M.2.11

152 22 22
                                    

***

Kurtar beni

Beni bu karanlıktan kurtar

***

    Işıklar... ışıklar... ışıklar... Gözlerimin önünde rengarenk ışıklar dans ediyordu. Boğuk sesler kulağımda uğulduyordu. Uğultular arasından mantıklı bir şey çıkaramıyordum. ışıkları engellemek için elimi kaldırmak istedim ama elim yerinden kıpırdamadı. Bir anda gözlerimin önünde parlayan ışık kayboldu ve zifiri karanlığa gömüldüm.

"Işıkları kim söndürdü?" demek istedim ama sesim çıkmıyordu. Ya da belki çıkıyordu ama ben kulağımdaki uğultu yüzünden kendi sesimi duymayı bile başaramıyordum. Hareket edebilmeyi umarken karanlığı benimseyen beynim bilincimi kapattı. Tekrar uykuya daldım.

***

    Kulağımda tatlı bir ezgiyle söylenen ninniyle kendime geldim. Ama gözlerim yine açılmıyordu. Ben de ninniye odaklandım. Başta söylenenleri anlayamamıştım. Ama yavaşça kelimeler anlam kazandı. Böylelikle ninniyi anlayabildim. Bu 'Üç Ayı' ninnisiydi. Söyleyen kişinin sesi ise çok tanıdıktı. Bu ninniyi bana hep babam söylerdi. Ama şimdi kulağımı dolduran ses bir kadına aitti. Zihnimi sesin sahibini hatırlamak için zorladım. Ben hatırlayamadan ninni bitti. Sesi duyamayacağım için üzülüyordum ama sesin sahibi konuşmaya başladı.

"Üzgünüm, bebeğim. Seni bu kadar çok üzdüğüm, kalbini kırdığım için çok üzgünüm. Senden af dilemeye yüzüm bile yok ama yine de yüzsüzce af diliyorum. Lütfen, bu kötü anneni affet. Ve uyan." dedi hüzünlü bir tonlamayla. Şaşkınlıkla dondum. Sesin sahibi annemdi ama onun nasıl burada olduğunu aklım almıyordu. Onunla telefonda konuştuğum zaman fazlasıyla katıydı. Ama şimdi yanı başımda durmuş benden özür diliyor, onu affetmemi istiyordu.

"Anne!" diye haykırmak istedim ama kelimeler yine dudaklarımdan dökülmedi. Biri sanki bir yerlerden bir tuşa basmış gibi tekrar bilincim kapandı.

***

"Böylelikle ona çıkma teklif ettim. İnanabiliyor musun? Benim gibi utangaçlıkta bir dünya markası olan biri ona çıkma teklif etti. Daha da inanamayacağın bir şey söyleyeyim mi? O bunu kabul etti. Resmen dört gündür çıkıyoruz. İnanamıyorum." dedi Ha Won zihnimi daldığı dehlizden çekip çıkartarak. Anlaşılan Doktor Park ile çıkmaya başlamışlardı. Buna çok sevinmiştim. Gözlerimi açıp kalkmak ve ona sarılıp tebrik etmek istedim. Ama her zamanki gibi hissizdim.

"Hemen uyanmalısın, Yeom Mi! Seni özledim. Dedikodularımızı, adamlar hakkındaki saçmalamalarımızı, gece yarısı gelen tatlı krizlerimizi özledim. Uyan, Yeom Mi!." dedi fazlasıyla hüzünlü bir sesle. Göremiyor olsam bile ağladığını biliyordum. Gözyaşlarını silmek ve her şeyin yolunda olduğunu söylemek istedim ama başaramadım. Zihnim tekrar karanlığa gömülürken son duyduğum Ha Won'un fazlasıyla heyecanlı sesiydi.

"Parmağı oynadı!"

***

"O zaman sen de kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan çok daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir." dedi yumuşak bir sesle Ma Roo. En sevdiğim kitabı okuyordu. Küçük Prens... İçim ısındı o okudukça. 

    O okudukça tarifsiz bir mutlulukla doluyordum. Ma Roo her zamanki gibi bana en iyi gelen şeyi oldukça iyi bir şekilde tahmin etmişti. Küçük Prens, bu dünyada en sevdiklerim listemde ilk beşteydi. Bu kitap yaşamamı sağlayan bana umut aşılayan bir kitaptı. Her zaman kitaptaki Küçük Prens'in ben olduğumu gülün ise annem olduğunu düşünürdüm. Gülün ukalalığına, onu istememesine rağmen onu seven Küçük Prens'te kendimi görüyordum. Ma Roo hikayeyi okumaya devam ederken tek düşünebildiğim annemdi. Gülüm... Annem...

***

"Yaban mersinli kekleri senden iyi yapan yok. Bana o yaşlı adamdan öğrendiğini söylemiştin. Ama seni temin ederim ki, kesinlikle en iyi yapan sensin. O yaşlı bunak yaban mersini koymayı unutuyor resmen. Hemen uyanıp kafeye dönmelisin. Bu çok can sıkıcı! Seni özledim ben!" dedi Jung Woo'nun bezgin sesi. Gülmek istedim. Hatta kocaman bir kahkaha atmak istedim. Beni böylesine güldürebilen bir o vardı.

"Ayrıca şu ekmekleri aldığın yer kapandı. Adam borca girmiş ve kapatmak zorunda kalmış. Adama para teklif ettim. Borçlarını kapatmayı ama o kabul etmedi. Fazla gururlu biriymiş. Ama yalvara yakara en azından kafeye gelip ekmekleri yapmasını sağladım. Artık iki çalışanın var. Üstelik kekleri o yaşlı bunaktan daha iyi yapıyor. En azından yaban mersini koymayı unutmuyor." dedi gülerek. İçimdeki gülme isteği her geçen dakika daha da artıyordu.

"Bir dakika! Gülümsedin mi sen? Beni duyuyorsun! Aman Tanrım! Ah, Yeom Mi! Sonunda! Hemen doktoru çağırmalıyım!" dedi heyecanlı bir sesle. Onun umut dolu sesinin verdiği huzurla tekrar karanlıklar alemine daldım.

***

    Saçlarımda hissettiğim tüy gibi dokunuşlar ile tekrar yüzeye çıktım. Biri saçlarımı usul usul okşuyordu. Saçlarımda gezinen eller ruhumu rahatlatıyordu. Dokunuşundan hissettiğim şey şefkatti ve bu şefkat hissi çok tanıdıktı.  

"Artık gelme zamanın gelmedi mi, yavrucuğum? Daha fazla bizi üzmeden, bizler de bir kalp hastalığına yakalanmadan uyansan, ne güzel olurdu." dedi babam iç çekerek. Demek ki, saçlarımda dolanan bu eller babamın elleriydi.

"Tek çocuk olduğunu bu yaşına kadar hiç hissettirmemiştin. Artık şımarıklığı bırak ve uyan. Bu yaşlı babanı daha fazla üzme." dedi hüzün dolu bir sesle. Uyanıp onun hüznünü silmek isterdim ama yine karanlıklara teslim oldum.

***

   Parmak uçlarımdaki sıcaklık sanki damarımdan ilerliyormuş gibi kalbime kadar ilerledi. Kalbim bir anda sıcaklıkla doldu. Sıcaklık o kadar tanıdıktı ki, daha o konuşmadan kim olduğunu anlamıştım. Kalbimin sahibiydi konuşan. Acım ve ilacım...

"Seni özledim." dedi sadece iç çekişle. Söylemesi gereken tüm cümleleri bir cümleye, bir iç çekişe sığdırmıştı.

"Seni aramadığım için o kadar pişmanım ki... Çocukluk ettim. Resmen çocuk gibi küstüm sana. Beni unuttun diye kızdım ve küstüm. Beni hatırlamana yardımcı olmadım bile. Senin için hep kötü olduğumu düşündüm. Hiç senin ilacın olacağımı düşünmedim. Bu yüzden kaçtım senden. Aptal olan benim kalbimmiş. Yeni anlıyorum." dedi hıçkırıklarının arasında. İç çektim. O an hareket edebileceğimi anladım. Tüm gücümü gözlerimi açmaya harcadım. Birkaç zorlamanın ardından aralandılar. Chang Wook kafasını yatağıma koymuştu. Eli elimde değildi. Elimi yavaşça kaldırdım. Dağınık saçlarına götürürken gülümsedim ve sesimin duyulacağından emin olmasam da konuşmaya başladım.

"Aptal değil, dünyanın en güzel kalbi o. Ve bana ait."           

Şarkı: Nam Taehyun_ Take Me Out (Nakaratı sarhoş ediyor insanı...)

Casperlarım,

İyi geceler! Sanırım yazdığım en uzun bölüm buydu. Bölmek istemedim. O yüzden herkesi bir bölümde verdim. Umarım hoşunuza gider. Benim içime sindi. Bu arada hikaye Wattys2018 Long List'e girmiş. Ben baya bir şok oldum. Ve sevindim. Bakalım, finale kalacak mıyız. Hayırlısı... Neyse... Okuduğunuz için teşekkürler bebeklerim. Yorum diyorum, susuyorum. Sizleri seviyorum. Kendinize iyi bakın!

Saranghae

Deniz UZAY 

Mindeulle // Ji Chang Wook & Park Hae JinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin