Ertesi gün üvey annem beni tekrar kömür almaya kömürlüge gönderdi. Hava yine çok soguktu, üzerimde ince bir hirka vardı, beni soguktan korumayacak kadar ince, çok üşüyordum ama üvey annemin bu durum umrunda bile değildi onun tek düşüncesi kömürleri eve götürmemdi.
Gözlerimden yaşlar aka aka kömurlüge ulaşmıştım, ellerim soğuktan kıpkırmızı olmuştu.
Kömür tanelerini poşete doldururken, kömür çuvalları arasında yavru bir kediye rasladım.
Küçük sarı bir kedi, çok sevimliydi, gözyaşlarım onu görünce kesilmişti.
Artık onu sevmekle meşguldum uzun sure sevdim ama evde bekleyen üvey annemin, geç kaldiğım için beni dövebilecegide aklimdan cikmiyordu.
Artik kediyi sevmeyi birakmiş, eve poseti götürmeye koyulmuştum.
Yavaş yavaş merdivenlerden cikarip, poseti eve götürmeyi başarmistim.
Bundan sonraki günlerde, sırf kediyi sevmek için üvey annemin beni kömür almaya göndermesini bekler olmuştum.
Her gün gönderir olmuştu neredeyse, her gittiğimde kedi yavrusuyla vakit geçiriyor, mutlu oluyordum.
Yavru kedinin birde annesi verdi elbet, yavrunun aksine annesi sis rengi bir kediydi.
Tam hatirlamiyorum, uç veya dört gün boyunca bu durum böyle devam etmişti.
Her gün komurlü ge gidiyor, kediyi seviyorum.
Ama bir gün kedinin annesi, yavrusunu seçmenden rahatsız olup, yavrusunu gözlerimin önünde götürmüştü.
İste o gün daha iyi anlamistim, annem bir kedi kadar olamamiş, beni sahiplenememisti.
Hem kedinin, yavrusunu götürdüğü, bir daha sevemeyecegim için agliyordum, bir yandan da annemin kedi kadar olamayıp beni sahiplenmediği için gözyaslarima engel olamiyordum.