Alâeddin Attâr, orta boylu, gökçek yüzlü, esmer tenliydi. Sakalı büyükçeydi. Sahvı sekrine galip bir sûfi olduğundan huşu ve huzû üzre bulunurdu. Dirayeti yüksek,firaseti keskindi. Sohbeti tesirli, terbiye ve eğitimi yetiştiriciydi.
Altın Silsile'nin onyedinci halkası, Şah-ı Nakşbend hazretlerinin yetiştirdiklerinden ve damadı. Adı Alaüddin bin Muhammed bin Muhammed, nisbesi el-Buharî, el-Harezmî. Attar lakabı, her halde maişetini temin için meşgul bulunduğu; halk arasında "Aktarlık" denilen "ıtriyyat" satıcılığından gelmiş olmalıdır.
Aslen Harezm'li. Babasının kendisinden başka Şihabuddin ve Mübarek isminde iki oğlu daha var. Babasının vefatında Buhara medreselerinde ilim tahsili ile meşgul bulunan Alaüddin, kardeşleri lehine baba mirasından feragat etti. Medrese'de talebe iken zahidane tavrı ve ilmi vukufu sayesinde Şah-ı Nakşbend hazretlerinin ilgisini çekti ve damadı oldu. Kayınpederinin yanında sıkı bir seyr ü sülük ve riyazat eğitimi gördükten sonra irşadla görevlendirildi. Bahaeddin Nakşbend hazretleri daha sağlığında müridlerinin büyük bir kısmının eğitimim ona havale etmişti. Hatta bu yüzden: "Alaeddin bizim hayli yükümüzü hafifletti." buyururlardı. Dirayetli irşadları ve bereketli sohbetleri sayesinde pek çok kimse onun elinden kemal bulmuştur. Şah-ı Nakşbend hazretlerinin iki büyük halifesi vardı. Birisi Alaeddin Attar, diğeri Muhammed Parsa. Her iki halifesi hakkında da kendi yerine geçmesi konusunda işaretleri rivayet olunmakta ise de silsile "Alaeddin Attar" ile devam etmiştir. Vefatları 20 Receb 802 / 19 Mart 1399'dur. Kabri Buhara'da Çiğanyân'dadır. Şah-i Nakşbend'in kerimesinden dört oğlu oldu.
En büyük halifesi yerine geçen Ya'kub Çerhî'dir. Ünlü müellif Seyyid Şerif Cürcanî, Alaeddin Attar'ın mürididir. Cürcanî'nin Ta'rifat adlı kavramlar lügati, itikadi, tasavvufi konular ağırlıklı bir eserdir.
Menakıb kitaplarının verdiği bilgilere göre, Alaeddin Attar ile Şah-ı Nakşbend hazretlerinin küçük bir kerimesi vardır. Hanımına der ki: "Kızım adet görüp buluğa erince hemen bana bildir. Ben onu uygun biriyle nikahlayayım." Annesi de kızı buluğa erince derhal Şah-ı Nakşbend hazretlerini haberdar eder. Bunun üzerine Şah-ı Nakşbend, Kasr-ı arifân'dan kalkıp Buhara'ya giderek medresede kızına uygun bir nasib arar ve Alaeddin Attar'ın kaldığı hücreye varır. Alaeddin, zengin bir ailenin çocuğu olduğu halde ilim aşkıyla baba mirasını kardeşlerine terketmiş, gönül sultanlığına namzed bir gençtir. Odasında üzerinde yattığı eski bir hasır, yastık olarak kullandığı bir tuğla ile üstüne örttüğü bir keçe ve abdest aldığı ibrikten başka eşyası yoktur. Alaeddin Attar, hücresine gelen nur yüzlü Şah-ı Nakşbend'i görünce, ya daha önce tanıdığından veya onun yüzündeki mehabetin tesiriyle derhal ayaklarına kapanır ve öpmeye başlar. Bahaeddin Nakşbend hazretleri der ki:
– Benim yeni büluğa eren bir kızım var, ben onu sana nikahlamak istiyorum.
Böyle bir teklife ekonomik ve psikolojik olarak henüz hazır olmayan Alaeddin Attar şu karşılığı verir:
– Böyle bir teklif, benim için mutlulukların en güzeli. Ancak benim evlenmek için hiçbir hazırlığım yok. Halimi görüyorsunuz.
Bunun üzerine Şah-i Nakşbend buyurur ki:
– Benim kızım sana, sen de ona mukadder ve müyessersin. Sizin mukadder olan rızkınızı da gayb hazinesinden verecek olan O'dur, bu konuda telaş ve hüzne gerek yok.
Bu suretle çok sade bir merasimle iki genç evlendi. Alaeddin Attar, medresedeki tahsilini tamamlayınca kayınpederinin yanında manevi eğitime ve batın imarına başladı. Şah-ı Nakşbend Hazretleri medrese tahsilini ve zahiri ilimleri ikmal etmiş bulunan damadının gönlündeki "benlik" duygusunu ezmek için onu mahalle aralarında elma satmaya memur etti. Şeyhinin verdiği emir gereği, Alaeddin Attar, bir tepsi elmayı başına koyarak yalınayak mahalle aralarında bağırarak elma satacaktı. Alaeddin Attar, kendisine verilen bu emri yerine getirdi. Ancak iki kardeşi onun bu halinden hiç de memnun olmadılar, kendisine çıkıştılar. Haysiyetlerinin iki paralık olduğunu söyleyerek akıllarınca onu uyardılar. Şah-ı Nakşbend, damadına, bunlara hiç aldırmadan görevine devam etmesi uyarısında bulundu. O da bütün tepkilere rağmen vazifesini kusursuz ve fütursuz yerine getirdi. Nihayet Alaeddin Attar'daki benlik duygusu silinince şeyhi onu yanına aldı ve "zikr-i hafi" telkiniyle eğitimini sürdürdü. Uzunca bir süre hiç ayırmadan terbiyesiyle meşgul oldu. Hatta müridlerinden bir kısmı "Onu niye hiç yanınızdan ayırmıyorsunuz?" diye sormak durumunda kaldılar. O bu soruya: Yakub (a. s)'un Yusuf hakkında söylediğini söyleyerek cevap verdi:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evliyâlar
Phi Hư Cấuبِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم Esselamü Aleyküm Ve Rahmetullahi Ve Berekatühü "Her kim bir yola girer ve onda ilim isterse, Allah onun için cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlan...