The Neighbourhood - RevengeJoji - Like You Do
*
Hayatı televizyon kanallarından ibaret görmeye başladığımda kaç yaşındaydım ya da aklım yetiyor muydu bilmiyorum fakat bu zamandaki ben yirmi yedisinde kocaman bir adam iken dünyaya bakış açısı köklü bir çınar gibi ne devriliyor ne de yerinden kıpırdıyor. Hayatın kendisini ve içinde olup bitenleri renkli bir dikdörtgen çerçevesinin hareketli oyuğundan izlediğimi düşünürdüm hep. Orada olup bitenler, senaryo, renk cümbüşü, ses ve efektler; ve en önemlisi de bu düzmeceye hayat veren oyuncular büyülerdi beni. Kendimi bu büyüye o kadar kaptırmıştım ki hayatı da öyle sanıyordum. Ekranın önünde duran gerçeklik, sizi daldığınız oyundan eden annenizin bir sinir bozucu eve gitme vaktinin geldiğini hatırlatışı gibi varlığını yavaş yavaş belli ettiğinde hayatın aslında ekrandaki gibi büyüleyici olmadığının farkına; acı, tatlı, ekşi birtakım tecrübelerle varıyorsunuz.
İlk öpücüğümü olağanüstü bir deneyim olarak planlayıp yıllarca ekranlarda gördüğüm iki oyuncunun bedenlerini birbirine bastırıp hazla birbirlerinin dudaklarını çiğnemesi gibi bir ateşle alacağımı düşünmüştüm. İlk kız arkadaşımı öptüğümde zihnimde havaifişekler patlayacak, ayaklarım yerden kesilecek, nefessiz kalacağım sanmıştım. Elbette sonuç bel bağladığım beklentilerin tam aksi oldu. Öpücüğün ortasında başka bir dudağa yaslıyken durup bunun ne kadar gereksiz ve bayat bir eylem olduğunu düşünmek ve sonra birini öptüğümü hatırlayıp durumun daha da garipleşmemesi için dudaklarımı beceriksizce hareket ettirmek zorunda kalmak hayatımın en büyük düş kırıklıklarının başını çekiyordu. Çünkü bilirsiniz bu gibi ''ilk''lere fazla anlam yüklenir ve istemeseniz de kendinizi çok basit ilkler'i romantize ederken bulursunuz. İlk randevu, alınan ilk çiçek, verilen ilk hediye, ilk öpücük, ilk sevişme... İlk kız arkadaşımı bile gözümde ilahlaştırmak ve fazla anlam yüklemek ondan ayrılmak zorunda kaldığım günlerde bolca gözyaşı ve acıyı beraberinde getirmişti. İlk sigaramı da böylece içmiştim.
Yirmilerimin sonlarında, tüm toyluğum ve yeni yetme heveslerimden kurtulduğumu sanırken hayatımda başka bir ilk'e yer veriyordum.
Yıllardır beni cezbeden televizyon ekranlarından fırlama bir ilkti üstelik bu. Onun kadar sürükleyici olup olmadığı tartışılırdı elbette. Biri bundan bir iki sene önceki Jeon Jungkook'a hayatının bir noktasında beline daha önce söküp takmayı bile öğrendiği bir silah sıkıştırıp kendini korumak zorunda kalacağını söyleseydi muhtemelen o kişinin yüzüne kahkahalarla gülerek bunun hangi filmin sahnesi olduğunu sorar, bu sahneyi daha önce izlediğini söyleyerek dalga geçerdi. Fakat şimdiki Jeon Jungkook atacağı adımları bile hesap etmek zorundaydı. Sadece kendi adımlarını da değil; yanında yürüyen bir başka adamın adımlarına kadar hesaplamak zorundaydı. İşte bu da Jeon Jungkook'un şimdiye dek saydığı tüm ilkleri saçmalıktan ibaret görürken çeliştiği bir başka ilk yüzündendi.
Kim Taehyung benim ilk aşkım değildi belki ama uğruna ölümü bile göze alıp savaşacağım ilk kişiydi.
Tam da bu yüzden uzun süredir içinde bulunduğum bu kaosu garipsemiyor, onunla savaşmaktan çekinmiyordum.
''Seokjin'in konuşmamakta ısrar etmesi işleri kızıştırıyor.''
Bobby elinde tuttuğu dal parçasına çakısıyla şekil verirken bakışlarını kaldırıp olduğumuz yere kısaca bakıp ardından sakince yaptığı işe dönerek söyledi. Onu günler sonra ilk kez görüyordum. Terk edilmiş fabrika benzeri bir yerde buluşulmuştu. Sabahın ilk saatlerindeydik. Öyle ki hava bile yeni yeni aydınlanıyor, kuşların sabahı haber eden sesleri fabrikanın tozdan görünmeyen kırık camlarından içeriye doluyordu. Son iki günde öyle sık yer değiştirmek zorunda kalmıştık ki ilk kez geldiğim bu yere adapte olmam uzun sürmemişti bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
grindhouse // taekook
FanfictionBana nefesini ver, kalbimden kalbine sonsuz adımlar atayım. Bitmeyecek gecelerimize bir kadeh kaldıralım ve gülerek, severek, birbirimizi parçalarcasına sevişelim. Diz kapaklarını ellerimle tutup bacaklarını açayım; cennetine ürkek bir giriş, dudakl...