M.1.31

264 24 21
                                    

***

Her gün gülümseyeceğim, seni düşünüp senin için dua edeceğim.
Ben uykuya dalana kadar, seni aramak için gözlerim açık.
Benim yanımda ol, beni kucakla ve koru.
Benim cennetim sensin.

***

Dünyanın yedi harikasını ezbere bilmiyorum ama sabah sıcacık sevgi dolu kollar arasında uyanmak kesinlikle bir dünya harikasıydı. Dudaklarımda gittikçe büyüyen gülümseme ile birlikte kollarımı ve ayaklarımı uzatıp gerindim. Gerinmemle birlikte bundan memnun olmayan biri boynumda biri belimde duran kollar sıkılaştı ve beni bağlı oldukları bedene doğru çekti. Kolları arasında dönüp yüzümü yüzüne çevirdim. Gözleri kapalıydı ama dudaklarında saklayamadığı bir gülümsemesi vardı. Dudaklarına bir öpücük kondurdum. Kaşlarını sanki onu rahatsız etmişim gibi çattı ama dudaklarını sanki tekrar öpmemi ister gibi büzmüştü. Güldüm ve tekrar öptüm. Geri çekilecekken elini saçlarımın arasına daldırıp geri çekilmeme engel oldu. Dudaklarımı sömürürken kalbim mutluluktan patlamak üzereydi. Nefes almak için geri çekildiğinde ışıl ışıl bir gülümsemeyle baktım ona.

"Böyle bakmaya devam edersen olacaklardan ben sorumlu olmam." dedi kaşlarını kaldırarak. Utanarak ellerimle yüzümü kapadım. Kahkahası çok güzeldi. Dirseklerini yatağa dayayıp yüzümü kapadığım ellerimi çekti. Dudaklarıma hızlı bir öpücük bırakıp geri çekildi. Dudaklarını büktü.

"Şimdi seni bırakıp nasıl o sete döneceğim ben?" dedi iç çekerek.

"Üstümden kalkarak başlayabilirsin." dedim alaycı bir sesle. Gülerek geri çekildi. Ardından ellerimden tutup beni de kaldırdı.

"Kahvaltı ederiz ama, değil mi?" dedim tatlı bir sesle. Gülümseyerek kafasını sallayıp beni onayladı.

"Ben mutfağa gidiyorum o zaman." dedim parmak uçlarımda yükselip yanağına bir öpücük kondurarak. Bana şapşal bir gülümsemeye bakarken onu öyle bırakıp odadan çıktım. Evimin en geniş alanı ve ömrümün üçte birini geçirdiğim yer olan mutfağım en sevdiğim yerdi. Pişirme makinesine pirinç ve suyu koyduktan sonra çalıştırdım ve buzdolabına yöneldim. Yumurta rulosu için gereken malzemeleri çıkarttım. Ona asla bu kadarı yetmezdi. Boğazına fazlasıyla düşkün olduğunu biliyordum. Buzdolabında gözlerimi gezdirdim. Ayıklanmış balıklarım vardı. Onları kızartabilirdim. Dondurucuda kan sosislerini görünce çocuk gibi sevindim. Sundaetguk (Kan sosisi çorbası) yapabilirdim. Chang Wook çok severdi. Malzemeleri tezgaha bırakıp tekrar dondurucuya döndüm. Önceden hazır bir şekilde yapıp bıraktığım çörekler ve mini keklerim vardı. Onları da çıkarttım. Mini fırınımı çalıştırdım. Yumurta rulosu karışımını hazırlayıp tavaya döktüm. O pişerken bir tava daha çıkartıp balıkları kızartmaya başladım. Yeteceğinden hala şüpheliydim ama bir haftadır eve gelmiyordum. Hazırladıklarımı masaya yerleştirdikten sonra çorba yapma işlemine döndüm. Çorbayı pişirirken Chang Wook odadan çıktı. Boynunda bir havlu ve ıslak saçlarıyla benim dengemi bozma konusunda çok iyiydi.

"Saçlarımı yıkadım. Banyonu kullandım. Biraz yerleri ıslatmış olabilirim. Üzgünüm. Buradan direk sete gideceğim." dedi özür dileyen bir gülümsemeyle. Ona tatlı bir gülümsemeyle baktım.

"Sorun değil. Dilediğin gibi kullanabilirsin." dedim omuz silkerek. Gözleri masaya döndü.

"Niye bu kadar uğraştın ki?" dedi sonrasında bana dönüp gülümseyerek.

"Hiç kibar olmaya çalışma senin yemek yemeyi çok sevdiğini biliyorum. Bunlar az bile ama bir haftadır eve gelmiyorum elimden bu kadar geliyor." dedim dudak bükerek. Yanıma gelip sıkıca sarıldı bana. Geri çekildiğinde çorba tenceresini fark etti.

"Çok güzel kokuyor." dedi derin bir nefes alarak. Sonra kaşlarını çattı ve kafasını tencereye doğru uzattı. Gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Sundaetguk mu bu?" dedi hayran hayran bana bakarak. Kafamı sallayıp onayladım.

"Ah... Kadın! Gitmemi daha da zorlaştırıyorsun!" dedi yanağıma yapışıp gürültülü ve sulu bir öpücük bırakarak.

"Gitme o zaman!" dedim umursamaz bir tavırla omuz silkerek.

"Söylemesi kolay tabii! Senin yanına gelebilmek için bir haftadır ne kadar çok çalıştığımı biliyor musun?" dedi kafasını yana eğip gülerek.

"Ben...hiç sormadım sana. Özür dilerim." dedim bir anda utanıp başımı eğerek. Chang Wook çenemden tutup kafamı kaldırdı.

"Üzül diye söylemedim. Kendimi bir şövalye gibi göstermeye çalışıyordum. Ama ekibi çok şaşırttım. İşine fazlasıyla bağlı ve ailesini bile çalışırken arayıp sormayan biri olarak onları baya bir şaşırttım." dedi kahkahalarla gülerek. Kendimi tutamayıp ben de güldüm.

"Hadi, otur! Çabuk olmalıyız! Kahvaltı bitmeden seni bir yere göndermem çünkü." dedim gülerek. O masaya geçerken ben de çorbaya geri döndüm. Çorbayı karıştırırken gözlerimin önünde çok farklı bir manzara vardı. Bundan yirmi ya da otuz yıl sonra yine böyle olabileceğimiz bir mutfak... Beyaz düşmüş saçlarım ve ben ona yemek pişirirken bana takılan ve beni utandırmayı seven gri saçlarıyla şimdiki gibi oturmuş beni izleyen Chang Wook... Gülümsedim. Bunun gerçekleşmesini tüm kalbimle istiyordum.

Şarkı: Ailee_ Heaven

Casperlarım!

Ben geldim! Sınavlardan kopup geldim, coşup geldim! Hemencecik bölümümü yazdım. Umarım beğenmişsinizdir. Yine tatlı mı tatlı bir bölüm oldu. Hinlik yapacağım bölümler sonraya kaldı. Hihihihi... Neyse... İçimdeki küçük hinkuşunu susturuyorum bir anlığına ve sizlere dönüyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim, ponçiklerim. Sizleri çoooooookkkk seviyorum. Sizler çok tatlışsınız. Yanımda olduğunuz için teşekkürler. Kendinize iyi bakın!

Saranghae

Deniz UZAY

Mindeulle // Ji Chang Wook & Park Hae JinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin