The Neighbourhood - Wires
*
''Beyler, beyler sıraya geçmenizi öneririm. Hey Bobby, ağzındaki şekeri çıkar derhal!''
Solumda yürüyen gardiyanın yanında usulca adımlarken çevremizde kalan herhangi bir şeyle göz teması kurmamaya özen gösteriyordum. Üçüncü hücrenin önünden geçmiştik ve bu lanet yer rezalet kokuyordu. Midemi gıdıklayan bu kokuyu görmezden gelmek oldukça yorucuydu ve mesleğime lanetler edecek kadar safra tehdidi altındaydım. Yanımdaki gardiyanın önünde kusmamak için sık sık yutkunarak direniyordum.
Gerçek bir akıl hastanesi görmeyelim iki buçuk yılı aşıyordu. Bu süre zarfında kliniğim, aslında bir klinik olarak adlandırılamayacak kadar dar bir odada, çalışıyordum. Fakat o iflah olmaz, ışık almaz yer bu mide bulandırıcı kokan yerden milyonlarca kat daha tahammül edilebilirdi. Üstelik randevulardan yarım saat önce havalandırılıyordu.
''Gelmeniz çok iyi oldu Doktor, müdür Choi iki gündür uyumuyor- Hey, Tanrı aşkına donunu kıçına geçir Aldo!'' Gardiyan adı her neyse, aniden önüne dönüp bağırırken yürüdüğüm yolun hizasında gövdesinden aşağısı çırılçıplak dengesizce yürüyen uzun boylu, iri yarı adamı görmemiş gibi davranıyordum.
''Üzgünüm, ne diyordum. Hah, evet! Bay Choi... Bu olanlar onu epey sarsmış olmalı. Yaklaşık iki gündür uyumuyor. Rahibe Lee ve Rahip de öyle. Çocuğun şeytan tarafından ele geçirildiğini düşünüyorlar. İnançlı biri değilim fakat günlerdir dua ediyorum, Tanrılar yardımcımız olsun.''
Geçtiğimiz yolda tırnaklarıyla ahşap masayı tırmalayan bir adam dikkatimi çektiğinde yanımda konuşan gardiyandaki dikkatim saliseler içinde dağılmış, dikkatle ona bakmıştım. Tırnakları ahşap masada iç gıcıklayan bir ses çıkarıyor, hırpalanan tırnak köklerinden parmak uçlarına kan damlıyordu. Fakat o canının acısını hissetmiyor gibiydi. Bir şeyler mırıldanıyor ve mırıldandığı şeyleri unutur gibi başını sallıyor, ardından öfkelenerek masaya eğilip daha sert kazıyordu. Kendimi içgüdüsel olarak onu durdurmak için oturduğu masaya adımlarken bulmuştum.
''Bay Jeon, bu taraftan lütfen.'' Gardiyanın sert sesiyle adımlarım duraksamış bakışlarım ona dönmüştü. Katı yüz ifadesi ve dar alnında çizgiler oluşturacak kadar çatılan kaşları müdahale etmemem için yapılan bir uyarı niteliğindeydi. Burada alalede bir hastaya izin verilmediği takdirde dokunma yetkim yoktu. Biraz da bunun bilinciyle tereddütle bakışlarım masayı kazımaya devam eden adamda kalmış iç çekerek ayrıldığım yere birkaç adımda yeniden ulaşmış ve beni bekleyen gardiyanın yanında bitmiştim.
Gerçek bir akıl hastanesini görüşümün üzerinden asırlar geçtiği gibi gerçek bir akıl hastası da tedavi etmemiştim. Hatta hayır, ben hayatımda hiç hasta tedavi etmemiştim. Tanrı aşkına ben aile ve evlilik psikoterapistiydim. Gerçek bir hastadan bihaber işleyen bir mesleki öğretimim ve onun getirileri ile esnek işleyen bir meslek ahlakım vardı. Bu iş kesinlikle benlik değildi. Fakat tanrı biliyor ya, burada ne halt aradığımı da bilmiyordum.
Hücrelerin bittiği noktada soğuk hava dalgasıyla titredim. Bu koridor geçtiğimiz koridorun aksine daha hoş kokuyordu. Yanımdaki herif bir şeyler söylüyordu fakat dinlemiyordum. Aklımda rapor düzeni ve bir sonraki randevu vardı. Buradan sarılık olmadan kurtulabilirsem raporumu düzenleyip bir sonraki randevu için saat ayarlamalıydım. Fakat buradan çıkınca yapacağım ilk iş katil olmak olacaktı. Beni bu hastaneye yönlendiren en yakın arkadaşımın katili olmak.
''Müdür Choi, sizi içeride bekliyor Bay Jeon. Lütfen, bu taraftan.'' Önünde durduğumuz kapıyla bakışırken gardiyanın yönlendirmesi ile kapıyı tıklattım. İçeriden ses gelmesini bekledim fakat beklediğim komut gelmedi. Gardiyana döndüm fakat o çoktan arkasını dönmüş hücrelerin bulunduğu koridora ilerliyordu. Arkasından seslenmek için dudaklarım aralanmıştı ki içeriden 'gir' komutu geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
grindhouse // taekook
FanfictionBana nefesini ver, kalbimden kalbine sonsuz adımlar atayım. Bitmeyecek gecelerimize bir kadeh kaldıralım ve gülerek, severek, birbirimizi parçalarcasına sevişelim. Diz kapaklarını ellerimle tutup bacaklarını açayım; cennetine ürkek bir giriş, dudakl...