Bölümü düzenlemedim. Bu yüzden yazım yanlışları için kusuruma bakmayın.
İyi okumalar...
♦
Bir ruh...
Kırık, durgun ve insanlara karşı sahte ifadeler taşıyan, mutluymuş gibi davranan, belki de bir deli. Acıyla kavrulmuştu, fakat hala ayaktaydı. Ruhta şaşkındı bu duruma, onca kötü yaşanmışlıklara karşı nasıl ayakta olduğunu merak ediyordu. Boğuluyordu, bilmediği yabancı tatlı sularda. O kadar çok alışmıştı ki acı çekmeye şimdi bu sakinlikten korkuyordu.
Korkuyordum.
Her an birşey olacakmış gibi hissediyordum. Ben mutlu olanazmışım gibi, hep acı çekmem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Buna alışkanlık mı deniliyordu? Muhtemelen öyleydi, çünkü ben huzuru yeni yeni tatmaya başlamıştım. Alışmayada başlamış mı oluyordum?
Fakat bu huzurlu düzen bozulmuştu. Yetimhaneden çıktığımdan beridir, monoton geçen hayatım, bir kişi yüzünden alt üst olmuştu. O kadar durgunlaşmıştıki haaytım, şimdi bebi kovalayan adam bile garip geliyordu. Belki çok önemli değildi ama, hayatım o kadar sakinleşmişti ki şimdi şaşırmadan edemiyordum.
Bayıldıktan sonra doğal olarak birşey hatırlamamıştım. Beni revire taşıyan buz renkli gözlere sahip olan kişiyi ise gözlerimi açtığımda, revirde yattığım yatağın karşısında ürkütücü gözlerini bana dikmiş olduğunu farketmiştim.
Gerçi, hala daha öyleydi.
Gözlerimi birkez daha kaçırdım. Cidden neden öyle baktığına anlam veremiyordum. Beni tanıyormuş gibi bir havası vardı. Gözleri bana sürekli titreme hissiyatı veriyordu. Uyandığımda karşımda bir hemşire görmeyi beklerken, bu garipti. Dışarıya çıkmak istediğimde ise ters bir bakış atmış ve 'otur' emrini vermişti. Sesi erkeksi olduğu kadar sertti. Beni korkutuyordu. İnsanlardan korkuyordum. Ben korkaktım.
Emrini verdikten sonra ise ben korkuyla yerine sinmiş ve gözlerimi kapıya dikmiştim. Zaten bu zaman tam tamına yedi dakika kırk dört saniye sürmüştü. O saniyeden sonra içeriye hemşire girmiş ve ardından da gözlerimi büyültmeme sebep olacak kişi girmişti. Abim.
Abimin gözleri odayı taramış ve aradığını bulmuş gibi bende durmuştu. Derin bir nefes çekti içine, ardından ise yavaşça bıraktı. Bende aynısını yaptım, çünkü onu görmemle rahatlamıştım. Yavaş adımlarla bana doğru gelirken bakışları anlıma değdi ve kaşları çatıldı. Benimde elim istemsizce başıma giderken bir bandaj hissettim. Kanamış olmalıydı.
Cidden abim bana karşı, filmlerden izlediğim kadarıyla pimpirikli anneler gibiydi.
"Ne oldu?" diye sordu endişeli sesiyle, tek güveni hissettiğim kollarını bana sararken. "İlk okul çocuğu gibi ne koşuyorsun okulda?"
"Sen önce beni bir azarlama." diye söylendim. Kollarımı beline sardım. Abimin güven veren kokusu burnuma dolarken, rahatça bir nefes aldım. Gergin bedenim yumuşarken biraz daha sıkı sarıldım. Bırakmak istemezcesine, hep yanımda kalmasını dileyerek sarıldım bininci kez.
"Sus." dedi sertçe. Başkalarının yanındayken, evdeki kadar yumuşak olamıyordu. "Acıyor mu?"
Kafamı iki yana salladım. "Ih ıh. Acımıyor."
Hissetmiyordum. Bedenimde ki acıları hissedemezken ruhumdaki acılardan dolayı yanıp kavruluyordum. Tam tersini ne kadar çok isterdim oysa. Ruhumu emen acılaru değilde, bedenimi küle çeviren acılar çekmeye dünden razıydım. Ama hiçkimse hiçbirşeyi seçemiyordu değilmi? Anne ve baba mıda seçemedim ben. Seçebilseydim beni terk eden bir anne mi isterdim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ AĞACI
Teen FictionTarçından nefret eden bir adam, ama tarçın gibi kokan bir kız.. ♦ İlk yayınlanma; 12/11/2017