Aramıza yalanın girmesini istemiyordum.
Çünkü seni kendi yalanımdan koruyacak kadar çok seviyordum.
Seni koruyamadığım tek şey ise kendimdi. Seni kendimden koruyamıyordum. Kollarım arasından o kadar erken saatte ayrılmanı kendime yediremiyordum.
Ayrı kalmak zorunda olduğumuz için gece 2 civarında yanıma gelmeni hatırlıyorum, sıcacık tenin terden ıslaklaşmış tenime değdiğinde uyuduğum sırada gülümsediğimi de hatırlıyorum. Seni görebilmek için gözlerimi araladığımda gülümseyerek bana baktığını görmem hayal gibiydi. Yüzüne sahiplenici öpücüklerimi bırakırken bile gülümsemen kesilmiyordu ve ben mutluluktan kuduruyordum.
İşte bu kadardı. Sabah birbirimize sarılıp ağlıyorduk fakat şimdi, gecenin en karanlık zamanı, gülümsememek için çabalıyorduk. İki ortak nokta vardı, kollarımız birbirlerine bağlıydı. Tanrı biliyor ya, tenimi kuşkusuz ona adayabilirdim, sadece tek bir tebessüm için.
Ama kötü olan yanı, sabahın köründe kaçar gibi kollarımdan sıyrılmandı. Bu aceleni biliyordum, bizi görmelerinin sonunda neler olacağını da. Ama ben seni öpücüklerim arasında uyandırmak istiyordum, eskiden yaptığımız gibi.
Bazen ünlü olmamayı diliyordum. Bu beni bencil biri yapabilir fakat duygularımız geri planda kalıp bir robot gibi ünleneceksek, ben bunu istemiyorum.
Çok değil, bundan 5 yıl önce bilgisayarımdaki Green Day albümünde çılgınlar gibi eğlenirken daha mutluyduk. Canlı bir gitarım yoktu, hayali o an için yeterliydi. Çünkü yanımda Michael vardı. O zamandan şuana kadar değişen o kadar fazla şey olmasına rağmen değişmeyen tek şeyin ona duyduğum bu sevgi olması da ayrı bir özeldi. Çünkü kalbim, eksikliğini onun kalbiyle yamalamış gibiydi.
"İki saat sonra ilerideki kafede Denisa ile buluşacaksınız. Mümkünse el ele çıkın ve paparazzilerin olduğundan emin olun. Onlara malzeme vermemiz gerekli, zaten ay sonunda üçüncü albüm yayınlanacak. Haftasonu da bir röportaj var, haberiniz olsun." Parmaklarım kıvrılıp yumruk halini alıyordu ve buna rağmen bir şey yapamazdım. "Anladın mı?" Kafamı belli belirsiz salladım ve odayı terk ettim. Bu odadan hiç bir zaman gülerek ayrılacağımı düşünemiyordum.
"Sana ne dediler?" Kendi odama girdiğimde duyduğum sesle irkildim. Ama bu Michael'dı.
"Hiç, klasik şeyler." Bana yaklaştı. "Beni neden götürmedin?"
"Çok önemli değil, haftasonu röportaj varmış."
Gözlerini gözlerime dikti. "Bana yalan söylemiyorsun, değil mi?"
Gözlerimi kaçırırsam anlardı bu yüzden onun gözlerine odaklandım, yeşil renk giderek koyulaşıyordu. "Hayır, birtanem."
Bana sıkıca sarıldı. "Biliyorum," dedi. "Gözlerinin benden bir şey saklamadığını biliyorum."
Anlamıştı.
Yalan söylediğimi anlamıştı.
Kolları sıkılaşırken, iki saat sonra tanımadığım bir kıza yalandan açılacak olan kollarım şimdi gerçek aşkım için aralandı.
Anlamıştı.
_____________________________________
Umarım beğeniyorsunuzdur :/
Çünkü ben eriyorumumum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
whistling my name
Short StoryEğer cennetin kederi cehennemin yağmurunu getirirse, tüm yarınlarımı takas ederdim tek bir dün ile. //malum//