ZAYDE WØLF - Save Tonight
*
Zamanın akışından şüphe ettiğim vakitlerde evren ayağımın altından kayıyormuş gibi bir his tüm gürültüsüyle mideme oturur. Bundan yaklaşık üç yıl önce en yakın arkadaşım Jung Hoseok önderliğinde gittiğim lunaparkta Roller Coaster gibi bir cehennemin kapısını tıklamıştım. Korenin en büyüklerine konuk olan bir lunaparkta en büyüklerinden bir tanesinin üstelik. Hayatımda yaşadığım en berbat deneyimlerin başını çekiyordu. Bundan en son üç yıl önce en yakın arkadaşım Jung Hoseok önderliğinde gittiğim lunaparkta Roller Coaster gibi bir cehennemin kapısını tıklayarak zamanın akışı gibi bir kontrolü elimden düşürmüş dahası aklımı yeme gibi bir olasılıkla karşı karşıya kalmıştım. Zaman inatla yüzünü göstermiyor, her şey ağır çekimde tüm sancısıyla birlikte ciğerime saplanıyordu. O gün attığım çığlıkların haddi hesabı yoktu.
Şu gün olmuş düşüş sanrılarıyla uyandığım kaç geceye konukluk ettiğim aklımın kıyılarında oturur, ilk gün ki gibi.
Bu tanıdık sahnenin karşısında en son üç yıl önce şahsımla birlikte durmuştum.
Zaman akrep ve yelkovanın arasında ezilirken adrenalin ve korkunun bire bir şahidiydim.
Şu an yaşadığım zaman diliminden tek farkı belimin hemen altına yaslanan metalin soğuk hissiyatıydı.
Neden şu anda üç yıl önce ile şu hislediğim vakitleri karşılaştırıyorum bilmiyorum. Ciğerime tüneyen tam solunulmamış onlarca kesik nefesin üç yıl önceki gibi göğsüme birikmesi miydi bu onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey üç yıl evvel yaşadığım düşüş sanrısının şimdilerde belimdeki esmer avuçların parmaklarından sıyrılan ve kim bilir etime batacak olan o gümüş kurşun ile rekabet ediyor oluşuydu.
Dilimi yutmuştum.
Belime yerleşen parmakları etimi deliyordu şimdi ve ben dilimi yutmuştum.
Kim bilir tüm Güney Kore polisinin aradığı bir suçlu bir soluk ardımdaydı. Parmaklarından değildi belki ama dudaklarının arasından dökülüp tenime değen her soluğu kulağımın arkasındaydı ve inanın bu kurşundan bile korkunçtu.
Nefes alamıyordum. Nefes alamıyordum ve daha da kötüsü çıktığım bar ışığını yüzümden esirgerken ve bulunduğu sokakla birlikte iki sokağı da birlikte sesiyle inletirken belime bir silah dayalıydı ve hemen ardımda tüm Güney Kore polisinin iğne deliğinde aradığı azılı bir suçlu vardı.
Vücudumdan geçen elektrik ile histeri bir hıçkırık dil pınarımın gazabına uğrayıp dudaklarımdan aşağı döküldü.
"Şş," diye fısıldadı hırıltılı ses, "Seni incitmeyeceğim."
Dudaklarını kulağıma bastırırken nefesinin değdiği her yer alev aldı sandım. O an korkudan tuzla buz olup bulunduğum kaldırıma döküleceğim sandım.
Ama olmadı.
Dudakları kulağıma yaslıyken öylece durdu ve bulunduğumuz havayı derince soludu.
Aklımı yiyecektim. O, şu an ardımdayken kirpikleri etime batarken, nefesini derimin altında bile hislerken aklımı yiyecektim. Tüm vücudum titriyordu. Tüm vücudum deli gibi titriyordu.
"Kim Taehyung." dedim nihayetinde yaşıyor olduğum gerçeğini kabul edip, yalnız onun ve benim duyabileceğim bir fısıltıyla.
"Adım," dedi yüzü biraz daha boynuma sokulmuş, onun kontrolü dışında belimdeki silah daha da hoyrat batmıştı etime, "Adım sesine öyle yakışıyor ki."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
grindhouse // taekook
FanfictionBana nefesini ver, kalbimden kalbine sonsuz adımlar atayım. Bitmeyecek gecelerimize bir kadeh kaldıralım ve gülerek, severek, birbirimizi parçalarcasına sevişelim. Diz kapaklarını ellerimle tutup bacaklarını açayım; cennetine ürkek bir giriş, dudakl...