3.bölüm

2.6K 321 219
                                    

-Birbirine görünmez iplerle bağlı insanların çaresizliği

1914 (Busan / Londra)

"Daha hızlı yürü, Jimin."

Çocuğun çıplak ayakları, çekiştirilerek attığı her adımda zemindeki kuru yaprakları ezdiğinden, çok acıyordu. Annesiyle birlikte sabahtan beri yollardaydılar ve ne zaman varacaklarını her sorduğunda, az sonra, cevabını alıyordu.

Jimin geçen sene çok mutlu bir çocuktu. Evinde, ılık yaz havasında akşam güneşiyle karanlığa kadar sokakta oynuyor, okuldan geldiğinde yuvarlak, alçak yer masasında annesiyle birlikte yemek yiyordu.

Annesi güzel bir kadındı. Belki de hayatında gördüğü en güzel kadındı. Belinin hizasına kadar gelen simsiyah saçlarını ucunda camdan bir kiraz çiçeği bulunan ince çubuklarla ensesinde topluyor, gözlerinin içine arkasında kopkoyu izler bırakan boyadan sürüyor, kulaklarının altına ve bembeyaz boynuna gül yaprakları gibi kokan yağlar damlatıyordu. Hafta sonları deniz kenarına gidip dondurma yerlerdi ve yol boyunca herkes annesine bakardı. Bazen annesine neden evlenmediğini soruyorlardı ve o sadece, oğlu olduğu sürece başka bir erkeğe yer olmadığını söylüyordu.

Sonra hayatları tepe taklak oldu. Annesi artık okuldan geldiğinde evde olmuyor, eve çok geç saatlerde, neredeyse sabaha doğru geliyordu. Önce dondurma yemek için deniz kenarına gittikleri günler teker teker atlanmaya başlandı, sonra annesi nerdeyse hiç görünmez oldu. Evde olduğu zamanlarda küçük kağıt parçalarına hesap yapıp üzerindeki bütün parayı, sanki artırabilirmiş gibi, tekrar tekrar sayıyordu.

O sene bitmeden tanıdıkları bazı komşularının ölüm haberleri gelmeye başladı. Jimin sebebini sorduğunda annesi cevap vermiyor, eğer çok zorlarsa "İnsanlar ölür, Jimin. Bu hepimizin başına gelebilir." Diyordu.

Önce çiçekli tokalar teker teker satıldı, sonra taşlı taraklar ve sonunda takılarla ağzına kadar dolup taşan kutular bomboş kaldı.

Jimin artık okula gitmiyor, annesinin eve dönüşünü beklemekten başka nerdeyse hiçbir şey yapmıyordu. Pencerenin önüne çıkıp dışarı bakmak bile istemiyordu çünkü sokaklar bomboştu ve zaten annesi çıkmasını yasaklamıştı. "Bu evde bir erkek çocuğu olduğunu bilmemeliler." Demişti oğluna. "Kimseye görünmemelisin."

Jimin sabırla hayatlarının eski haline döneceği günü beklemişti ama her şey daha kötüye gidiyordu.

Sonunda annesi işten gelmemesi gereken, çok ama çok erken bir saatte gelmiş ve Jimin'e önemli birkaç eşyasını almasını söylemişti.

Jimin önce onların da satılacağını düşünmüştü ama banyoda küvete doğru eğilmiş, parlak mutfak bıçağıyla saçlarını kesmeye başlayan annesini gördüğünde, sandığı gibi olmadığını anlamıştı. Simsiyah öbekler avuç avuç gidiyor, bıçağın tutamlara sürterken çıkarttığı hışırtılar ve ikisinin nefes sesleri dışında hiçbir şey duyulmuyordu.

Babasının askerde çekilmiş, kenarları tırtıklı küçük fotoğrafı ve birkaç parça eşyalarla birlikte biraz yiyecek, deri sırt çantasına doldurulduktan sonra Jimin ve annesi kendileri gibi ailelerle birlikte ahşap bir kayığa bindiler. Uzaklaşırlarken evlerin ışıklarını, yolların iki yanına asılmış içi mumlu cam fenerleri ve küçük dükkanların kırmızı beyaz tentelerini izliyordu.

Bu, doğduğu ülkeyi son görüşüydü.

Bunu takip eden altı ay boyunca bir kayıktan diğerine biniyor, annesi her ne söylerse ikiletmeden yapıyordu. Bazı kayıklarda siyah şişelerde berbat kokan şeyler içen adamlar oluyordu ve annesi böyle zamanlarda başına taktığı kasketin içine iyice gömülüp yüzünü onlara göstermemeye çalışıyordu.

Bury My Heart | JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin