İlk prova bittiğinde rahatlamıştım. Tahmin ettiğimden daha kolay geçmişti. Cenk gerçekten de yardımcı oluyordu. Ayrıca bana tek bir kez bile kötü bir şey söylememişti. Keşke Demir de böyle olsaydı ya! Adamın işi gücü laf edip üste çıkmaktı.
"Kaçta evde olman gerekiyor?" diye sordu.
Düşünceli bir davranıştı.
"Çok geçe kalmamam lazım," dedim. "İyi, hadi seni evine bırakayım. Saat dokuzu çeyrek geçiyor," ve öylece yola çıktık. Eve vardığımızda bir daha ne zaman çalışacağımızı sordum. "Pazartesi günü ilk teneffüste konferans salonunda ol," dedi.
Çetenin genel olarak kendilerine olan güveni beni bir kez daha benden alıyordu. "Belki başka bir çalışma vardır, boş olacağından nasıl bu kadar eminsin?" diye sorduğumda "Boş işte. Bana güven. Hem dolu olsa bile ne fark eder? Tahmin ettiğinden daha iyisin," dedi ve elimi tuttu. Bunu ikinci kez yapıyordu.
Elimi geri çekmek istiyordum ama yapamadım. Bana bir kötülüğü olmamıştı. Ama nedense içten içe, saçma bir şekilde Demir'e ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum. "İyi geceler prenses," dedi ve elimi dudaklarına götürüp öptü.
Cenk'in içinde gizli bir centilmen mi yatıyordu? "İyi geceler," dedikten sonra hızlı bir şekilde arabasından inip eve girdim. Aklından neler geçiyordu? Onun hakkında gerçek bir düşünceye sahip olabilmem için biraz araştırma yapmam gerekiyordu. Odama girince hemen bilgisayarın başına geçtim. Helin ve Esma'yla görüntülü konuşma açtım.
Esma "Selam, Cenk'le çalışmanız nasıl gitti bakalım?" diye sorduğunda Helin de "Yine seni öpmeye falan kalkmadı değil mi?" diye sordu.
Gerçekten hayatımın herhangi bir evresinde koruma tutmaya ihtiyacım olursa 1- Arda, 2- Helin'i bu iş için tutabilirdim."Hayır, hayır. Aslında... Nasıl desem... Kibardı," dedim.
"Güneş, sen ve senin erkekler üzerindeki etkilerin... Cenk kibar biri değildir," dedi Esma.
"Onu tanımıyordum ki! Söylesenize, nasıl biri?" Hala birbirini tutmayan parçalar olduğunu hissediyordum. Garip bir şeyler vardı. Demir, Cansu, Cenk, çete ve müzikal tablosuna baktığımızda bir şeyler ters gidiyor veya en azından ters gidecek gibiydi. Boş kuruntu yapmadığımdan emin olmalı ve kendimi hazırlamalıydım.
Helin "Şöyle diyeyim, Demir kralsa eğer Doğukan'la Cenk de vezirler. Çetede Demir'den sonra en çok ikisinin sözü geçiyor," dedi. Helin'in her seferinde onlar hakkında yaptığı benzetmelerden çeteyi ne kadar yukarıda gördüğünü anlıyordum. Aralarında yeni olduğum için olayın boyutunu, yaptıkları işleri ve insanlar üzerinde bıraktıkları etkiyi tam kavrayamıyordum. Esma "Ama aralarındaki en büyük farksa Doğukan iyi polis, Cenk kötü polis," diyerek Helin'e ekleme yaptı. "... Hem sanırım geçen yıl bir ara Cansu'yu sevdiğine dair söylentiler çıkmıştı," demeyi de unutmadı.
"Ne oldu? Yoksa Güneş'in kalbinin rotası yeniden mi hesaplanıyor?" diye sorduklarında "Hayır! Hayır. Saçmalamayın lütfen. Sadece tiyatro seçmeleri için eşleştiğim kişiyi daha yakından tanımaya çalışıyorum, o kadar," dedim. Hemen işi pisliğe vurmaya bayılıyorlardı. Güldük. Helin "Sana Demir'in de Cenk'in de kötü insanlar olduğunu söylemiştik zaten. Bence eğer canını seviyorsan gönlünü o çeteden birine kaptırma," dedi.
Esma lafı ağzımdan alarak "Bak bak, konuşana bak sen!" diye atıldı.
Kahkahalar daha da yükseldi. Helin'in Doğukan'la çıkmasına yavaş yavaş alışmaya başlamıştım ama şu ana kadar ikisini gerçek anlamda hiç yan yana hiç görmemiştim. Bu yüzden halabiraz garip geliyordu. Esma "Demir'den ne haber Güneş?" diye sorduğunda provadayken aklımın hep aynı soruyla kurcalanıyor olduğunu itiraf edip etmemek arasında kaldım. Şöyle bir gerçek vardı ki; tüm o takdir etmediğim kişiliğine rağmen Cenk'le değil de onunla çalışmayı daha çok isterdim. "Sanki benimle konuştuğu var..." diyerek suratımı astım.
Esma "İyi de o kimseyle konuşmaz, sevgilisi hiç olmadı. Fırsatçılarıyla ilişkileri ise çok stabil. Çeteyi zaten görüyorsun... Bunları zaten biliyorsun. Sen okula bu yıl yeni geldin ve belki de bu okuldaki kızlarla şu ana kadar konuştuğunun toplamından daha fazla seninle konuşmuştur. Abi, garip ama, sana kıyafetler aldı!" derken haklıydı.
"Ama kendini düşünerek aldı, ben yanındayken beyefendi rezil olmasın diye," dedim.
"Seni evine götürdü. Bu en önemli madde bence," dedi Helin. Esma "Evet, orası gerçekten dikkat çekiyor Güneş. Bir hafta kızlar tuvaletinin konusu oldun," deyince gülümsedim. Demir'le birlikte olma düşüncesi kalbimi ısıtıyordu. Onun elini tutmak, onunla konuşmak, gülüşünü görmek... "Güneş, sen ciddi ciddi Demir'den hoşlanıyorsun," cümlesi gelince halamların salonda oturuyor olduklarını hatırladım. Hemen bilgisayarın sesini kıstım. "... Ve eğer karşılıksız kalırsa, ki bu büyük bir ihtimal, sakın kendini harcama. Sonun Cansu gibi olur," diye eklediler, beni her gün uyardıkları şekilde uyardılar.
"Evet, ondan hoşlandığımı kabul ediyorum ama hangi kız hoşlanmaz ki? Belki de benim ona karşı olan ilgim okuldaki diğer tüm kızlarınki gibidir. Sadece... Ne bileyim... Kesiyorumdur?" Bu ihtimali dile getirirken ben bile kendime inanmamıştım.
Esma "Valla ben hiç öyle olduğunu sanmıyorum ama neyse. Daha böyle konuşmak için çok erken," dedi.
"İlişki rehberimiz konuştu," dedi Helin ve güldü. Cevap olarak Esma"Geç oldu, ben uyuyacağım," dedi.
"Çok teşekkürler bu arada, Cenk hakkında söyledikleriniz için."
"Bir şey değil Güneş, bunlar zaten okulca bilinen şeyler, sen sadece yeni geldiğin için birazcık geridesin o kadar," dedi Helin. Esma ekledi: "Uzun lafın kısası, ikisiyle de çıkmanı tavsiye etmem ama seçecek olursam, ölümüne Demir derim."
Helin, "Al benden de o kadar. Cenk de yakışıklı, hem de çok ama Demir ezer geçer," dedikten sonra, "... En yakışıklılarıysa Doğukan şimdi, doğruları konuşalım," diyerek cümlesini tamamladı. Gülümsedi. "... Doğruya doğru gençlik..."
"Tarzlarınız baya uyuyor. Bence çok yakışıyorsunuz," dedim.
Esma "Bu arada, kapatmadan, Arda'yla ne zaman tanışıyoruz? Müsait gününü söyleyebildi mi?" diye sordu.
Tamamen aklımdan çıkmıştı. Elimi alnıma götürdüm.
"Öğrenip haber vereceğim size, ayarlarız, bizim kafeye davet ederiz sizi bir ara hatta," dedim. Arda'yı bizimkilerle tanıştırma planım vardı. Epeydir erteliyordum, bir de müzikal işi girince tam kaynamıştı. Aklımın bir köşesine not ettikten sonra kızlarla vedalaştım. Günün dedikodu kısmı ise bu şekilde bitmiş olmuştu. Seviyorduk pis muhabbetleri.
Pazartesi günü ilk ders boştu ama müdür yardımcısı dışarı çıkmamıza izin vermemişti. Bu yüzden Esma'yla Burak arkalarına, bizim sıraya dönmüşlerdi, konuşuyorduk. Konu filmlerden açılmıştı ve bir şekilde High School Musical'a gelince Burak ".. Sanırım önümü dönme vaktim geldi," diyerek önüne dönmüştü. Esma'yla o kadar çok ortak ilgi alanımız çıkmıştı ki bir sürü şey konuşuyorduk. En sevdiğimiz filmler, şarkıcılar, şarkılar, diziler... Her şeyimiz, zevklerimiz benziyordu. Konuşmamızın başından beri yanımda sessizceoturan Demir "Ya bir susun ya, hiç mi yorulmadınız siz?" deyince Esma ellerini teslim olur şekilde havaya kaldırarak anında önüne geri döndü. Yok yere polemik istemiyordu. Niye dönmüştü ki? "Sanırım özgürce konuşabilme hakkımız vardı," dedim Demir'e.
"Evet, ama benim yanımda değil, üzgünüm sarı." dedi.
Hazır benimle konuşmaya başlamışken "Bestelerin nasıl gidiyor?" diye sordum.
"Seninle konuşmak istediğim fikrine nasıl sahip oldun çok merak ediyorum. Seni ilgilendirmez. Önüne dön lütfen," dedi. Morali bozuk gibiydi ama eğer o inatçıysa ben de inatçıydım.
"Söylesene, hangi burçsun?" diye sorduğumda gülümseyip "Senin beynin gereğinden fazla çalışmıyor mu sence? Sürekli bir şeyler sorup duruyorsun ve beni sıkıyorsun," dedi. Kalbimi kırmıştı. Amacım birilerini sıkmak değildi. Ona yakın olmaktı. Onunla sohbet çabalarım ise bir saniye bile olsa gözlerine tekrar bakabilmek için bir bahane arayışımdı. "Bu haftanın sonuna doğru tekrar biyoloji dosyaları hazırlamalıyız, biliyorsun değil mi?" diye sordum. Sıkıntılı bir sesle "Daha dün onları hallettik gibi hatırlıyorum ama—" derken telefonundan takvime baktı. Göz ucuyla incelediğimde dopdolu olduğunu gördüm. "Evet, yine dosyanın başına oturmak lazım. Neyse, ne kadar çabuk biterse o kadar iyi," dedi. Zil çaldı.
"Neden? Başka ne işlerin var?" diye sordum.
Telefonu kilitleyip cebine kaldırdı. Toparlanmaya başladı.
Gülümsedi. "Sebebi tek bir tane; hem ödevden hem de senden kurtulurum, anladın mı?" dedikten sonra ayağa kalktı ve sınıftan çıkan kalabalığın arasına karıştı. Bunu hak etmek için Demir'e ne yapmıştım bilmiyordum. Ondan hoşlanıyordum ve onunla zaman geçirmek istiyordum. Bana böyle davranması gerekmezdi. Cenk gibi bana daha ılımlı ve insancıl yaklaşsa ölür müydü sanki?
Cenk mi? Ne zamandan beri düşüncelerime Cenk dahil oluyordu? Onları kıyaslamak bile garip hissettirmeye başlamıştı.Teneffüste konferans salonuna gitmek için koridora çıktığımda Cenk hemen yanıma damladı.
"Günaydın prenses."
"Konferans salonunun yolunu biliyorum, benimle yürümek için sınfımın olduğu koridora kadar inmen gerekmiyordu," dedim.
"Sana yakın olmak ne zamandan beri suç?" diye sordu.
İronik! Benim Demir'e karşı yaklaşımımın aynısını Cenk'in bana karşı tutumunda görmek gerçekten ironikti. Bu özelliğinin yanında öğreticiydi de; çünkü ben nasıl Cenk'ten geri hoşlanmıyorsam, Demir de sonuçta benden hoşlanmak zorunda değildi. Kimse kimseyi zorla bir şeye ikna edemezdi. Belki de yol yakınken vazgeçmek en iyisiydi.
Cenk şaşırtıcı derecede hoş davranıyordu. Geçen günkü provanın tamamında rol yaptığını düşünüyordum ama eğer rol yapsaydı, hâlâ böyle davranıyor olmazdı sonuçta, değil mi? Konferans salonunun önüne geldiğimizde cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açtı ve içeri girdik.
"Bunun sende neden ve nasıl durduğunu sormamalıyım gibi hissediyorum," dedim usulca.
"Demir vermişti. Bizde her şeyin anahtarı vardır," dedi.
Çetenin gücü ve çizdikleri imaj günden güne daha çok merak uyandırıyordu. Sahneye çıktığımızda yine elimde kâğıtlar vardı ama geçen günkü provamızda o kadar çok tekrar yapmıştık kireplikleri neredeyse ezberlemiştim.
O ise kâğıtlarını bile getirmemişti.
"Hepsini ezberledin mi?" diye sordum.
"Seninle çalışırken sürekli sana baktığım için kâğıtlara pek odaklanamamıştım, yalan yok, ama hafta sonu evde kendim çok çalıştım..." derken onu izliyordum. "... Bugün burada prova yaparken kâğıtlara bakmak yerine yine seni izleyebileyim diye her şeyi ezberledim," diyerek sözlerini tamamladığında etkilenmiştim.
Gerçekten bu çocuk nasıl konuşacağını iyi biliyordu.
Onun hakkında olumlu düşünmeye bir lokma da olsa başladığımı şimdilik anlamasa iyi olurdu. Vakit kaybetmeden provaya geçtik. Romantik bir sahneyi canlandırdığımız için yakın duruyorduk. Salon boştu ama büyük salonun önündeki sahnede ayakta durduğumuzdan, sanki hep birileri bizi izliyormuş gibi hissediyordum. Oyun gereği aşkını itiraf eden bir erkeği canlandırıyordu. Hülya Hoca bu repliklerin eşleşen adaylar arasındaki kimyayı ortaya çıkaracağını, eğer birbirlerini tamamlıyorlarsa başrolü kapacaklarını söylemişti. Şu ana dek aramızda böyle şeyin olacağını düşünmemiştim ama Cenk gerçekten rolünün hakkını veriyordu. Eğer bu seçmeyi kazanır da başrol olursak Cenk'in payı büyük olacaktı.
Tam bunları düşünürken duraksadığında prova akışına nazar değdirip değdirmediğimi sorguladım.
"İyi misin, ne oldu? Durdun,"
"Güneş... Ben... Ben daha fazla rol yapamayacağım."
"Ne oldu? Ben mi batırdım? Çok özür dilerim, sen çok iyi gidiyordun. Baştan alalım," derken sözümü kesti ve "Hayır Güneş. Sen mükemmelsin. Sorun da orada ve artık sana daha fazla yalan söylemek istemiyorum," dedi. Elimdeki kâğıtları sahnedeki küçük masaya koydum. O an, aklımın ucundan dahi geçmeyecek bir şey sordu:
"Güneş, benimle çıkar mısın?"⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆
TikTok'ta buluşalım・❥・ alyaoztanyel

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Lise
Teen FictionArkadaşlıklar, aşk, aile, okul... Hayatınızda her şey mükemmelken, elinizdekilerin farkına tam olarak varamazsınız... On yedi yaşındaki Güneş, anne babasını ve küçük kardeşini kaybettikten sonra, yaşadığı acıların ardından hayatına devam etmek is...