1. Bölüm...

22 1 0
                                    

Seksendört: Dokunma
Hayat, o kadar zalim ve acımasız ki karşımda beden bulsa kaçardım. Hayatım korkunç bir hal almıştı. Kulağımda patlayan korkunç çığlık sesleri gecelerimi mahvetmişti. İçimde bir sürü insan bana bu bedenden ayrılmamı ve kendime başka bir beden bulmamı söylüyor. Her aynaya baktığımda kendimi değilde başka yüzler görüyorum. Kendimi öldürmek istiyordum ama onu bile başaramıyordum. Ölüm her şeyin gerçek sonu. Rüyadan uyandıran bir alarm gibi. Sen her ne kadar uyanmak istemesende hatta biraz daha uyusanda er yada geç uyandıran o alarm... Rehberlik öğretmenim olan Okan hocanın yanına gittim ve tereddütle kapıyı tıklattım.
"Gel!" Sesini işittiğimde yavaşça kapıyı açtım.
"Merhaba Belinay." Dedi.
"Merhaba hocam. Müsait misiniz?"
"Tabii ki. Otur bakalım." Dedi.
Masanın önündeki deri koltuklardan birine oturdum. Derin bir soluk verdim.
"Bir problem mi var?" Dedi.
"Hayır. Ben... Kabul ettiğimi söylemek için geldim. Hasta olmadığımı kanıtlayacağım." Dedim.
Duraksadı. Güldü ve konuştu,
"Doğru kararı vereceğini biliyordum. Hafta sonu seninle gelebilirim." Dedi.
"Tamam." Dedim.
"Sakın korkma. Hiçbir şey olmayacak." Dedi.
"Peki, iyi akşamlar." Dedim.
"İyi akşamlar canım." Dedi.
Siz şimdi bana asıldığını ve saçma sapan bir yere birlikte gideceğimizi  zannettiniz. Ama öyle değil. Okan hocayla aramda tam bir
abi-kardeş uyumu vardır. Benim şizofreni hastası olduğumu düşündüğü için kontrole gitmemi istiyordu. Ve ben de hasta olmadığımı ona kanıtlayacağım.
Gülümsedim ve dışarı çıktım. Derin bir nefes verdim. Leman'ın ritmik olan ve ısrarla değişmeyen ıslığıyla durdum. Yanıma gelince güldüm.
"Teyzene mi gideceksin?"
"Evet. Açıkçası seninle yürümek istiyorum."
"Yürüyelim." Dedim omuz silkerek.
Onunla babam öldüğü zaman bir barda tanışmıştık. Ve ben bara gitmeme rağmen sarhoş değildim. Aksine tamamıyla ayıktım.
Bahçeye çıkarken ellerimi ceplerime soktum. Her zaman yanımda olmuştu.
"Dolmuşla gitmeyeceğim." Dedim.
"Neden?"
"Sen benimle yürümek istiyorsun. Ve ben de seninle yürürken rahatlıyorum. Neden yolu kısaltayım?" Dedim bakışlarımı istemsizce çenesine dikerken.
Boyu uzundu ve benden üç-dört yaş büyüktü. Haliyle ben de ancak omuzlarına geliyordum. Ki boyum kısa değildi.
"Haklısın fıstık." Dedi saçlarıma ellerini daldırarak."Seni sipariş mi ettiler?"
"He tabii. Leylekler getirdi hatta." Dedim ufak bir kahkaha atarak."Niye öyle söyledin ki ?"
"Özel yapım gibisin. Şu tipine bak."
"Bu iyi bir şey mi?"
"Evet. Çok güzelsin. Saçların kıvır kıvır, koca gözlerin... Öyle işte." Dedi derin bir soluk vererek.
Utanmıştım. Açıkçası ne yapacağımı bilmiyor haldeydim.
"Teşekkür ederim." Dedim gülerek.
Ben onu dostum gibi görüyordum. Her zaman öyle olacaktı.
******
Evin önüne geldiğimizde durdu. Anlaşılan bir şey söylemek istiyordu.
"Ona inanıyor musun?"
"Anlamadım."
"Okan'a. İnanıyor musun?"
"O benim abim sayılır. Ona güveniyorum. Ama ben hasta değilim."
"Peki ya ben? Ben neyinim?" Dedi bir adım daha yaklaşarak.
Durdum. Yanağımı dişleyerek derin bir soluk aldım.
"Sen de... Yani. Abim, dostum, her şeyimi ince ayrıntısına kadar bilen sırdaşımsın."
Alayla güldü.
"Bu mu? İnanamıyorum. Sadece dost mu?"
Kızdığı belliydi.
"Ne duymak istiyorsun?" Dedim titrek bir sesle.
"Bunun artık bir önemi yok." Dedi.
Arkasını döndü ve hızla yürümeye başladı.
"Leman!" Diye seslendim ama dönüp bakmadı.
Annemin sesini işittiğimde ona döndüm.
"Kimdi o? Kime seslendin?"
"Leman." Dedim çaresizce.
"Sana onunla görüşme demedim mi?"
"Anne yeter." Dedim ve eve girip botlarımı çıkarttım.
Peşimden hızla geldi ve kolumu tuttu.
"Bir daha sakın onunla konuşma." Dedi sinirle.
"Ne oluyor Leyla?"
Duyduğum sesle bakakaldım. Hemen ona baktım. Gözlerim dolarken mırıldandım,
"Baba..."
Annemde şaşkındı. Ben hiç bir şeyi hissetmiyordum. Annem beni sarstı ama bu an kolay kolay unutulmazdı.
"Buradasın...Baba. Seni çok özledim." Diye ağlamaya başladım.
"Sen manyaksın! Duydun mu? Delirdin!"
Sinirle bağırdım ve duvara sert bir yumruk attım.
"Baba!!" Diye bağırdım.
Yerdeki vazoya sert bir tekme attım. Kırılan vazo parçalarının çıkarttığı tiz ses kulaklarımı sağır ederken hıçkırdım.
"Deli değilim!" Dedim."Delirmedim!"
Ellerimi başıma götürdüm ve saçlarımı çektim.
Büyük ihtimalle sinir krizi geçiriyordum. Çünkü ne zaman kriz geçirsem bedenim kontrolsüzce titrerdi.
Babam yanıma geldi ve kollarımı tuttu.
"Kızım, ne oluyor? Sakinleş." Dedi.
Onu ittim ve bağırdım,
"Hayır! Öldün sen!"
Ardından merdivenlere yöneldim ve hızla kaçmaya çalıştım. Bir kolun belime dolanması ile çığlık attım. Çırpınırken ikizim Çağkan olduğunu anladım.
"Belinay, sakin ol güzelim! Geçti." Dedi sımsıkı sarılırken.
Bağırarak ağlamaya devam ettim. Karnımı okşadı ve kulağıma mırıldandı,
"Şşt. Tamam, biliyorum çok üzgünsün ama geçti."
Korkuyordum. Gerçek ve hayal arasındaki ilişkiyi bir türlü kuramıyordum. Ve bu cidden korkunçtu.
Başımı omzuna bastırdı ve sıkıca sarılarak beni kucağına aldı. Kollarımı boynuna sarıp ağlamaya devam ettim. Bunalıyordum. O kadar korkmuştum ki...
Dikkatle odama taşıdı ve yatağıma oturup sırtını başlığa yasladı. Düzgün bir şekilde kucağına oturttu ve uykuya dalmam için başımı boyun girintisine bastırdı.
Ona sıkıca sarıldım.
"Ben delirmedim. Hafta sonu Okan hocayla hastaneye gideceğiz." Dedim."Size hasta olup olmadığımı kanıtlayacağım."
"Nereden çıktı bu? Sen deli değilsin. Sadece babamın ölümünden sonra zihnin ağır bir hasar aldı. Bu kalıcı bir darbe. Ama bunu engellemek senin elinde." Dedi."Araştırdım,
paranoidsin."
"Şizofreni..." Diye ekledi.
"Hasta olduğumu düşünüyorsun." Dedim.
Hala titriyordum.
"Özür dilerim prensesim. Ama gerçekler hep acıtır." Dedi ve boynumu öptü."Şimdi sakinleştin mi?"
"Korkuyorum. Babam aşağıda." Dedim.
"Hayır. Öyle bir şey yok güzelim. Sen en iyisi uyu ve dinlenmene bak." Dedi ve kucağından indirip yatmamı sağladı.
Ardından başucuma oturdu ve saçlarımı okşamaya başladı.
Ama ben uyuyamazdım. Bu garip bir korkuydu. Rüyalarıma bile giriyorlar ve beni rahat bırakmıyorlar. Çok korkuyorum. Tavanı izlemeye başladık. Çağkan ilk defa bu kadar güven verici ve insancıl olmuştu. Babam öldükten sonra iyice hissizleşmiş hatta odası tek yaşam alanı olmuştu. Ara sıra annemin yerine hastaneye göz kulak oluyor sonra eve dönüyordu. Bu sıralar hastaneye daha sık gitmeye başlamıştı. Kendini işe vermeye ve bu şekilde avutmaya çalışıyordu. Psikolojisini çok rahat anlıyordum. Ama ben de bu yüzden bu hale gelmiştim. Kendimi sadece matematik üzerine ayarlamıştım ve sayılarla kafayı bozmuştum. Aslında hâlâ aklım yerinde. Ama onlar hasta olduğumu veya bunadığımı düşünüyorlar.
Tırnaklarımla oynamaya başladım.
"Uyumak istemiyorum."
"Ben buradayım."
"Neden şuan benimle ilgileniyorsun? Daha önce çok nadir yaptığın şey." Dedim.
Bir müddet düşündü. Ardından yatakta kaydı ve yanıma uzandı. Kollarını belime sıkıca sardı ve sarıldı.
"Çünkü... Artık berbat görünüyorsun."
"Bana acıyorsun yani."
"Asla. Artık kaldıramayacağın bir yükün var. Ve kendindeki değişimi fark edemiyorsun. Ama çok kötü görünüyorsun. Günden güne batıyorsun ve ilk defa kriz geçirirken etrafı yıkıp döktün ve bağırdın. O zaman sana kötü şeyler olmaya başladığını anladım. Senin toparlanman çok zor. Yardım alman gerekiyor. Ama ben öyle değilim. Ve kendimi salamam. Bu zamana kadar sırf kendimi salmamak için odamdan çıkmadım. Kimseyle konuşmadım. Ama bu yükü sana yüklemem seni epeyce yordu. Sanki her an acı çekiyor gibisin. Her an bayılacakmış gibi yorgunsun." Derin bir soluk verdi.
Cevap vermedim. Ne diyebilirdim?
"O kadar kötü değilim." Diye fısıldadım.
"O kadar kötüsün." Dedi ve saçlarımı öptü.
"Seninle uyumayı özledim. Küçükken hep korkardın. Gizlice yatağımın yanına çöker orada uyurdun. Tabii öyle olduğunu anladığım zaman çok gülmüştüm. Ama şimdi özlüyorum. Sana benimle yatabileceğini söylediğimde utancından ağlamıştın." Dedi."O zaman çok kızmıştım."
"Ağladığım için mi?" Dedim hayretle.
"Kendime. Seni utandırdığım için." Dedi.
Gülümsedim."Sen iyi bir ortaksın."
"Sen iyi bir ikizsin." Dedi o da.
Ona döndüm ve kollarımı boynuna sarıp sımsıkı sarıldım. O da bana sarıldı. Ardından ufak bir şekerlemeye dahil oldum.
■□■□■□■□■□
3 Gün Sonra.
Gözlerimi uyanmama rağmen açmadım. Çok uykum vardı. Ama bugün hastaneye gidecektik ve çok heyecanlıydım. Çağkan'da bizimle gelecekti. Yatakta gerindim ve gözlerimi açtım.
Homurdanarak kalkmamla çığlık atmam bir olmuştu.
"Leman! Sen nasıl girdin buraya?" Dedim hayretle.
Camı gösterdi ve güldü,"Aksiyon olsun dedim."
"Sen bana kızmadın mı?"
"Hem de çok." Dedi ciddiyetini bozmadan.
"Niye buradasın o zaman?"
"Sen misafirlerine böyle mi davranıyorsun?"
"Leman." Dedim uyarırcasına.
Oturduğu yerden kalktı ve yanıma geldi. Elini belime koydu.
"Bugün hastaneye gideceksin. Şizofreni hastası obsesif kız." Dedi alay ederek.
"Bu kadar takılma." Dedim.
"Ah! Haklısın. Birileri gelsin sana Leman diye biri yok sen hastasın desin. Sen de onlara inan ve hastaneye yat. Önemsiz bir mesele mi?"
"Değil. Ben oraya hastanede yatmaya değil kontrole gideceğim." Söyledikleri sinirlerimi bozmuştu.
"Ya hastaysan?" Dedi gözlerini yüzümde dolaştırırken.
"Eğer ki hastaysam sen de yoksun demektir." Dedim kaşlarımı çatarak.
"İşte problem de bu! Niye kendini riske atıyorsun?"
"Bu benim problemim Leman." Dedim artık sinirlendiğimi belli ederek. Ardından tam boynumu öpecekken geri çekildim ve onu ittim.
"Ne yapıyorsun?" Dedim sinirle.
"Seni sevdiğimi hâlâ anlamadın mı?"
"Bir daha ben izin vermediğim müddetçe bana dokunma."Diye azarladım.
"Neyse sen git bir muayene ol da kendine gel. Ben gidiyorum." Dedi ve geldiği yöne, cama gitti. Camı açtı ve bir an tereddüt etmeden aşağı atladı. Ona hayretle bakarken Çağkan geldi.
"Sen hazırlanmadın mı?"
"Hemen hazırlanırım." Dedim.
Dışarı çıktığında dolabın kapağını açtım ve kıyafetlerime göz atmaya başladım. Siyah, bol ve belimin hizasına gelen kalın kazağımı alıp sandalyeye astım. Ardından dizleri yırtık, siyah ve dar paça pantolonumu aldım.
Üzerimi değiştirdikten sonra saçlarımı tarayıp şekil verdim. Salık bıraktım ama önlerden birer tutam alarak arkada birleştirdim. Dumanlı bir göz makyajı yaptıktan sonra bordo bir ruj sürdüm. Yüz hatlarımı da keskinleştirdiğimde hazırdım. Acı kahve renginde ki, dizlerimin bir karış yukarısına gelen ceketimi giyindim.
Aşağı indim ve Çağkan'ın yanına gittim.
"Ben hazırım." Dedim.
Bana döndü ve biraz süzdü.
"O ruj ne?" Dedi ciddiyetle.
"Ortak, bordo işte. Tamam ben bunu arabada çıkartırım. Hem geç kalıyoruz."
"Bu seferlik için izin veriyorum ama şansını daha zorlama." Dedi.
Kafa salladım. Ardından birlikte kapıya gittik. Annem bizi yolcu etmeye çıktığında yüzüne bile bakmadım ve botlarımı giyindim.
Annem hep kötü biri olmuştu. Babamın arkasından hep işler çevirirdi. Bu yüzden onu hiç sevmiyordum. Tabii ki annem olduğu için saygım vardı ama sabrım yoktu. Babam benim tek örnek aldığım insandı. Gömleğinin yakalarından masasının düzenine kadar ona özenirdim. Her şeyimi onun gibi yapardım. O benim kahramanımdı. Ama artık yoktu. Ve bu içimi deşiyordu.
Çağkan kapıyı açtı ve önce benim geçmem için yol verdi. Gülümsedim ve ilerledim. Arabaya bindim ve kapının tok sesine hayranlık duyarak iki defa açıp kapattım. Çağkan da bindi ve çalıştırdı.
"Heyecan var mı?"
"Evet." Dedim."Ama mutluyum çünkü size hasta olmadığımı kanıtlayacağım."
Bir müddet cevap vermedi.
"İnşallah yanılıyorumdur." Dedi.
Bakışlarımı yola çevirdim. Cevap vermedim. Ya da verecek cevap bulamadım. Radyoyu açtım ve rastgele bir şarkıda durdum. Bu şarkı harikaydı.
David Guetta: Titanium.
*******
Yolu eğlenerek geçirsekte içime bir ağırlık çökmüştü. Belki de Leman haklıydı. Okan hoca bizi hastanede bekliyordu. Doktor arkadaşı olduğu için sıkıntı çıkmamıştı. Hastaneye vardığımızda sessizce arabadan indim. Hasta olma düşüncesi beni kavuruyordu. Kapüşonu başıma örttükten sonra ellerimi ceplerime koydum. Çağkan da indiğinde yanına gittim. Birlikte hastaneye girdik. Dekorasyona bakılırsa başarılı ve lüks bir hastaneydi. Bekleme salonundaki deri koltuğa âdeta çökmüş olan Okan hocaya güldüm. Bu adam hep garip ve komikti. Yanına gittiğimizde ayağa kalktı.
"Hoşgeldiniz."
"Hoşbulduk hocam."
Çağkan'la tokalaştılar.
"Odaya çıkalım o katta bekleyelim. Zaten 10 dakika sonra sıra bizde." Dedi.
"Tamam."Dedi abim.
"Doktorun adı ne?" Dedim.
"Uraz Gürdağ." Dedi.
"Erkek mi?" Dedim.
"Evet. Merak etme çok iyi bir doktordur. "
İçimde hemen yer bulan ismi çok güzeldi. Açıkçası anlamını merak etmiştim. Heralde bu adama soracağım ilk şey isminin anlamıydı. Sanırım kırklı veya ellili yaşlarındaydı. Ama çok büyük bir merak uyanmıştı içimde.
Yukarı çıktığımızda tam da ismim anons edilmişti. Çağkan ve Okan hoca bekleme salonuna geçtiler. Ben de hemşirenin peşine takıldım. Odanın kapısına tıklattım ve onay sesi gelince içeri girdim. Ah hayır! Bunu hiç beklemiyordum.
Benim yaşlı beklediğim insan taş çatlasa yirmi beş yaşlarındaydı. Kavisli yüz hatları ona mükemmel derecede yakışmıştı. Kehribar göz rengi hafif soluk ten rengine rahatça ayak uyduruyordu.
Bana baktı ve gülümsedi.
"Hoşgeldin Belinay. Otursana." Dedi tatlı bir ses tonunda.
"Teşekkürler." Dedim ve masanın önündeki koltuklardan birine oturdum.
Ona hayran olmuştum. Ama belli etmemeye çalışarak sert bir ifade takındım. Değişen ruh halim onu biraz da olsa şaşırtmışa benziyordu.
"Söyle bakalım neyin var?" Dedi.
Bir müddet cevap vermedim.
"Hiçbir şeyim yok."
"Anlaşıldı. Peki o zaman bana biraz çevrenden bahset. Kimler var?" Dedi hafif boğuk sesiyle.
"Annem, abim ve Okan hoca. Genelde insan sesleri beni rahatsız ediyor. Bu yüzden kimseyle konuşmayı tercih etmem. Bir de Leman var. Onun teyzesi bizim sitede oturuyor. Çoğu kez oraya gittim. Leman'da bu durumdan çok memnun. Ama bana kızgın. Buraya gelmemi istemiyor."
"Hmm. Neden istemiyor?"
"Çünkü kimse onun gerçek olduğuna inanm-"
Bir anda durdum. Kendimi yanlış lanse ediyordum. Ben hasta değildim.
"Ee?" Dedi.
"O benim duyduğum sesleri duyabiliyor." Dedim.
"Ne gibi?"
"Bazen çığlık sesleri duyuyorum. Ya da beni eleştiren insanlar var. Bu beden bana ait değil gibi hissediyorum. Ne zaman onların dediği şeylerin tersini yapsam bana kızıyorlar. Hatta küfür bile ediyorlar." Dedim yüzümü buruşturarak.
"Korkunç değil mi?"
Cevap vermedim. Bu kelimelere dökebileceğim bir şey değildi. Ama her şeyi bir kenara bırakıp sadece onu izlemek istiyordum. Saatlerce hiç durmadan yüzüne dikkatle bakabilirdim. Sanırım şimdi olduğu gibi. Allah'ım o kadar güzel yüzü vardı ki!
"Tanıyı Okan koymuş." Dedi gülerek.
"Derken?"
"Paranoid." Dedi.
Kaşlarımı çattım.
"Şizofreni." Diye fısıldadım.
Bakışlarımı boş boş yere indirdim.
"Olamaz. Hayır, hasta olamam." Dedim.
"Bak, bunu söylemesi gerçekten zor. Ama şizofreni ciddi bir mesele. Hastalığın aşırı derecede fazla ilerlemiş. Sadece sesler duymak değil halüsinasyon görmeye de başlamışsın. Sürekli snir krizlerinin sebebi bu. Hatta babanı görmenin de sebebi bu. Leman ve teyzesini tanımıyorlar." Dedi zorla.
Güldüm."Dalga geçiyor olmalısın."
"Biliyorum çok zor. Ama bir an önce yatman gerek."
"Ne yatmasından bahsediyorsun? Hayatımın geri kalanını hastanede mi geçireceğim?" Dedim sinirle.
"Üzgünüm." Dedi.
Ellerimi saçlarıma daldırdım.
"Nasıl olur?"
Gözlerim sinirle dolarken mırıldandım,
"Hayır..."
Yanıma geldi ve önümde diz çöktü,
"Bak bu tedavi süreci. Eğer ki ilaçlarını düzenli olarak kullanırsan daha çabuk iyileşirsin." Dedi.
Ağlamaya başladım. Tüm dünyam başıma yıkılmıştı. Yine titremeye başlamıştım. Ama bu farklıydı. Kriz değildi. Bir yıkılış tarihiydi bugün. Bu geçen saniyeler yalandı. Ellerimi yüzüme kapattım. Bu berbatlığı da geçmişti artık. Ne hale geldiğimi biliyordum ama ne ara geldiğim konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Ellerini omuzlarıma koyduğunda irkildim. Zifiri karanlıktan başka bir şey yoktu gözlerimde. Ellerimi yüzümden çekti. Ama bu daha çok ağlamamdan başka bir şeye yol açmadı. Utanıyordum. İnanmak ölmeyi istemekten daha zordu bugün. Hiçbir şeyin anlamı yoktu. Baş parmağını avucumun içine yerleştirdiğinde utançtan gözlerimi sımsıkı kapattım ve istemsizce parmağını sıktım.
"Hiçbir şey için geç değil." Dedi.
Kendimi sıkmayı bıraktım ve sesli bir şekilde ağlamaya devam ettim.
"Sakin ol." Dedi.
Cevap vermek niye bu kadar zordu? Sadece ağlıyordum. Derin nefesler almaya çalışarak gözlerimi açtım. Ardından yüzüne birkaç saniye baktım ve ayağa kalktım. O da ayağa kalktı.
Ceketimi aldım ve hızla odadan çıktım. Kimsenin yüzüne bakmadan hızla yürümeye başladım. Gözlerimi sildim ve dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım.
Hastaneden çıktım ama arkamdaki sese aldırış etmeden devam ettim. Birinin kolumu tutmasıyla durdum.
"Belinay," Dedi Çağkan."Nereye gidiyorsun?"
Dedi ama yüzümde nasıl bir ifade varsa onu bozguna uğrattı.
"İyi misin?" Dedi dehşetle.
Kolundan destek alarak mırıldandım,
"Bir şeyim yok. Git o çoook başarılı doktora söyle, ben hasta falan değilim."
Bana üzgünce baktı,
"Nereye gidiyorsun? Bizi beklemelisin." Dedi.
Güldüm.
"Rahat bırakın beni! İstediğiniz oldu. Geldim işte. Beni rahat bırakın!"
Kolumu kurtardım ve yürümeye devam ettim. Çok başarılıymış! Aptalın teki işte.
*******
Saçlarımı çözdüm ve hafifçe dağıttım. Rüzgar iyiydi. Gözyaşlarımın ıslattığı yüzüme soğuk bir şekilde vuruyordu.
Ceketimi yere bıraktım ve manzaranın tadını çıkarmaya başladım. Acaba bu rüzgar beni bu koca yamaçtan düşürebilir miydi? Dalgaların içine gömebilir miydi?
Tam uca oturdum ve bacaklarımı sarkıttım. Ardından gözlerim yerdeki kırık CD'lere kaydı. Ben her zaman ne yapacağı belli olmayan bir insandım. Bir parçasını aldım ve avcumun içinde sıktım. Canım yandıkça daha çok sıktım. Belki de kendimi cezalandırıyordum.
Ufak ufak kan lekeleri oluşmaya başladığında durup sadece elimi inceledim.
Bu avucumla mı sıkmıştım o parmağı?
Karar verdim de... Ben kendimi cezalandırmak dışında hiçbir şey yapmıyorum.
O zaman cezaların en büyüğünü yapmalıyım. Ayağa kalktım ve kollarımı hafifçe açıp gözlerimi kapattım. Ardından iyice geriledim. Koşar adımlarla uca doğru ilerlemeye başladım. Ardından tam boşluğa atlayacakken demir gibi sert parmaklar kolumu kavradı ve beni sertçe geri çekti. Sırtım sert göğsüne çarparken gözlerimi kapattım. Kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
Gözlerimi açtığımda Doktor olduğunu anladım. Hemen geri çekildim.
"Bazen intihar etmek her şeyin çözümü olabilir. Ama denize atlamak değil."
Gözlerimi kıstım.
"Yüzmeyi biliyorum." Diye yapıştırdım.
"O zaman kafana sıkmayı denemelisin." Dedi ve elini silah gibi yapıp şakaklarıma bastırdı.
"Ben kolaya kaçmam." Dedim ve elini sertçe indirdim.
Güldü."Ben objektif bakıyorum olaya."
"Bir bak bakalım, senin bakış açın benim azıcık umrumda mı?"
"Kırıcı olmaya başlıyorsun." Dedi alayla.
"Şizofrenim ben doktor bey. Kusura bakmayın toleranslara kapalıyım." Dedi dudaklarımı büzerek.
"Hastalarla uğraşmak gerçekten zor Belinay." Dedi.
"Daha da uğraştırayım yani?" Dedim.
"Seninle de başa çıkabilirim."Dedi.
Ne ara yürümeye başladığımızı bilmiyordum ama arabaya kadar gelmiştik.
"Sen beni mi takip ettin?" Dedim.
"Hastalarımın ölmesini istemem."
"Hastalar-ım? Ben senin nereden hastan oluyor muşum?"
"Az önce doktor bey dedin." Dedi.
Ardından elimi tuttu ve bel hizamda kaldırıp avucuma baktı. Kaşlarını çattı. Elimi çektim ve sinirle konuştum,
"Ben hasta falan değilim."
"Bence zorluk çıkarma. Yoksa bil ki kaçarın yok. Seni bu halde asla bırakamam. Hipokrat yemini ettim kızım ben." Dedi.
"Etmeseydin. Git bir gün oruç tut geçer merak etme." Dedim.
Güldü.
"Bence hiç zorlama." Dedi.
Bakışları boynuma indiğinde kaşlarını çattı.
Saçlarımı iki yandan önüme alarak boynumu kapattım. Geçen günlerde Leman'la birlikte boynumuza jilet atmıştık. Ardından elimi boynuma götürdüm.
Elimi tuttu ve boynumdan çekti. Sonra saçlarımı nazikçe geriye itti ve inceledi.
"Neden yaptın?" Dedi kısık sesle.
Kafamı önüme eğdim.
"Leman'la bir oyun oynadık ve o kazandı."
Dedim.
"Leman kim Belinay?" Dedi agresif bir tavırla.
"Leman yıllardır benimle. Onu kıramam."
"O zaman hastanede ne işin var?" Dedi.
"Onlara hasta olmadığımı kanı-"
"Kanıt yok. Nerede? Leman'ın yıllardır seninle olduğunu söyledin. O'nda bir değişme var mı? Yani fiziksel olarak. Yaşlanmıyor mesela. Sen büyüyorsun ama o büyümüyor."
Gözlerim dolarken başımı daha çok eğdim. Beni hiç görememesi için elimden geleni yapıyordum. O kadar dolmuştum ki yaşlar her an firar edebilirdi.
"Onunla gittiğin ev yok. Orası bir viraneden ibaret. Neden bunu kendine yaptın?" Dedi ve elini boynuma koydu.
"Her oyun oynadığınızda sana bedenine jilet atmanı mı isteyecek? Şu haline bak."
Artık dayanamıyordum.
"O varlıkların hiçbir zaman olmadığını ve asla olmay-"
"Yeter!" Diye bağırdım ve omuzlarına vurdum.
"Yeter anlıyor musun? Tamam, hastayım! Artık kabul ediyorum. Sus artık." Diye bağırdım ve ona vurmaya başladım.
Çıldırmış gibi vuruyor ve ağlıyordum. İlk başta tepki vermedi. Hatta ona vurmama izin verdi. Ama içimdeki kırgınlığı bir türlü tamir edemiyordum.
Heybetli bedeni hafifçe sarsılırken gözlerini kapattı. Ardından kollarımı tuttu ve durdurmaya çalıştı. Sanki bedenimde kocaman bir fırtına kopuyordu. Âdeta başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ben de onun kollarından güç alarak ayakta durmaya çalıştım.
"Şşt. Tamam, sakin ol." Dedi.
Bir elimi omzuna diğerini ise ensesine koydum ve ona sarıldım!
O kadar güven verici ve güzel bir histi ki...
Bir kaç saniye ikimiz de kalakaldık. Ardından o da bana sarıldı. Şaşırmıştı, hem de çok.
"Herkes, zamanın en iyi ilaç olduğunu söyler ama asıl ilaç ölümdür." Diye fısıldadım.
"Ölüm bencilliktir." Dedi.
"Ölüm kendi yükünü arkanda bıraktıklarına yüklemektir." Dedim.
Tam geri çekilecekken biraz daha sıkı sarıldı. Yüzümü omzuna bastırdım.
"Özür dilerim." Dedi.
"Senden nefret edeceğim. Tedavi olmayı kabul ediyorum." Diye fısıldadım.
Tam kurumak üzereyken yaşlarla tekrar ıslanan gözlerimi kapattım ve ondan ayrıldım. Sert bir ifadeyle yüzüne baktım ve bir iki adım geriledikten sonra yavaşça yürümeye başladım. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve iç çektim. Aslında ondan nefret etmiyordum. Hatta edemezdim. O kadar güzel bir yüzü, sesi, tavırları...
"Gitme!" Diye seslendiğinde ona döndüm.
Yüzünde dağınık bir ifade vardı. Alnına düşen bir tutam saçı geri itti.
Elimi ağzıma kapattım ve iç çektim. Baba doğru gelmeye başladığında geriledim.
"Hayır!" Diye bağırdım."Hayır, gelme."
Elimi, ondan uzak kalabilmek için uzattım ve bir kaç adım daha geriledim.
"N'olur gelme! İstemiyorum." Diye hıçkırdım.
Aramızda yaklaşık üç adım kala durdu.
"Belinay," Dedi.
"Hayır, korkuyorum. Kimseyi istemiyorum." Dedim ve sessizce ağlamaya devam ettim.
"Yapma bunu." Diye uyardı."İnan ki seni çok iyi anlıyorum."
"Nereden anlıyorsun?!" Diye sinirle bağırdım.
Derin bir soluk verdi.
"Ben sadece doktor değilim Belinay. Beni kendinden bu kadar soyutlama." Dedi.
"Ben sizi değil kendimi soyutluyorum." Dedim.
"O zaman onu yapma."
"İnsanlar iğrenç varlıklar. Bunu bir kez daha bana öğrettin." Diye fısıldadım.
"Peki gerçekleri ne zaman görecektin?!" Diye bağırdı.
"Hiçbir şeyi bilmek istemiyorum!"
"Benim kardeşim daha dört yaşındayken şizofreni hastasıydı. Ama bunu yıllarca sakladı. Şuan yirmi üç yaşında ve deli hastanesinde. Beynine ne yaptılarsa olmuyor! Hiçbir şey etki etmiyor! Hayatının geri kalanında bununla beraber olacak." Dedi ve omuzlarımı tutup sertçe sarstı."Sen de mi öyle olacaksın?"
"Tedaviyi kabul ettiğimi söyledim." Dedim.
"Hâlâ hasta olduğuna inanmıyorsun. Hâlâ o şeyler yanına geldiğinde karşı koyabilecek güç yok." Beni sertçe iterek bıraktı.
Dilim tutulmuş gibiydi. Kendimi hasta olduğuma ikna etmeye çalışıyordum ama bu beden bana ait değildi. Ve birgün bu bedenden kurtulacaktım. Herkes gibi bende rahat edecektim. Ama o planımı bozdu.
"Seni eve bırakacağım." Dedi."İtiraz bildiren tek bir ses duymak istemiyorum."
Sessiz kaldım. Psikiyatr olmasına rağmen sinirlenince çok korkunç gözüküyordu. Acaba daha önce bir hastasına sarılmış mıydı?
Aman! Bana ne canım? Ne yaparsa yapsın!
Kolumu sertçe tuttu ve arabanın içine soktu. Karşı koyabilirdim ama neden yapmadığımı ben de bilmiyordum.
Kardeşi hakkında söyledikler hâlâ kulağımda çınlıyordu.
'Şuan yirmi üç yaşında ve deli hastanesinde!'
Açıkçası kendimi deli hastanesinde hayal etmedim değil. Hatta biraz da korktum. Ama hasta olduğuma bir türlü kendimi inandırmak istemiyordum.
Arabaya kendisi de bindi ve çalıştırdı. Direksiyonu esir almış gibi sıkıca tutuyordu. Ellerinde morluklar vardı. Adam mı dövmüştü yani?
Bunları düşünmeye başladığımda nefes almayı unutmuştum. Dayanamadım ve sordum,
"Sen bu kafayla nasıl psikiyatr oldun?"
Biraz daha hızlandı ve bakışlarını yoldan hiç ayırmadan konuştu,
"Ne varmış kafamda?"
Biraz bekledim. En mantıklı cevabı vermeye çalışarak konuştum,
"Adam mı dövüyorsun sen? Ellerinde morluk var. Tavırlarına da bakılırsa biraz hastalıklı kişiliğin var."
Gülümsedi ama hâlâ gözlerindeki ifadeyi bozmadı.
"Oradan bakınca psikopata mı benziyorum?"
"Andırıyorsun." Dedim.
Ama sorumun cevabını alamamıştım. Meraktan çıldıracaktım ki konuştu,
"Adam dövmüyorum. Tamam psikopatlık biraz var ama bu morluklar spor yaptığım için."
"Spor yaparken ellerine bandaj takmıyor musun?"
"Hayır."
"Neden?"
"Çünkü istemiyorum." Dedi umursamazca.
Hâlâ sinirli olduğu belliydi. Ben de hiç üstelemedim. Ama bu hali sinir bozucuydu.
Radyoyu açtı ve konuştu,
"Bir rakam söyle."
Duraksadım. Biraz düşündükten sonra,
"Dört." Dedim.
İsmi dört harfliydi.
Dört tane şarkı çevirdikten sonra durdu. Sonra
radyoyu kapattı.
"Sırayla rakam söyleyeceğiz ve çıkan şarkıyı dinlemek zorundayız." Dedi.
"Tamam." Dedim.
Ardından radyoyu tekrardan kaldığı yerden başlattı. Şarkı başladığında ne olduğunu anladım.
Kaan Tangöze: Bekle Dedi Gitti.
Bir ayrılık şarkısıydı. Ve en güzeli ise çok sevdiğim bir şarkı olmasıydı.
Bekle dedi gitti
Ben beklemedim
O da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama ama ama ama
Kimse ölmedi...
Şarkı bitene kadar hiç konuşmadık. Sadece yolu izledik.
"Yedi." Dedi.
Yedi defa şarkı değiştirdikten sonra arkama yaslandım. Güzel şarkılardan biri daha;
Sıla-Mabel Matiz: Muhbir.
Gülümsedim. Ardından şarkıyı mırıldanmaya başladım. Nakarata geldiği zaman doktorda katıldı. Sesi garip bir şekilde güzeldi.
*******
Evin önüne geldiğimizde saate baktım. 13:37.
"Teşekkür ederim." Diye mırıldandım.
"Seni çıldırttığım için mi?" Dedi.
Gülümsedim,
"Hayır. Beni eve bıraktığın için." Dedim.
"Özür dilerim, tekrardan. Gerçi sen benden nefret edeceğini söyledin." Dedi.
"Belki de etmem. Sadece çok kızarım." Dedim ve arabadan indim.
Sessizce eve girdim ve salona geçtim. Çağkan koltuğa yatmış tavanı izliyordu.
"Çağkan." Dedim.
Anında bana döndü ve ayağa kalktı. Hemen yanıma geldi ve kollarını belime sardı.
"Belinay..." Diye fısıldadı.
Ben de ona sarıldım.
"İyi misin?" Dedi ve üzerimi yokladı.
"İyiyim ortak." Dedim saçlarını dağıtarak.
Derin bir soluk verdi.
"Nereye gittin? Sinirli olduğun için gitmene izin verdim. Ama doktor hemen peşinden çıktı. O da korkunca bir şey olduğunu anladım. Ama doktor gelmememiz gerektiğini söyledi. Biz de dağıldık. Bu arada telefonun bende kalmış. Aslı aradı." Dedi.
Aslı kuzenimizdi.
"Ne için aradı?" Dedim.
"Ankara'dan dönmüş. Ben de bize gelmesini söyledim."
"Ne zaman gelir?" Diye heyecanla sordum.
"Geldim bile!"
Sesini duyunca güldüm ve ona sarıldım. Onu çok özlemiştim. Ayrıca çok heyecanlanmıştım. Onunla en favori yerimiz lunaparklardı. Her şeye biner çılgınlar gibi eğlenirdik. Galiba artık bunları yapamayacaktık. Ne de olsa hastaneye yatacaktım.
Gülümsemem bu düşüncelerle donarken mırıldandım,
"Çok özlemişim."
"Ben de ya!" Dedi gülerek.
"Yukarıda birkaç işim var istersen gel sen de." Dedim.
"Ben de çıkıyorum, Orkan'lar bekliyor." Dedi Çağkan.
"Seninle daha doğrusu artık sizinle, bir mesele konuşmam lazım." Dedim.
"Tabii." Dedi Çağkan.
"Tedaviyi kabul ettim." Dedim.
"Ne?"
"Bayağı kabul ettim."
"Şimdi ne olacak peki?"
"Bilmiyorum. Doktorla konuşacağız." Dedim.
Şaşırdığını belli etmemeye çalışarak,
"Tamam güzelim." Dedi.
"Görüşürüz." Dedim ve yolcu ettikten sonra kapıyı kapattım.
Aslı'ya baktığımda bana soran bakışlarını yöneltti.
"Çağkan biraz anlattı."
"Odaya çıkalım." Dedim utanarak.
Odaya çıktığımızda yatağa oturdum. O da berjere oturdu. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra konuştu,
"Ee? Anlat artık."
"Bugün hastaneye gittik. Ama doktor hasta olduğumu söyledi..."
Her şeyi tastamam anlattığımda gülümsedi.
"Yani sen bu doktoru niye bu kadar övdün?"
"Niye öveyim canım?" Dedim omuz silkerek.
"Hani diyorum... Sen bu doktordan etkilenmiş olabilir misin acaba?" Dedi muzipçe.
"Saçmalama. O benim doktorum Aslı. Hem kim bilir kaç tane hastaya sarılmıştır. Hem sana hastaneye yatacağım diyorum senin düşündüğüne bak." Dedim kızarak.
"Haklısın." Dedi."Ama bu iyi bir şey. Bence sen..." Dedi. Ne zaman ciddi bir şey söyleyecek olsa gözleri sabit bir noktaya bakardı."Sen bu doktora aşık ol!" Dedi kahkaha atarak.
Gözlerimi devirdim,"Yeter artık Aslı! Bak beni kızdırma yoksa neler yapabileceğimi en iyi sen biliyorsun." Dedim.
"Bilmem mi kıvırcık! En son seni sinir ettiğim zaman beni balkon demirine bağlamıştın."
"İyi hatırla o günleri." Dedim.
Gözlerim sessizce dalarken aklıma arabada ki hali geldi.
Gözlerimi hızla açıp kapattım ve kaşlarımı çattım. Utandığımda veya düşüncelerimi beğenmediğimde genelde bunu yapardım.
"Aklında o var değil mi?" Dedi.
"Hayır. Hastanede geçireceğim günler var." Diye yalan söyledim.
"O kadar kötü olmayacak. Ben hep yanında olacağım. Çağkan'da var. Annen de var."
Alayla güldüm.
"Annem kesin kına yakmıştır." Dedim."Ne mutluluk ama!"
"Kafana takma. Ne zaman yatacaksın?"
"Yarın doktorun yanına gideceğim. Büyük ihtimalle hemen yatırır. Onun da kardeşi şizofreni hastasıymış." Dedim.
"Bunu sana neden söyledi?"
"Onu kızdırdım." Dedim.
"Nasıl?"
"Boşver." Diye kestirip attım ama içimde 'Anlat gerizekalı! İçin rahatlasın!' gibi bağrışmalar vardı.
İster istemez onlara cevap veriyordum. Boşluğuma denk geldi ve konuştum,
"Rahatlayacak iç mi kaldı?"
"Ne?" Dedi.
"Hiç. Önemli değil dedim." Yine yalan söyledim.
"İyi." Dedi omuz silkerek."Ya belinay!"
"Efendim kuzen?"
"Alışverişe çıkalım." Dedi.
"Ben ve alışveriş." Dedim alay ederek."Bence sen git alışverişini yap bana da bul bir şeyler."
Dedim.
"Yok öyle. Seninle olan vaktim daralıyor." Dedi.  Haklıydı.
"İyi tamam!" Dedim bir anda.
"Haydi hazırlan bir an önce." Dedi."Ya da bekle senin kıyafetlerini ben seçeyim." Dedi.
"İyi." Dedim.
"Sen şimdi simsiyah giyinirsin."Dedi.
"Peki kuzen! Bugün kendimi sana bıraktım. Ne istersen onu yapacağım." Dedim pes ederek.
Muzipçe gülümsedi.
Dolabımın kapaklarını büyük bir heyecanla açtı. Koyu renkli kıyafetleri görünce bir anda soldu.
"Belinay... Bunlar ne?"
"Kıyafet." Dedim umursamazca.
"Hadi canım! Sen bunların arasına nasıl oluyor da boğulmuyorsun?"
"Geçinip gidiyoruz be ablam."
"Şimdi sana bir çarparım yan yan geçinirsin!"
Güldüm.
"Zevkine güveniyorum."
Düşüncelerim her şeyimi istesem de istemesem de etkiliyordu. Kıyafetlerimin hep mor, gri, kahve tonları veya siyah olmasının da sebebi buydu. Ama ben onları seviyordum. Ve içimi yansıtmayan şeyleri yaşamak aptalcaydı.
Hayıflanarak dolabımı süzdü,
"Allah'tan zevklisin. Yoksa batmıştın."
Dedi ve acı kahve tonlarında dar paça, bileğimin bir karış yukarısına kadar uzun olan kadife pantolonu çıkarttı. Ardından üstüne açık toprak renklerinde kalın askılı büstiyer çıkarttı.
İkisini de bana uzattığında aldım.
Üzerimi değiştirdikten sonra boy aynasında kendimi süzdüm. Gayet güzeldim. Pantolon bedenimi ikinci bir deri gibi sarmalamıştı.
Büstiyer ise yine harikaydı.
Omuzlarıma bastırarak sandaleyeye oturttu.
Saçlarımı taradıktan sonra anladığım kadarıyla topuz yaptı. Sıkıca tutturduktan sonra makyaja başladı.
Sadece hafifçe fondöten sürdü. Ardından koyu bir ruj sürdü. Şaşırtmıştı açıkçası. Çünkü çok makyaj yapar sanmıştım. Aynanın karşısına geçtim ve biten halimi seyrettim.
"Yüzüne çok bir şey yapmamıza gerek yok."
"Harika oldu!" Dedim hayranlıkla. "Ama hava çok soğuk."
Siyah, keçe gibi, salaş kabanımı aldım ve üzerime geçirip önünü açık bıraktım.
"Sen?" Dedim.
"Benim iki dakika sürer."
"Tamam ben salona iniyorum. Sen de hazırlan gel." Dedim göz kırparak.
"Tamam."
Merdivenlerden üçerli beşerli inmeye başladım. Bizim ev üç katlıydı ve benim odam çatı katındaydı. Bir duvarı taş, diğerleri siyah renkteydi. Ben de kafama estiği gibi beyaz tebeşirle duvarlarıma bir şeyler çiziyordum. En güzeli ise tavanın cam olmasıydı. Tabii ki de önlem almıştık. Kar veya dolu gibi şiddetli yağışlarda kırılmaması için çok kalındı.
Gökyüzünü uyumadan önce izlemek o kadar zevkliydi ki...
Bu benim hayalimdi. İmkansız zannettiğim bir hayaldi. Ama babam bana bir kez daha imkansız diye bir şey olmadığını bu eve ilk taşındığımız zaman öğretti. İzmir'deki odamı hiç sevmezdim. Annemin kafasına göre dizdiği bir kutu gibiydi. Her şey beyazdı. Sade ve ruhsuzdu. Ama bu odam tam bana göreydi.
Ben düşüncelere dalmışken ayağımın kaymasıyla trabzana zor tutundum. Ne yazık ki iş işten geçmişti. Sertçe merdivene oturdum ve kayarak indim. En sona zar zor gelebildiğimde yüz üstü kapaklandım. Neyseki son anda ellerimden destek alarak hasarı azalttım.
Sersem sersem toparlandım ve merdivene oturup gülmeye başladım. Ben düştüğüm zaman en çok kendim gülerdim. Çünkü çevremdeki insanlar elbette gülmek için zor tutacaklar. Arkamdan gülmelerindense benimle gülmeleri daha iyiydi.
Gülmem kahkahalara dönerken oturduğum basamağı yumruklamaya başladım. Deli gibi kahkahalar atıyordum. Aslı temkinli adımlarla gelirken sanki uzaylıymışım gibi baktı.
"İyi misin? Neydi o gürültü?"
Gülmekten konuşamıyordum."Merd..." Tekrar kahkahalara boğuldum.
"Belinay! Ne bu gürültü?" Dedi annem.
Az önce durduramadığım kahkahalarım geri adım atarken yüzüm ifadesizleşti.
"Yok bir şey. Düştüm sadece." Dedim ve ayağa kalktım."Haydi Aslı."
Biraz sendeledim ama dengemi kurdum.
"Yenge biz biraz gezeceğiz." Dedi Aslı.
"Tamam. Ama çok geç kalmayın "
"Tamam."
Botlarımı giyindikten sonra vestiyerden araba anahtarını aldım. Çantamı da alıp Aslı ile çıktık. Sürücü koltuğuna geçtim ve arabayı çalıştırdım. Ehliyetim vardı. Kemerimi taktım ve arabayı yavaşça garajdan çıkarttım.
"Nereye gidiyoruz?" Dedim.
"Önce bir yemek yiyelim. Sonra da AVM'leri dolaşırız." Dedi.
"Tamam. Bildiğin bir yer var mı?"
"Evet. Şerif'e gidelim." Dedi.
Şerif dediğimiz yer bir kafeydi. Oranın konsept anlayışı farklı ve güzeldi. Kafe yerin altındaydı. Yerler taştı ve duvarlar kildendi. Turuncu ışık veren lambalar tavana rastgele asılıydı. Ve masalar, sandalyeler vs. ahşaptı. Hatika bir yerdi.
*******
Yarım saat sonra Şerif'e vardık. İçeri girdik ve en köşedeki masaya oturduk. Garson menüyü verdi.
"Saat 2'ye kadar kahvaltı servisi veriyoruz." Dedi.
"Tamam o zaman iki kişilik kahvaltı olsun."
"Peki." Dedi ve gitti.
Telefonumu çıkarttım. Telefon burada çekmediği için Çağkan'ı arayamıyordum. Eğer arayıp ulaşamazsa çok merak ederdi.
Dirseklerimi masaya yasladım.
"Çok değişmişsin." Dedi.
Güldüm.
"Nasıl yani?"
Bir müddet bekledi.
"Yani... Kötü görünüyorsun. Çok düşüncelisin. Tenin solmuş. Belinay... Bunu sana nasıl söylerim bilmiyorum."
"Neyi?" Dedim kaşlarımı hafifçe çatarak.
"Bunu nasıl anlarsan anla ama o doktorun sana iyi geldiği belli oluyor. Ondan bahsedip duruyorsun. Onun kokusunu en az beş defa senden dinledim."
"Nereden çıktı bu?" Dedim kaşlarımı derince çatarken.
Sinirlenmeye başlıyordum ve benim sinirlendiğim zamanları saysak beş barmağımı geçmezdi. Sadece üzüldüğüm zamanlarda sık sık sinir krizleri geçirirdim. Ama sinirlenirsem her şeyi berbat ederdim. Bağırır çağırır sonra kendimi bir yere kilitler orada saatlerce ağlardım. Bu bazen yangın merdiveni, kendi dolabım veya yatağımın altı olurdu. Tabii sonrasında oracıkta kıvrılıp uyuyakalırdım. Nedense babamın ölümünde ilk bir haftada hiç tepki verememiştim. Sanki ölmemişti.
Herkes şok geçirdiğimi veya travma atlattığımı düşünmüştü. Ama ben her şeyi iliklerime kadar hissetmiştim, anlamıştım.
Bu düşünceler hafifçe irkilmeme neden oldu.
"Belinay kızma. Ama hem fiziken hem de ruhen çökmüşsün. Şu haline bak. Çağkan... Seni kendi kendine konuşurken görmüş. Zavallı, o da çok korkmuş senin için."
"Ben kendi kendime konuşmam." Dedim.
"Peki. Kapatalım bu konuyu. Okul nasıl?" Dedi neşelenerek.
"Bilmem." Dedim.
"Notlarını soruyorum akıllı."
"İşte ben onu da bilmiyorum. Sınavlardan sonrasıyla pek ilgilenmiyorum." Dedim.
Güldük.
Masa donatılmaya başladığında dirseklerimi çektim. Saate baktığımda 13.17 olduğunu gördüm. Masa işi bitti bittiğinde kahvaltıyı yemeye başladık. Meyve suyundan bir yudum alarak dudaklarımı ıslattım.
Bir şey yiyesim de yoktu. Midemdeki yersiz sancı her şeyi mahvetmişti. Kötü bir olayın habercisiymiş gibi karnıma saplanıyordu. Bakışlarım yavaşça bir noktada sabitlenirken dikkatim dağılmıştı. Ne olduğunu bilmediğim bir şeye konsantre oluyordum ve bu gerçekten yorucuydu.
Düşüncelerim gittikçe derinleşirken Aslı bir şeyler söylüyordu ama uğultu gibiydi. Pasif dinleme dedikleri şeyin en iyi örneğiydim şuan.
"Sen beni dinliyor musun?" Dedi kaşlarını garipseyerek çatarken.
"Kusura bakma. Biraz dikkatim dağıldı. Devam et sen dinliyorum." Dedim.
Bir müddet yüzümü ve mimiklerimi inceledi.
Oldukça normal davranarak mırıldandım,
"Bakma öyle."
"Nasıl?"
"Sadece biraz dikkatim dağıldı. O kadar."
"İnanalım bari. Havada kalmasın." Dedi.
********
Günün geri kalanında sürekli gezdik. Eski günlerdeki gibi lunaparklara gittik. Ve tabii şuan o güzel yatağımda uykuya dalmak üzere asla gerçekleşmeyecek hayaller kuruyorum.

İlk bölümü tekrardan kurgulamak zorunda kaldım. Çünkü telefonumda problemler oldu. Ve daha sağlıklı bir giriş yapmak istedim :)
Sizleri seviyorum.



MAHKUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin