M.1.27

306 27 4
                                    

***

Masallardaki gibi, eğer bir şeyi çok istersen gerçekleşir mi?

***

"Bir Ojibwa kızılderili hikâyesinde geçer. Kardeşleri doğu, batı ve kuzey rüzgârlarına göre çok daha nazik olan ve dünyanın tadını çıkarmak için tatlı tatlı esen güney rüzgârı Shawondasee, bir gün kırda yeşil elbiseli genç bir kız görür. Saçları güneş gibi parlayan bu kıza hayran olur, fakat yanına gitmekten çekinir. Kızı korkutmaktan korkan Shawondasee onunla konuşmayı sürekli bir sonraki güne erteler. Bir sabah kızın başına gri bir şal geçirdiğini fark eder ve üzgün olduğunu düşünerek yine onunla konuşmaktan vazgeçer. Ertesi gün kızın saçları bembeyaz olmuştur. Çok geç kaldığını anlayan Shawondasee kederle içini çeker ve soluğuyla bir anda gümüş tüyler uçuşur. Tekrar baktığında kız kaybolmuştur ve Shawondasee o anda aslında bir karahindibaya aşık olduğunu anlar." diyerek bitirdi hikayesini. Gözlerim doldu. Bana bu yüzden mi Mindeulle diyordu yani? Sebebini sorduğumda bir karahindibaya benzediğimi söylemişti sadece. Ama şimdi Jung Woo'nun anlattığı hikaye beni altüst etmişti. Jung Woo'nun parmakları yüzüme doğru uzandı. Yanağıma dokundu. Geri çektiğinde parmak uçları ıslanmıştı. Ağladığımın farkında bile değildim.

"Neden ağlıyorsun?" dedi Jung Woo kaşlarını çatarak.

"Hikaye çok güzeldi. Beni ağlattı." dedim akan yaşlarıma rağmen gülümseyerek.

"Ağlaman için anlatmadım ki." dedi anlamayarak.

"Biliyorum, beni etkilemek için anlattın ve bunu başardın da. Ama ben biraz değişik biriyim. Bir şeyden çok etkilenince ağlarım." dedim omuz silkerek. Bir an duraksadı. Sonrasında hafifçe güldü.

"Çok ilginç bir kızsın. Ağlarken gülmeyi nasıl başarabiliyorsun?" dedi sesinde hayranlık içeren bir tonlamayla.

"Ağladığımın farkında bile değildim. Aslında sen söyleyene kadar..." dedim ellerimi açıp omuzlarımla birlikte havaya kaldırarak.

"Bir insan nasıl ağladığının farkında olmaz?"

"Eğer zamanında çok ağladıysan, canın çok acıdıysa vücut ağlamaya alışır. Sana sormaz bile ağlarken. O yüzden de farkında olmadan ağlarsın." dedim hüzünlü bir gülümsemeyle. Gözleri hala yaşlar parlayan gözlerime kilitlendim.

"Beni affet ama ağlamak sana çok yakışıyor." dedi gülümsemeye çalışarak. Güldüm.

"Çok saçma! Bir insan nasıl üzgünken güzel olur ki?" dedi şaşkın bir sesle. Ona cevap vermek için ağzımı açmışken arkamızdan hafif bir rüzgar esti. Elimdeki karahindibanın tohumları uçuşmaya başladı. Şaşkınlıkla bu ani uçuşlarına bakarken arkamdan bir ses çok ama çok tanıdık bir ses adımı söyledi.

"Yeom Mi..." dedi fısıltı gibi bir sesle. Ama rüzgar az da duyulsa bu sesi bana kadar taşımıştı. Vücudum titremeye başladı. Gözlerimden aralıksız yaşlar dökülmeye başladı. Geri dönmeye korkuyordum. Jung Woo kolumu tuttu.

"Yeom Mi, iyi misin?" dedi hafif endişeli bir sesle. Geri çekildim. Ellerim kollarımı sardı ve sesin geldiği yere döndüm. Gözlerim kapalıydı. Açmaya korkuyordum. Ama daha fazla dayanamadım. Nefesimi tutup gözlerimi araladım. Orada duruyordu işte! Hayal değildi ya da rüya. Gözlerimiz kesişti. Sonrasında kafasını indirdi. O kısacık anda gözlerinde benim hüznümün yansımasını gördüm. Ruhumun yansımasını gördüm. Tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde verdim. Peşinden hıçkırıklarım geldi. Ona doğru adım atmak istiyordum ama ayaklarım zemine yapışmış gibiydi. Hareket edemiyordum. Yere çevrili gözleri tekrar bana döndü.

"Mindeulle..." dedi tekrar fısıldayarak. Ayaklarım çözüldü. Hıçkırıklarım eşliğinde ona koştum. Kollarımı hızla boynuna doladım. Kolları sıkıca belime dolandı. Kafasını boyun girintime, saçlarımın arasına, soktu. Kokumu içine çekti. Onu sıkıca tutarken hıçkırıklarım azalmadı. Artmaya devam etti. Hüzünden çok rahatlama taşıyordu gözyaşlarım. Buradaydı. Dönmüştü bana. Bana gelmişti. Nefessiz kalana kadar kafamı göğsüne gömüp ağladım. Ne kadar öyle kaldık hiçbir fikrim yoktu. İlk kendine gelen o oldu. Hafifçe benden ayrılmadan geri çekildi. Belimdeki bir elini yüzüme getirdi ve yaşlarımı sildi. Burnumu çektim.

"Bir daha beni bırakırsan, affetmem seni. Koşmam sana bak bir daha!" dedim dudaklarımı bükerek. Çocuksu halime güldü. İkimiz de bunu yapmayacağımı biliyorduk. İç çektim. Boynuna dolanmış bir elimi çekip kalbimin üstüne getirdim ve yumruk yapıp göğsüme vurdum.

"Aptal, aptal kalbim..." dedim derin iç çekişlerimin arasında. Yumruk halindeki elimi tutup tekrar vurmamı engelledi. Alnını alnıma yasladı. Mutlulukla gözlerimi yumdum.

"Aptal değil, dünyanın en güzel kalbi o. Ve bana ait." dedi aşk dolu bir sesle. Ardından dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. İşte o an, bana gerçekten aşık olduğunu hissettiğim ilk andı.

Şarkı: EXO_ What Is Love

나만은 널 믿어주고, 지켜주고 달래줄게.
네 편이 될게. 네 곁에서 절대 안 떠나.

Sana güvenip, seni koruyup rahatlatacağım.

Senin yanından hiç ayrılmayıp, hep senin tarafında olacağım.

I lost my mind. 너를 처음 만났을 때,
너 하나 빼고 모든 것은 get in slow motion

Seni gördüğüm ilk anda aklımı kaybediverdim.
Sen hariç her şey ağır çekimde hareket etmeye başladı.

내게 말해줘. 이게 사랑이라면.

Söyle bana bu hissettiğim aşk mı?

매일 그대와 수많은 감정들을

나눠주고 배워가며 싸우고, 울고, 안아주고.

Her gün seninle birlikte sayısız duyguyu paylaşıp deneyimleyerek;
Kavga edip, ağlayarak, sarılarak


내게 말해줘. 이게 사랑이라면

Söyle bana bu hissettiğim aşk mı?

Casperlarım,

Nasılsınız? Geçen iki günün ardından yine buradayım. EXO'ya vurulduğum iki şarkıdan biri bu arkadaş. Kesinlikle dinleyin! Sözleri beni bitirir. Bayılırım. Her neyse çok uzatmıyorum. İşe geri dönmem lazım. Sizleri seviyorum bebeklerim. Kendinize cici bakın. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Yeni bölümde görüşmek dileğiyle,

Saranghae

Deniz UZAY

Mindeulle // Ji Chang Wook & Park Hae JinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin