Ubeydullâh el-Ahrâr (Kuddise Sirruh)

9 4 0
                                    

İrfan ve irşad medresesinin müderrisleri olan Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye'nin (Kaddesallâhu Esrârahum) on dokuzuncu altın halkası, ârifler ve mürşidler dairesinin kutbu Mevlânâ Hâce Ubeydullah Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretleridir. Ziyadesiyle fazîlet ve kemal sahibi bir veliydi. Şeyhi Yakub Çerhî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden emanet aldığı yolu Mevlânâ Muhammed Zâhid (Kuddise Sirruhû) hazretlerine ulaştırdı.

Mevlânâ Ubeydullah Ahrâr (Kuddise Sirruhû) yalnızken ve insanlarla beraberken, her zaman ve her yerde, zâhirî ve bâtınî edep kurallarına titizlikle uyardı. Tanıdığı ve tanımadığı kimselere şefkat ve sevgi gösterir, muhtaç olanlara yardım ederdi. Bütün mahlûkâtın hukukuna riayet etmede benzeri yoktu. Cemiyetteyken hizmette en öne geçerdi. Kendisi için meşakkati seçer, dostlarının rahatını kendi nefsine takdîm ederdi. Resûlüllâh Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hazretlerine ittibası sebebiyle onun güzel ahlaklarını cem etmiş bir zattı.

Doğumu, Baba ve Dedesi

Mevlânâ Hâce Ubeydullah Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretleri hicrî 806 (m. 1404) yılı Ramazan ayında Taşkent'e bağlı Bâğıstân Köyü'nde dünyaya geldi. Babası, Hâce Şihâbuddîn (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin küçük oğlu olan Hâce Mahmud Şâşî (Kuddise Sirruhû) hazretleridir.

Hâce Mahmud Şâşî (Kuddise Sirruhû), Sûfiyye taifesinden son derece pay almış bir zattı. Nakledildiğine göre oğlu Hâce Ahrâr (Kuddise Sirruhû) ana rahmine düşmeden evvel kendisi kuvvetli bir cezbeye tutuldu. Bu hal akabinde bir süre riyazet ve mücahedelerle meşgul oldu.

Hâce Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin dedesi Hâce Şihâbuddîn (Kuddise Sirruhû) hazretleri de işaret, keramet, hal ve vecd sahibi bir zattı. Vefatı yaklaştığı zaman oğullarından, vedalaşmak için torunlarını getirmelerini istedi. Hâce Mahmud da bu emre imtisal ederek yaşı henüz çok küçük olan Ubeydullah Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretlerini bir hırkaya sararak huzuruna getirdi. Hâce Şihâbuddîn (Kuddise Sirruhû), Hâce Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretlerini görür görmez: "Beni kaldırın!" dedi. Kaldırdıktan sonra Hâce Ahrâr (Kuddise Sirruhû) hazretlerini kucağına aldı ve mübarek yüzünü bedenine sürdü. Ağlayarak şöyle dedi: "İşte benim arzu ettiğim evlâdım budur! Ne yazık ki o irşada başladığında hayatta olmayacağım. Onun dünyadaki tasarruflarını göremeyeceğim. Bu çocuğun adının bütün dünyaya yayılması yakındır. O şeriata neşe, tarikata esenlik verecektir. Cihan padişahları onun fermanına uyup emir ve nehiylerine boyun eğecektir. Bu çocuk, daha önce geçen meşâyıh-ı kirâmdan dahi zuhûr etmemiş işler başaracaktır."

Çocukluğu, Gençliği ve Yetişmesi

Reşahât sahibinin rivayet ettiğine göre Hâce Ahrar (Kuddise Sirruhû) hazretleri henüz üç-dört yaşlarındayken kendisinde huzur ve agâhlık nisbeti hasıl olmuştu. Buyurmuşlardır ki: "Çocukken medreseye gider gelirdim. Gönlüm her daim Hak Sübhânehû ve Te'âlâ ile hazır ve uyanık idi. O sıralar bir kış günü medreseye giderken sahrada ayağım balçığa battı; ayakkabım ayağımdan çıkarak balçığın içinde kaldı. Hava gayet soğuktu. Ayakkabımı balçıktan çıkarmaya çalıştım. Ayakkabımı çıkarıp ayağıma giyince bana bir gaflet hali geldi, agâhlık nisbetimi kaybettim. O anda kendime gelerek nefsimi kınadım. O kadar üzüldüm ki ağlamaya başladım. O sırada çift süren bir çiftçi genç gördüm. Kendimi kınayarak: 'Bu ekinci, çift sürmek gibi zahmetli bir işle bile meşgulken Cenâb-ı Hak'tan gafil olmuyor. Sen ise bu kadar bir meşguliyetle Hak'tan gafil oldun!' diye söylendim. Bulûğ çağına erişene kadar insanların gaflet içinde olduğunu bilmezdim. Herkeste bu nisbetin bulunduğunu zannederdim."

EvliyâlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin