorbadan. Dean gözlerini ondan ayırmadan her bir mimiğini, tepkisini izliyordu. Yemekleri bittiğinde gelen çaylarla içlerini ısıtan çift, aşk ve macera dolu olacak yolculukları hakkında hayal kuruyorlardı. Gidecekleri ülkeler, öğrenebilecekleri diller ve tadılacak yeni lezzetler vardı.
Dean tabi önce Castiel'a ana dillerini yazmayı öğretmesi gerekiyordu.
Saat iki olmadan kalktıklarında kente doğru yol aldılar. Arnavut kaldırımlı yere geldiklerinde Castiel gördüğü şapkalar karşısında dilini yutmuştu. Her beyefendinin her hanımefendinin başında olan uzun tüylü veya fötr şapkalar o kadar çeşitliydi ki hangisini inceleyeceğini, hangisini ilk defa gördüğünü ayırt edememişti.
Rengarenk kumaşların, kadife kıyafetlerin arasında gözüne çarpan bir şeyi Castiel parmağını uzatarak:
"Şu pembe pamuklarda ne?" diye sormuştu Dean'e.
Dean ilk anlayamamıştı ama Castiel'ın parmak ucunun gösterdiği yöne dalgın bir şekilde baktığında ne demek istediğini anladı. Yüzüne yerleşen küçük bir gülümsemeyle:
"Pamuk şeker denemek ister misin?" diye sormuştu.
"Şeker mi!"
"Evet"
Mavi gözlerindeki heyecan Dean'in midesinde yeterince kelebek uçuşturuyordu.
Castiel eline aldığı pamuk şekeri yanaklarına bulaştırarak yerken gece kalacakları motele doğru yürüyerek gidiyorlardı.
***
Yerleştikleri motel odasında eşyalarını yerleştirirken yan odadan gelen ağlayan bebek sesi ikisini de artık rahatsız etmeye başlamıştı. Dean yan odaya gidip bir sıkıntının olup olmadığını sormak üzere çıktı. Castiel da Dean'in geri dönmesi beklemek için yatağa oturmuştu. Beş dakika geçmişti ki ağlama sesi daha da yakınlaştı en sonunda da Dean'in kucağında kolları havada kundağa sarılı bir bebek gözüktü.
Castiel yataktan fırladığı gibi Dean'in yanına bebeğe bakmaya gitti.
Bebek Castiel'ı görmesiyle ağlaması kesilmiş, susmuştu. İç güdüsel olarak kolları uzanan Castiel Dean'in kucağından bebeği aldı. İleri geri yavaş yavaş sallarken bebek uykuya dalmıştı. Ailesi tarafından terk edilmiş olan bu küçük bebek hakkında bilinen tek şey ailesi tarafından kundağın içine iliştirilen küçük bir kağıda yazılı olan Jack ismiydi.
Dean onun sağlığını kontrol ettikten sonra: "Sağlıklı güçlü bir bebek," dedi. Castiel bunları duyunca sevinmiş, endişesi azalmıştı.
Yaşayamadığı eksik gördüğü her şeyi bu Jack bebeğe sağlamak istiyordu. Onu korumak ve bütün kötülüklerden uzakta tutmak görevi olmuştu. Başka bir çocuğunda bunları yaşamasını istemezdi. Dean, Castiel'ın bu kadar bebeği sahiplenmesine şaşırmıştı ama Castiel'ı üzmemek için o da bebeği kabullendi. Birkaç gün sonra da artık temelli yerleşecekleri çiftlik evine ikamet ettiler. Ahşaptan olan bu ev bu küçük çekirdek aile için güzel bir yuva olacaktı.
Dean tekrardan kasabanın doktorluğunu yaparken Castiel da çiftlik işleriyle ve evle uğraşıyordu. Jack ile uğraşması için de yanlarına hizmetçi köylü bir kız almışlardı.
Jack ise büyüdükçe daha çok Castiel'a benziyor, bu da Dean'in hoşuna çok gidiyordu. Tam bir aile olmuşlardı. Akşamları şömine karşısında sallanan koltuklarında Dean, Castiel'a yazmayı öğretirken Jack de yere serili oyuncaklarını oynayarak eğleniyordu.
Jack'in çıkan tek dişiyle evi baştan sona doldurduğu gülüşleri evin başlıca neşe kaynağıydı.
Kasabalılar onların arasındaki ilişkiyi asla tahmin edemezlerdi. Dean'in mesleğinden dolayı da saklı tutmaları daha iyiydi. Dean ailesiyle ayda bir mektuplaşarak sağlığının iyi olduğu söylüyor evdekilerin hal hatırını soruyordu ama eski nişanlısı hakkında hiçbir şeye de karışmıyordu. Castiel ise efendisinin kumar borcu yüzünden kap krizi geçirdiğini duymuş artık onlara zarar veremeyeceğinden rahatlamıştı.
Üçü de evlerinden uzakta, gerçek bir yuva kurmuşlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mr. Winchester -Destiel
FanfictionMr. Winchester tıp okulunu bitirdikten sonra bilmediği topraklara doktorluk mesleğini yapmaya gider. Kentten ayrılmadan önce annesinin zoruyla nişanlandığı Lisa ile ayrılmaktan memnun olsa da gittiği yerde, dağ ve tarladan başka bir şey olmaması da...