19

71.5K 6.1K 14K
                                    

The Neighbourhood - A Little Death

*

Fikirlerimin mütamadiyen değiştiği sıralarda ergenlik dönemimdeydim. Doğal olanın aksine çalkantılı, burhani, düşe kalka alışılan bir süreçtense daha sakin atlatmıştım bu dönemi. Kendimi soyutlamıştım. Diğer çocuklardan farklı olduğumu düşünüp kendimi soyutlamıştım. Yaşıtlarım her hafta farklı mekanlara farklı kızların elini tutarak girerken ben Counter atıyor ya da kitapların arasında farklı hayatlar oluyordum. Sessizdim. Oldukça sessiz bir büyüme süreci atlatmıştım. Ayrıca o yıllarda yakaladığım bir gerçek varsa o da dünyayı fazla ciddiye aldığımız kanısıydı. Bu gerçeği yakaladığım vakit aslında insanları keşfedip süzgeçten geçirmenin ne denli basit olduğunu da farketmiştim. İyi bir gözlemci oluşum beni yaptığım mesleğe sürüklemişti. Tabi bu lisenin son zamanları hiçbir şeyi ciddiye almayıp tamamen fütursuzca okula gidip gelmenin bedelini, mezun olduğum üniversitenin istediğim bölümünden apayrı bir bölümüne çok düşük bir puanla girerek ödediğim gerçeğini değiştirmiyor. Benden beklentisi olan insanları tamamen hayal kırıklığına uğratmıştım. Fakat umrumda da değildi. Hayatımı benim yerime şekillendirme gibi bir cüreti gösteremeyecekleri şekilde tavır almıştım. Bu da onların daha az hayal kırıklığı yaşamaları için yeterli bir sebepti. Fakat insan sarmaldan sallanan mücizevi bir olayı aleyhine kullanabiliyordu tabi. Mesela düşünmek yerine sürekli konuşmak gibi. Girdiğim bölümün tasasına benden daha fazla düşen bir dolu insanın eleştirilerine maruz kalmıştım. Tabi ki umursamıyordum. Hayatta umursadığım çok az şey vardı. Mesela Hoseok gibi. Onun yerine daha çok okuyup incelemeyi seçmiş bu doğrultuda epey de yol katetmiştim. Mesela bir insanın duruşundan bakışına ne düşündüğünü bilecek kadar yakınlaşmıştım ona. İnsanın anatomisine inmek verdiğim en iyi karar, en kötü tecrübeydi. Bu işle o kadar iç içeydim ki başta ne denli ilgi çekici bulsam da bir müddet sonra insanları farklı noktalardan yakalamanın o katlanılmaz sancısını, katlanılmaz pişmanlığını yaşamıştım. Birileri yalan söylüyorsa bunu anlamam için dakikalara ya da saniyelere ihtiyacım yoktu. Uzun bir gözlem de gerekli değildi. Bana gereken yalnızca gözbebeklerinde kıvranan telaşı izlemek ve bunun hazzını yaşamaktı. Ve yapıyordum. Karşımda cayır cayır yanan bir dolu insanın zihniyle muhabbet ediyordum. Yalanlarının beceriksizliğiyle alay ediyor, bunu alaşağı etmek yerine yalnızca eğleniyordum. Çoğu zaman insanlıktan iğreneceğim kadar kuvvetliydi bu.

Fakat sorun şuydu ki bu metodu kullanabilecek en temiz kobay Kim Taehyung iken onun zihninden kilometrelerce geriye koştuğumu hissediyordum.

Kim Taehyung muazzam bir yalancıydı. Saniyeler önce onu alaşağı edecek şeyin bir telefon görüşmesi olması bir yerde gururumu incitmişti.

İnsanların sözlerinde sızlanan yalanı dinleyip gözlerinde kıvranan gerçeği ensesinden tutup çekmekten daha iğrenç bir durum söz konusuysa bu da onların ne düşündüklerini kestirememekti. İnsanların ne düşündüklerini tahmin edemediğim tek bir zaman dilimi bile olmamıştı. En azından Kim Taehyung ile tanışana dek. Onda garip bir şeyler vardı. Bir türlü irislerinin ötesine geçemiyordum. Dilinde sızlanan yalanı bilipte gözlerinde kıvranan gerçeği yakalayamamanın sancısıydı belki de bu. Onu belki de bu yüzden sevmiyordum. Çünkü ilk kez bir insanın ne düşündüğünü kestiremiyordum. Oysa çok garipti. Onunla bir tutkunun iki valsçısı da olmuştuk. Birbirimizi arzuladığımızı da inkar etmiyorum. Ona bedenlerimiz bir bütün olacak kadar yakınken bile aslında ondan kilometrelerce uzakta olmak çıldırtıyordu beni. Seviştiğim bir bedenin konuştuğu dilden bile anlayacak kadar iyi bir dinleyiciyken onun bedeninin ekseni etrafındayken ve çoğu kez dünyayı arka plandan siliyorken nasıl olur da ne düşündüğünü anlayamazdım aklım almıyordu.

grindhouse // taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin