3 YIL SONRA
''Baban senin için hep en iyisini düşündü Açelya, bunu ona borçlusun.''
''Kimseye hiçbir şey borçlu değilim Oğuz.''
''Böyle söyleme, bizim tanışmamızı bile o sağladı.''
''Evet, sırf çalışmak istedim diye görgüsüzce bir kütüphane açıp seni de başına getirdi.''
''Bence haksızlık ediyorsun. Biraz daha düşün, daha düğüne bir ay var.''
''Düşünmek istemiyorum, o kadını sevmiyorum. Belki bencilce ama babamın o kadınla evlenmesini kabul edemem.''
''Neyse, düşünmeyelim şimdi bunları. Önümüzde nöbet, hasta ve hastanenin dahil olmadığı çok güzel geçecek olan bir hafta sonumuz var.'' Gözlerimi devirdim.
Oğuz 3 yıl önce babamın benim için açtığı kütüphanede patronum olarak hayatıma girmişti. Benden bir yaş büyüktü. Benimle tanıştığı sene doktorluğunun ilk senesiydi. Sanırım babam Oğuz'dan bana yardım etmesini rica(!) etmişti, bunca senedir tıp ile ilgili kafama takılan en küçük ayrıntıyı bile titizlikle bana anlatmayı görev edinmişti çünkü. Çok arkadaş canlısı olmadığım için en yakın ve neredeyse tek arkadaşım Oğuz'du. Hayatımdaki en değerli konumdaydı.
''Oğuz, bence bu tatil işi biraz gereksiz, hafta sonumuzu evlerimizde de geçirebilirdik. Hem biraz yalnız kalmak ikimize de iyi gelirdi.''
''Ne demek istiyorsun Açelya, seni zorla getirmedim.''
Aslında zorla getirmişti. Son iki haftadır her gün başımın etini yemişti. Beni her görüşünde ''Açelya, inan bana pişman olmayacaksın.'' deyip duruyordu. Ben de kabul etmek zorunda kalmıştım. Bir de aynı hastanede çalıştığımızı göz önüne alırsak aynı günde 10 kez birbirimizi istemsizce de olsa görüyorduk.
''Oğuz, sadece çok yorgunum ve dinlenmeye ihtiyacım var tamam mı?''
''Peki geldik sayılır. Ben arabayı park ederken sen eve geç. Anahtarlar sende zaten.''
Başımı hafifçe sallamakla yetindim. Konuşmaya bile halim yoktu. Doktorluk gerçekten zor bir işti.
15 dakika sonra eve varmıştık. Babamın lüks dağ evlerinden biriydi. Dağ başında sessiz ve ıssız bir yerdi. Çevresinde tek bir hayat belirtisi yoktu. En yakın komşu ev bile neredeyse 10 km uzaklıktaydı.
Cebimden anahtarları bulup kapıyı açtım. İçeri girdiğimde hava soğuk olduğu için giydiğim kalın montu çıkardım ve altımdaki ince hırkayla kaldım. Şöminenin yanına dizilmiş olan odunlardan yardım alarak ateş yakmayı başarabildiğimde Oğuz arabayı park edip yanıma gelmişti bile.
''Neden kendini yordun ki, ben hallederdim.''
''Oğuz, ha sen yakmışsın ha ben, ne fark eder. Sen de babam gibi başlama lütfen 'Kendini yormanı istemiyorum.' saçmalıklarına.''
Ellerini ben masumum der gibi havaya kaldırdı ve ''Ben suçsuzum.'' dedikten sonra koşar adım mutfağa geçti.
''Babama sen haber verir misin, şuan onunla konuşabileceğimi sanmıyorum.'' dedim arkasından yüksek sesle.
Babam benim hiç samimi görmediğim bir kadınla evlilik hazırlıkları yapıyordu. Babama defalarca o kadında bir haller olduğunu söylemiş olsam da benim bu uyarılarımı 'babasını kıskanan küçük kızın davranışları' olarak yorumluyordu.
''Bence babanı senin araman daha doğru olur. 3 gündür telefonlarına bakmıyorsun. Kızının sesini duymak ona da iyi gelir.''
Babamla konuşmak her ne kadar içimden gelmese de sırf Oğuz istedi diye ''O halde bahçede konuşmam daha iyi olur.'' dedim ve koşar adım dağlık evden çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah ve Mavi
Teen Fiction... Eğildiğim için saçım önüme düşüyordu ve ellerim kanlı olduğu için kulağımın arkasına atamıyordum. ''Biraz daha hızlı olamaz mısın, çamaşır sepeti pek rahat değil de.'' Kafamı hafifçe kaldırıp yüzüne, gözlerinin içine baktım. ''Saçım önüme düşerk...