thirty one

516 63 10
                                    

Jihoon

Jisoo ceketini, beresini ve maskesini taktıktan sonra kapıya ilerlemişti. Benimse aklım hâlâ az önce kapının önünde gördüğüm çöpteydi. Geçen gün hazırladığımız tüm o yemekler, benim romantik olmasını umarak yaktığım mumlar... En son Soonyoung'un eve gelip mumları kontrol ettiğini Kihyun'dan öğrenmiştim. Emeklerimizi çöpe atabilecek kadar sinirli olduğunu görmek beni üzmüştü. Uyandığımda onu görmek istesem de orada değildi. Onu ne kadar üzdüğümü hayal edebiliyordum. Beni görmek istemeyişinin nedeni de bârizdi işte.

Ben gidiyorum. Soonyoung geldi.

Kafa salladım. İçeri giren bitkin erkek arkadaşım ise Jisoo'nun aksine fazlasıyla soğuktu. Endişeliydim. Konuşmak istemiyordum, bu konuyla alâkalı. Nihayet ikimiz baş başa kaldığımızda doğrulup gözlerimi onunkine diktim. Ama o oralı bile değildi. Kafasını geriye yaslamış tavanı izliyordu.

Bir şey istersen söyle. Ben mutfaktayım.

Elindeki sargıya kilitlenmiştim. Ne olmuştu ona? Neyi vardı? Gözlerinin altındaki koyu mor halkalar benim yüzümden miydi? Boynunu çıtlatıp mutfak kapısını hafif aralık bırakarak içerideki sandalyelerden birine oturduğunu duydum.

Hoshi.

seslendiğimde, beklediği ismin bu olmadığını biliyordum. Kapıyı aralayıp kafasını uzattı.

Yanımda oturamaz mısın?

Bu iyi bir fikir değil. Sadece dinlen.

Seni izleyerek dinlenmek istiyorum.

Şunu kes ve dinlen. Eğer devam edersen gideceğim.

kafamı eğip parmaklarımı izlemeye başladım. Kapı kapanmamıştı. Aksine ayak sesleri duymuştum hatta. Çenemde hissettiğim ellerin yumuşak olması gerekiyordu. O benim canımı yakmazdı zira. Sertçe kafamı kendisine doğru kaldırmıştı, yine de canımı acıtmaktan kaçınıyordu lâkin. Ellerini hemen geri çekip derin nefesler almıştı. Bu hareketinden dolayı dudağımı ısırmış ve gözlerimi kaçırmıştım.

Uyu, Jihoon. Arkadaşımı buraya yollayacağım. Kihyun izin alıp yanına gelene kadar seninle kalacak.

Kapıyı çarpıp gitmeden önce söyledikleri bir tek bunlardı. Onu hayal kırıklığına uğrattığımı biliyordum ama kriz anında doğmuş istenmeyen bir olaydı. Biraz da olsa beni anlamasını istiyordum belki de. Tan hyung ve ben ağabey-kardeş hayatı yaşarken, onun beni bırakıp gitmesinden sonra bu depresyonun beni ele geçirmesi beklenmedik değildi bile. Her gece rüyalarımda kendi kuruntularım sonucu tuhaf şeyler görüyordum. Ona doğru attığım büyük adım sonrasında toparlanamamıştım. Rüyalarımdaki Tan, bana sürekli bağırıp; hatalı olduğumu söylüyordu. Ama... şimdi anlayabiliyordum. O bunu yapmazdı. Benim mutlu olmam, onun için bir hüzün nedeni hiçbir zaman olmamıştı ki. Elimde sıkıca tuttuğum anahtarlığı yana doğru koyup bekledim. Kapı açılmıştı. Anahtarım sadece Soonyoung'ta olduğundan heyecanlanmış, tekrardan dikleşip gelene bakmıştım. Uzun boylu esmer bir genç içeri girmiş ve gözlerimin içine bakmıştı.

Selam. Minho ben. Soonyoung'un arkadaşı.

H-hoş geldin.

Karşıdaki koltuğa oturup samimi bir gülüşle bir sohbet başlatmak istercesine derin bir nefes almış, sonrasında kısık bir sesle mırıldanarak sormuştu.

Nasılsın?

Dürüst mü olmalıyım bunda?

Evet, dürüstlük her zaman tercihimdir.

Berbat hâldeyim. Soonyoung beni terk etti.

Olaydan sonra onu evinde ziyaret ettim. O da iyi değil. Aklı henüz hâlâ yerinde değil bile. Emin ol bu tavırlarından pişman olacak. Ama... onu en iyi ben anlarım. Sevdiğin insanı kaybetmekle burun buruna geldiğinde bırak üzülmeyi, ne hâle geliyorsun biliyor musun?

Sen de mi birini kaybetmekle yüzleştin?

Tan.

Tek kelime etti. Kim olduğunu hatırlamam uzun sürmemişti. On yaşlarımda Hyungun yanında koşuşturup kiminle konuştuğunu öğrenmeyi denediğim zamanlar geçti aklımdan. Yahut da gizlice Soonyoung ve beni yalnız bırakıp, birileriyle buluşmaya gittiği zamanlar. Öyle mutlu görünürdü ki... Sonra her şey tepetaklak olmuştu işte.

Ne yapacağını şaşırıyorsun. Nereye gitsen, nereye bağırsan içindeki acıyı... bir işe yaramıyor. İçin yangın yerine dönüyor. Kaçışan insanların arasında durmuş evladı için ağlayan anneler... tıpkı onların çığırışlarının iç tırmalayan tonu gibi... Her bir his, her bir ses, her bir görüntü daha fazla devam etmemeni bağırıyor sana. Eve kapanıp kendine eziyet ediyorsun. Ben... peşinden gitmeyi çok denedim. Ama bana yazdığı mektubu hatırladıkça... pişman oldum. Soonyoung'u bana, seni de Soonyoung'a emanet etti. Onun sana olan duygularından haberdârdı. Senin duygusal biri olduğunu bildiğinden seni çok etkileyeceğini de tahmin ediyordu. Bundan dolayı sana sadece nedenlerini anlatan bir mektup bıraktı. Özür diledi senden. Bizimkiler daha gerçek doluydu. Herkese acısını anlatmamızı söyledi. Kendinin birkaç şiirle bıraktığı acısını, herkese açmamızı. Hoshi'ye yazdığı mektup hepimizi şoka uğratmıştı. Fazlasıyla sertti. Tan seni korumasını ona söylerken aynı zamanda sana geç kaldığı için ona çok sinirliydi. Bundan dolayı onun yokluğunda senin yanında olup, sevgisini dürüstçe vermesi için ona son sözlerini söylemişti. Bizden giderken bile bizi düşünecek kadar yüce bir yüreği vardı. Soonyoung o gittikten sonra kendi acısını unutup sürekli seni izledi. Çoktan bir buçuk sene oldu, öyle değil mi? İşte... o bir buçuk senedir hem seni hem de hyungunu mutlu edebilmek için tüm gücüyle çalıştı. İçinde neler döndüğünü biliyorum. Tan mutlu değil diye ben de mutlu olmamalıyım diyorsun. Ama bu yanlış. Çünkü o sen mutlu ol diye sana Soonyoung'u armağan edip gitti. Şimdi... her şeyi unut. Yeni bir başlangıç yap. O da bizden bunu isterdi. Hm?

Elindeki anahtarı masaya bırakırken bana göz kırpmış ve ayaklanmıştı. Haklıydı. Sonuna kadar haklıydı ve ben... ona kendimi affettirecektim.

I Have a Black Dog | SoonhoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin