Teoman: Paramparça
Yataktan çığlık atarak sıçradım ve beni tutan kollardan kurtulmaya çalıştım. Tekrar çığlık attım ve daha çok çırpınmaya başladım.
"Belinay! Sakin ol! Kabus gördün."
Duyduğum ses bana çok tanıdık gelmişti. Ama bundan daha önemlisi deli gibi atan kalbimdi. Durgunlaştım ve kendimi güvende hissetmek için kapattığım gözlerimi açtım.
"Şşt. İşte böyle, sakinleş." Diye mırıldandı.
Kalbim çarparken bir an bu çarpıntı beni uyuşturmaya başlamış, tüm bedenimi sarmıştı.
"Doktor?" Dedim sorar gibi.
Kollarımı hâlâ sıkıca tutarken bir iki saniye bakıştık.
"Evet, doktor." Dedi ve kollarımı bıraktı.
Derin bir nefes verdim. Elimi kalbime koyup gözlerimi kapattım.
"Senin ne işin var burada?" Dedim.
"Sen misafire böyle mi davranıyorsun? Çok ayıp. Ailenden birkaç saatliğine izin aldım. Seni kahvaltıya götüreceğim. Seni biraz tanımak istiyorum. Şizofreni hakkında bilgi edinmem lazım." Dedi.
"Ben bilgisayar değilim."
"Biliyorum. Ama şizofreni hastasısın ve benim ilk şizofreni hastam." Dedi.
"Bunu sürekli bir insanın, pardon şizofreni hastası bir insanın yüzüne vurmak nasıl bir duygu?" Dedim sakince.
"Sana bunu kabullendirmeye çalışıyorum. Biliyor musun?"
"Neyi?"
"Böyle sakin göründüğünde aslında çok tehlikelisin. Belinay, ders notlarına baktım. Tüm notların 85'in üzerinde. Hatta 90'ın."
"Ee?" Dedim umursamazca.
"Nasıl başarıyorsun?"
"Beni sadece sınavlar ilgilendirir. Onlara da zaten çalışmam. Klasik mesele, dersi derste dinliyorum."
"Ama derslerden çok alakasız olduğunu bütün öğretmenlerin söylüyor. En arka sıraya yıllardır senden başkası oturmazmış."
"Evet. Bunu ben de bilmiyorum. Sadece daha fazla ilgiliyim."
"Sayısalcısın... Ne olmak istersin?"
"Prenses." Dedim yapmacık bir şekilde gülerken.
"Yapma. Bir hedefin yok mu?"
"Yok."
"On ikinci sınıfın sonuna geldin."
"Bak doktor! Notlarımı yüksek tutarsam ben üniversite tutturmam. Üniversiteler beni tutturmaya çalışır. Böylece hedef dediğimiz şey otomatik olarak kendini dışlıyor."
"Hiç ileride ne olacağın hakkında hayal de mi kurmadın?"
Kaşlarımı onaylamaz anlamda kaldırdım.
"Seni aşağıda bekliyorum. Hemen hazırlan." Dedi ve dışarı çıktı.
Ensemi kaşıdım ve gördüğüm korkunç rüyayı düşündüm. Onu görmüştüm. Ayağa kalktım ve odamdaki banyoya girdim. Yüzümü iyice yıkadıktan sonra kuruladım ve aynada kendimi eleştirmeye çalıştım. Daha doğrusu kendime hakaret etmeye. Bir müddet sonra sarmadı ve dişlerimi fırçalayıp çıktım. Dolabın yanına gittim ve gri, dar paça pantolonumu aldım. Üzerine ise siyah, kalın gömleğimi aldım ve dolabı kapattım.
Üzerimi değiştirdikten sonra saçlarımı taradım ve salık bırakıp şekil verdim.
Yüzüme hafif bir pudra sürdükten sonra acele ederek aşağı indim. Salonda Uraz, annem ve Çağkan'la konuşuyordu.
Biraz onları dinlemek için hemen yanlarına gitmedim. Kapıya yanaştım ve dinlemeye başladım.
"Bakın hanımefendi, burada söz konusu olan sizin prensipleriniz değil. Onun hayatı." Dedi.
"Ben onun annesiyim doktor bey,"
"Öyle mi?"
"Evet. Onun için iyi olanı düşünmeye çalışıyorum."
"Ama Belinay iyi bir anne olduğunuzdan hiç bahsetmemişti." Dedi sakince.
"Benim anneliğim kimseyi ilgilendirmez. Onun hastaneye yatması gerekiyor. O delirdi! Saçma sapan şeyler görüyor. Halüsinasyon görüyor ve onlarla konuşuyor. O bunlar yüzünden evden bile kaçtı!"
"Hastalığın ikinci yılı! Ve ayakta tedavi etmek mümkün. Onun psikolojisi için en iyisi bu."
"Bu çok yanlış!"
Ayağa kalktı ve tükürür gibi konuştu,
"Doktor olan benim, siz değilsiniz!"
Ardından buraya doğru gelmeye başladığında yeni aşağı inmiş gibi kapıdan girdim ve gülümseyerek,
"Ben hazırım. Çıkabiliriz." Dedim.
Yüzümü dağınık bir ifadeyle süzdü. Ardından anneme döndüm ve mırıldandım,
"Fazla geç kalmam."
Kafa salladığında hızla vestiyerden kalçalarımın üstüne kadar gelen gri montumu giyindim. Ardından kalın tabanlı düz siyah botlarımı giyindim ve beremi takıp dışarı çıktım. Ellerimi cebime koyup dışarıyı süzdüm. Ağaçlar tamamen yapraklarından ayrılmıştı. Boşuna denmiyordu, sonbahar ayrılık mevsimi diye. O da dışarı çıktığında arabaya bindik.
Emniyet kemerimi taktım.
"Nereye gideceğiz?" Diye cıvıldadım.
Aslında içimde koca bir çukur oluşmuştu. Ben delirmiştim! Ama bunları duyduğumu belli etmemek istiyordum.
Bana acıyla baktı,
"Bilmem," Dedi sonbahar gibi bir sesle."Sen nerede rahat edersen oraya gideriz."
"Beni tanımak istediğine emin misin?" Dedim.
Ona güvenmek istiyordum.
"Evet."
Kafa salladım. Derin bir nefes verdim,
"O zaman seni... Benim için en özel olan yere götürmek istiyorum."
Bir an kalakaldı.
"Peki," Dedi."Neden bunu yapıyorsun?"
"Çünkü beni tanıyabileceğin en güzel yer orası." Dedim gülümseyerek.
"Nerede?"
Yeri tarif ettiğimde kafa salladı. Bu sefer radyo değil de, CD taktı ve oradan müzik açtı.
"Yedi." Dedi.
Önce şaşırsam da anladım ve yedi defa şarkıyı çevirdim.
Seksendört: Yorma.
Gözlerim sebepsizce hızla dolarken aslında oraya gitmek istemiyordum. Derin nefesler almaya başladım.
"Belinay," Dedi.
"Hm?" Dedim güçlü çıkması için zorladığım sesimle.
Eğer bir şey söylesem sesim anında değişir ve kendimi tutamadan ağlamaya başlardım.
"İyi misin?"
"Evet." Dedim umursamazca.
"Neden üzgünsün?"
"Üzgün değilim."
"Çok belli oluyor." Dedi.
Tarif ettiğim yere geldiğimizde önünde durdu.
Arabadan indim ve hastaneyi inceledim. Tam inşaat bitmek üzereyken bırakılmıştı. Ellerimi yumruk yapıp sıktım. Ardından yavaşça yürümeye başladım. İçeri girdim ve etrafa bakındım. Gözlerim tekrardan yanarken merdivenlere yöneldim ve trabzandan destek alarak yukarı çıkmaya başladım. O da arkamda sessizce geliyordu.
Başıma bir an öyle bir ağrı saplandı ki dengem sarsıldı ve bir üst basamağa attığım ayağım kaydı. Tam düşecekken sırtıma destek verdi ve kolumu tuttu.
"Şşt! Dikkat et. Neresi burası?"
Cevap vermedim. Dengemi sağladıktan sonra hızla çıktım.
En üst kata geldiğimizde kalbim beni sarhoş eder gibi çarpıyordu. Elimi kalbime bastırdım.
"Geldim işte." Diye fısıldadım.
Göz yaşlarım yanaklarımdan sessizce süzülürken güldüm.
"Seni ziyarete geldim." Diye tekrardan fısıldadım.
Sağdaki ilk kapıdan girdim ve içeri baktım. Yerdeki kurumuş kan izlerine baktım ve duvarın dibine çöküp dizlerimi karnıma çektim.
"Belinay," Dedi.
Ağlamaya başladım. Omuzlarım kontrolsüzce sarsılıyordu. Kendimi toparlamaya çalıştım. Ama olmadı.
Yanıma çöktü.
"Babamı burada öldürdüler!" Diye bağırdım, hıçkırıklarımın arasından."Ona müdahele edemedim! Özür dilerim."
Bağırarak ağlamaya devam ettim. Artık tüm bedenim titriyordu. Kollarını belime sardı. Başımı omzuna yasladım ve hıçkırarak ağladım.
Bana sıkıca sarıldı başımı göğsüne bastırdı.
"Buraya gelmemeliydik." Dedi ve beni zaptetmeye çalışarak çenesini başıma koydu.
"İyi ki geldik." Dedim zorla.
O an ki hali gözümün önünden gitmiyordu. O yere düşüşü, başından yere sızan kan...
Çığlık attım."Niye yapamadım?!"
Kalbim bu yükü taşımakata zorlanıyordu artık. Belki de Çağkan haklıydı. Bu yükü taşıyayım derken kambur olmuş, hatta yere düşmüştüm.
Ellerimi boğazıma götürdüm ve istemsizce etimi tırnaklamaya başladım. Jilet attığım yerler yanmaya başladığında hıçkırıklarımın arasından gür bir kahkaha attım.
Sinirle soludu. Bileklerimi kelepçe gibi sert tuttu ve boynuma baktı.
"Sakin ol!" Dedi."Ne yaptığını bilmiyorsun. Şu haline bak. Kendini kontrol etmeye çalış. Sinir nöbeti geçiriyorsun!"
Durgunlaşmaya çalıştım. Sakin bir ses tonunda konuşmaya çalıştım,
"B-babamı burada ö-"
"Şşt. Konuşmak zorunda değilsin." Dedi.
Bileklerimi bıraktı ve daha sıkı sarıldı. Ağlamaktan nefret ederdim ama sürekli ağlardım. Sinirlerim bozulmuştu ve gülünmesi
gereken yerlerde bile sebepsizce ağlamaya başlamıştım. Duygularım karman çorman bir hal almıştı. Şu son yılda psikolojim bozuktu. Ağlamam iç çekişlere dönüştüğünde çatallaşan sesimle konuştum,
"Dinlemek ister misin?"
"Rahatlayacaksan evet." Diye fısıldadı.
"İzmir'deyken daha sosyal bir insandım. Tabii o zaman tam arkadaş ortamını kurmuştuk. Bir sürü yere giderdik."
Bir müddet bekledim. Gözlerimi kapattım ve öyle devam ettim,
"Çok güzel geçiyordu. Her şey mükemmeldi. Bir genç kızın yaşamak isteyeceği en güzel günleri yaşıyordum. O zamanlar 10. sınıfın başlarındaydık. Sadece hastane değil, bir sürü kafe de işletiyorduk. Zaten sürekli oralarda takılırdık. Babamın çok eski bir ortağı vardı. Ozan amca. Çok iyi bir insandı. Ama kanser hastasıydı. Tüm tedavi yöntemlerini denediler. En sonunda yurt dışına gitmek zorunda kaldı. Babam da onu çok sevdiği için ilk olarak bunu o söyledi zaten. Neyse, gitti işte. Babam rakip hastanenin sahibiyle bir kere tartışmıştı. Yeni yapılacak olan hastaneyi benim adıma yaptıracaktı. Ben de çok heyecanlıydım. Bir gün beni aradı. Buraya gelmemi söyledi. Tam bu odaya... Sesi çok garip geliyordu. Normal de beni getirmezdi, sürpriz olsun istiyordu. Ama dayanamadım hemen geldim. Yukarı nasıl bir heyecanla çıktığımı bilemezsin. Ama odaya bir girdim, babamla göz göze geldik. Dizlerinin üstüne çökmüş, elleri arkadan bağlıydı. Odada bir sürü siyah takım elbiseli adam bana bakıyordu. Hemen beni de tuttular. Adama bağırdım, hakaret ettim, ellerinden kurtulmak için her şeyi yaptım. Ama silahı babamın ağzına soktuğunda her şey duruldu. Beynim öyle bir uyuştu ki anlatamam. Babamı çok fazla seviyorum. O benim her şeyimdi. Hiç gözünü kırpmadan bana ona bakmamamı söyledi. Başını çevir, bakma gibi şeyler söyledi. Ama nasıl bakmayayım doktor? Zaten bir şeyi anlamıyordum. Yada anlamlandıramıyordum.
Tetiği bir çekti, ses tüm odada yankılandı. Meğer sadece bir kere kavga etmemişler. Ben hemen onun yanına gittim. Başını ellerimin arasına aldım. Hemen gittiler, polis gelir diye. Ama benim polise haber verecek gücüm bile kalmamıştı o an. Yaklaşık üç saat başında ağladım. Kendime gelebildiğimde polis çağırdım. Şimdi hapisteler. Ama oğlu beni rahat bırakmıyor. Sürekli peşimde. Ama ben zaten umursamıyorum onu. Benim derdim başımdan aşkın. Sonra İstanbul'a geldik. Şimdi annem hastanenin başında. İstanbul'a geldiğim günden beri kimseyle doğru düzgün konuşmadım. Böyle devam etti. Sonra Leman'la tanıştım. Teyzesi bizim komşumuzdu. Sürekli teyzesine geliyor. O benim her zaman yanımdaydı. Hakkımda her şeyi biliyor. Üstelik ben söylemeden. Tabii bu biraz korkunç. Ama alıştım. Problem olmuyor artık. Geçen gün bana beni sevdiğini söyledi. Ama inanmadım. Çünkü beni hastaneye gitmekten alıkoymak için yaptığını düşünüyorum. Söylemiştim, hiç istemedi buraya gelmemi. Böyle işte. Şimdi senin yanındayım. Bu kadar." Dedim.
Bir kaç dakika böylece bekledik.
"Babanı kaybetmek çok yıkıcı bir durum."
"Evet. Hele ki babanı bu kadar çok seviyorsan." "Ama babanın hiç olmaması daha kötü bir şey." Diye fısıldadı.
Başımı kaldırıp ona baktım. O da bana baktı.
"Baban yok mu?" Dedim.
Güldü.
"Sadece olaya her açıdan bakmanı istiyorum. Bir babam var." Dedi.
"Sevindim." Dedim gülümseyerek.
"Empati yapabildiğin için sevindin." Dedi.
"Belkide öyledir." Dedim.
"Baban için çok üzüldüm. Ama herkesin acısı birgün din-"
"Hayır. Benim acım dinmeyecek." Diye sözünü kestim.
"Umarım iyileşirsin."
"Benim bir şeyim yok."
"Senin ruhun yaralanmış. Sen artık kimseye güvenemiyorsun."
"Haklısın. Ama sana güveniyorum. Bunları hiç kimseye anlatmadım. Sadece sana anlattım."
"Yanılmayacaksın. Buna izin vermeyeceğim." Dedi.
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
"Oluyorum işte. Vermem dedim, o kadar. Bundan ötesi yok." Dedi netçe.
"Umarım bana acımıyorsunsur." Dedim.
"Hayır. Acınacak bir halde değilsin. Bu herkesin başına gelebilir. Belki de sen ölümü tattığın zaman başkası şizofren olur." Dedi.
"Zannetmiyorum." Diye kestirip attım.
"Bu kadar emin olma." Dedi.
"Ben, tecrübelerime dayanarak konuşuyorum."
Güldü, "Peki, Leman'la nasıl tanıştın?"
"Benim gece gittiğim bir yamaç vardı. Hani dün ki olduğumuz yer. Orada."
"Nasıl?"
"Ben... Denize atlayacaktım. O da intihar ettim zannetmişti. Beni eskiden beri tanıdığını söyler ama ben onu ilk defa orada gördüm."
"İnsanlar nasıl yorumluyorlar?"
"Bize garip garip bakıyorlar. Ama Leman onları takmamamı söyledi."
"Peki," Dedi."Şimdi anladın mı insanların sana neden garip garip baktığını?"
Yüzümü gizlemek istedim.
"Bu kadarı yetmez mi?" Dedim.
"Yeter. Daha iyi oldun mu?"
"Evet." Dedim ve ona biraz daha sokuldum. "Nasıl tedavi olacağım?" Diye sordum.
"Ayakta. Yani ilaçla ve hastanede yatmana gerek kalmayacak."
"Ama annem-"
"Sence bu konuda birilerini dinler miyim?"
Dedi umursamazca.
"Zannetmiyorum."
"Güzel." Dedi."İnsanlar kar tanelerine benzer. Kimileri asfaltta arabaların çamurlarıyla kirlenir ve eriyene kadar temizlenemez, kimse ona bakmaz." Dedi."Kimileri ise bir çocuğun avuçları arasında tertemiz bir kaba konulur ve eriyene kadar o çocuk başında bekler. Şevkatli parmakların sevinci olurlar."
"Sanırım ben o çocuğun suratına atılar sert kar topunun içindeki bir kar tanesiyim. Ve o şevkatli parmakların nefreti." Dedim ve gözlerimi kapattım."Ama şuan bunu düşünmek istemiyorum. Burası çok rahat, uykumu getirdi."
Nefes alırken inip kalkan göğsü hareketsiz kalnıca şaşırdığını anladım. Ama umursamak işime gelmedi.
"Uyuyabilirsin." Diye fısıldadı.
"İzin veriyorsun yani." Dedim.
"Evet." Diye tekrardan fısıldadı.
Bir elini belimde sabitledi, diğerini ise başıma koydu. Birkaç saniyeliğine açtığım gözlerimi hemen kapattım. Ben her zaman uyumadan önce asla gerçekleşmeyecek hayaller kurardım. Ama bu sefer, onun kollarında, kendimi hastane odasında beyaz bir önlükle hayal ettim. Gerçek olabilecek kadar korkunç ve acı vericiydi. Ben hasta olamazdım. Her şey bu kadar gerçekken, onları görüyorken nasıl olurda hayal olabilirdi?
Özellikle Leman, benim için çok değerli biriydi. Peki, bana zarar veriyor olabilirdi... Ama ben de ona zarar veriyordum. Bana hep insanları umursamanın ne kadar saçma bir şey olduğunu anlatırdı.
Göz kapaklarımı hiç açamayacak kadar mayışmıştım. Yorgunluk üzerime sis gibi çökmüştü.
Beynim tamamen durulduğunda kendimi uyku denilen şahısa emanet ettim. Güvenmesem de...
□■□■□■□■□
Boynumun ağrısıyla gözlerimi açtım. Birazcık kıpırdanabilmiştim. Öyle sıkı sarılıyordu ki sanki tüm organlarım patlayacaktı.
Kafamı kaldırdım ve kolundaki saate baktım. 1'e geliyordu. Bir saate yakın burada uyumuştuk.
Yüzüne usulca baktığımda istemsizce hafif bir tebessüm ettim. Çok masum ve güzel görünüyordu.
"Uraz." Diye fısıldadım."Uraaaz."
"Hm?" Dedi uykulu bir sesle.
"Uyansana." Dedim.
Kafamı göğsüne bastırdı.
"Uykum var benim."
"Ya benim hiç yok!" Dedim.
"Az daha uyu n'olcak?"
"Uyuyamam kalk! Saat 4 olmuş." Diye kandırdım ama hiç umursamadı.
"Ya sen doktorsun! Bu gevşeklik ne? Hastaların yok mu senin?"
"İzinliyim ben bugün." Dedi.
"Bahane uydurma! Ayrıca beni biraz daha böyle sıkarsan patlayacağım." Dedim.
Kollarını gevşetti. Kurtulmaya çalıştığımda gözlerini devirdi.
"Bi uyutmadın!"
"Ne? Bir saattir uyuyorsun ayı! Sanki kış uykusu." Diye homurdandım.
Ayağa kalktım ve dengemi kurabildiğimde güldüm.
"Bundan sonra sana doktor demeyeceğim. Ayı diyeceğim."
"Sını ıyı dıyıcığım." Diye taklidimi yaptı.
"En çok sen uyudun," Dedi. "Hemen uyudun. Tabii öyle rahat yerde ben de olsam uyurdum."
"Zaten uyudun!"
"Kabul edelim, en çok sen uyudun."
"Evet. En çok ben uyudum." Diye hemn kabul ettim.
İnat etmeyi sevmezdim.
"Ohoo! Sen ne çabuk kabullendin. Biz daha inat edecektik."
"Fazla konuşma da kalk. Gidelim bir an önce." Diye güldüm.
Hemen kalktı ve aşağı inmeye başladık. Ben her zamanki merdiven kazalarımdan birini yine efsanevi bir şekilde yaşarken trabzandan destek almaya çalıştım. Maalesef yine kaderim oturarak kaymaktı. Son anda ensemden montumu tuttu ve doğrulmama yardımcı oldu. Tabii böyle bir tutuşta nasıl doğrulayım?
Daha çok bocaladım. Sanki kedi tutuyor!
Ayağımı dengeli bir şekilde yere bastım ve destek alarak doğruldum. Gür bir kahkaha attı. "Yani... Puhahahaga!..Tebrik ediyorum, nasıl başardın?"
Ben de güldüm.
"Dalga geçme! Tutamasaydın öbür dünyayı boyluyor olurdum şuan."
Tekrardan güldü. Ben de güldüm ve yavaşça aşağı inmeye başladım.
Arabanın yanına geldiğimizde hâlâ gülüyordu.
"Doktor!" Diye uyardım."Yeter artık komik değil."
"Şimdi düşen kişi sen olduğun için komik değilmiş gibi hissediyorsun."
"Hayır. Yani, ben de gülüyorum da sen çok gülüyorsun."
"Tamam, tamam. Gülmeyeceğim." Dedi.
Arabaya bindik ve yavaşça çalıştırdı. Ardından normal hızda ilerlemeye başladık. Bu sefer şarkı açmadık. Sadece sessizlik hakimdi.
Aklıma evde ki düşüşüm geldiğinde kendimi tutamadım ve kahkaha attım. Garipseyerek baktı.
"İyi misin?" Dedi tereddütle.
Kendimi toparlayıp konuştum.
"İyiyim. Aklıma bir şey geldi de."
"Tamam." Dedi.
"CD'lerin var mı doktor?"
"Torpidoda var." Dedi.
Torpidoyu açtım. İçinde bir sürü çakmak ve CD vardı.
"Sen de mi çakmak biriktiriyorsun?"
"Evet."
"Sedef diye bir arkadaşım var. O gezmeyi çok seviyor. Ve her gittiği yerden bana çakmak getiriyor. Bayağı bir geliştirdik koleksiyonu."
"Benim koleksiyon gibi bir takıntım yok. Sadece beğendiklerimi alıyorum." Dedi netçe.
"Neden torpidoda saklıyorsun?"
"Bilmem. Üşeniyorum heralde. Bu arada arka koltukta ceketin var."
Kaşlarımı çattım. Şaşırmıştım açıkçası. Oraya bir daha mı gitmişti yani?
"Oraya bir daha mı gittin?"
"Evet. Hem ceketini unuttuğun için, hem de... Sanırım orası artık benim de özel yerim." Dedi.
Gülümsedim.
"Ne?"
"Bayağı! Beğendim orayı. Artık ben de dahilim. Yerini çaldığım için özür dilerim." Dedi gülerek.
"Ö-önemli değil." Dedim.
"Şimdi sen eve gittiğimizi zannediyorsun. Ama oraya gidiyoruz." Dedi.
"Yamaca mı?" Dedim.
"Evet."
Cama düşen kar tanelerini gördüğümde heyecanla konuştum,
"Kar yağıyor!"
"Kar sever misin?" Dedi sevmediğini belli ederek.
"Sevmek mi? Aylardır kar bekliyorum!" Dedim gülerek.
Kar taneleri iri iri yağarken gülümsedim.
"Sen sevmiyorsun." Dedim.
"Soğuktan nefret ediyorum." Dedi.
"Üşümediğim için sıkıntım yok. "
Ben kolay kolay üşümezdim. Ve kar da hayallerimi süslediğim tek şeydi.
"Üşümüyor musun?"
"Hayır. Nadiren, çok soğuk havalarda."
Gülümsedi.
Yamaca vardığımızda hemen arabadan indim ve en uca koştum. Beremi ve montumu çıkarttım. Heyecandan yerimde duramıyordum. Kollarımı açtım ve dönmeye başladım. O ise sadece arabadan izliyordu. Kar bir mucizeydi.
Ağzımı açıp dilimi dışarı çıkarttım ve kar tanelerini ağzımla yakalamaya çalıştım.
Ardından ona gelmesini işaret ettim.
"Doktor!" Diye seslendim."Gelsene! Bir daha dışarı çıkamayacağım!" Dedim.
Nedense içime doğmuştu. Gözlerini düşünceli bir tavırla kıstı. Ardından kapıyı yavaşça açtı ve dışarı çıktı. Çimene yattım ve gözlerimi kapattım. Kar taneleri usul usul yüzüme çarparken kaşlarımı çattım.
Gözlerimi açtığımda yanıma uzanmış olduğunu gördüm ve başımı o tarafa çevirdim.
Aramızda şu andan itibaren sessizlik hakimdi. Sadece birbirimizi izliyorduk. Kehribar rengi gözlerini belirsiz bir noktaya sabitledi ve çene kaslarını var gücüyle sıktı.
Sanki bir şey söylemesi gerekiyormuş, ama söyleyemiyormuş gibiydi. Bir elimi tereddütle yanağına koydum.
"Bir şey söylemek istiyorsun. Sakın saklama." Dedim usulca.
Elimi tuttu ve kalbinin üstüne bastırdı. Hibir şey söylemedi, gözlerini kapattı.
**********
Merhaba!!!
Bu iki bölüm ilk başta tanıtım gibi bir şeydi. Asıl kitap bundan sonra başlıyor. Bu arada Multi'de Leman var.
♡♡♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM
Non-Fictionİçinden gelen ağlama isteği boğazına kadar yükseldiğinde yutkundu. Ardından sessizce konuştu, "Ben şizofrenim." Dünyası başına yıkılmıştı. Birisine bunu itiraf etmek öylesine ağır bir yüktü ki... Gözlerinin dolmasını engelleyemedi. Adam onu sessizce...